tag:blogger.com,1999:blog-59424581226201711182024-03-13T02:39:59.903+03:00Sana bi sır vericem ama rica edicem aramızda kalsın"Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız."
Oğuz Atay - Günlükmetushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.comBlogger135125tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-35981995561308455952015-11-02T20:39:00.000+03:002015-11-03T22:08:03.961+03:00Tek Şehir<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span lang="TR">Ben aşktan daima kaçtım. Hiç
sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara
verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima
ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz
ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.</span></i><br />
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: right;">
<i><span lang="TR">Ahmet
Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü</span></i></div>
</div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 216.0pt; text-align: justify;">
<i><span lang="TR"><br /></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Avrupanın bir metropolünde, Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir mahallede
gittiğimiz tiyatronun çıkışında tiyatronun bünyesinde yer alan barda oturuyorduk. 19.yyda Osmanlı topraklarında yaşayan
bir Ermeni tarafından yazılmış ve tabi ki İstanbulda geçen bir operetten
çıkmıştık, şimdi düşününce rüya gibi geliyor. Sahnede tek başına bir kadın
vokal elinde bas gitarla caz müzik yaptığı iddiasındaydı ama müzik olmasaydı
sesimi duyurmak için bağırmak zorunda kalmayacağımdan ötürü daha mutlu olurdum.
Karşımdaki (metnin geri kalanında “kız” olarak geçecektir) şarap kadehini aldı,
ağzını açtı bir şey söylemeye yeltendi ve bir anda vazgeçti. Dinlemeye hazır
olduğumu söyledim. “Önemli değil” dedi. Üsteledim. Durdu, o tereddüdü bir daha
yaşadı ve: “Benimle konuşurken gözüme bakmamanın sebebi günah olduğunu düşünmen
mi?” dedi. Gözlerimi dikerek, “yok” dedim, “o benim davarlığım.” “Yok onu demek
istemedim.” Kırpmadan gözüne bile değil
irisine bakıyordum artık. “Gözlerin güzel işte. Benimle konuşurken gözlerime
bak.” (Gözlerimin güzel olduğunu bu hayatta bana söyleyen üçüncü kişiydi. İlk
söyleyen kişi olan berberim öleli iki sene olmuştu). Sırf kitle önünde
hitabetimiz gelişsin, konuşurken insanların gözüne bakalım diye, bize sunum
yaptırmıştı lisede edebiyat hocamız, ayna karşısında yaptığım provaları
hatırladım. Liseye göre daha az yaratıcı, daha idareimaslahatçı ve daha mağlup
hissine sahip olmamın yanında bir de bu defom vardı demek yıllar içerisinde
gelişen, kızıyordum bunu aniden söylediği için ama içten içe biliyordum ki bal
gibi haklıydı kız, bu lafı da duyduktan sonra bir uçurumun kenarında düşüp
yitmek üzereydim. Buluşmamızın üçüncü günüydü, ve kızda benden etkilendiğine,
benim yanımda eğlendiğine dair en ufak bir ibare göremiyordum. Konu nasıl
oluyorsa, bir şekilde benim dindarlığıma geliyordu, devamlı savunma
pozisyonunda ona inancımın öcü olmadığını göstermek için bazen köpek beslemenin
günah olmadığı Maliki mezhebini (köpeklerle aramın hoş olmadığını duyar duymaz
“e biz ayrı dünyaların insanıyız demişti”, ilk görüşmemizin saati dolmadan),
bazen Hz. peygamberin suretinin resmedildiği Osmanlı minyatürlerini, bazen
peygamber sevgisini en güzel anlatan metinlerden biri olan Ah Muhsin Ünlü’nün
“Resulullahla benim aramdaki farklar” şiirini, bazen içki içilen ortamlarda
maruz kaldığım muhtelif muhabbetleri anlatırken buluyordum kendimi. Sorular
bildiğim yerden geliyordu iyi hoş da muhabbet tavsıyordu yalnız, ilk kez
buluştuğunuz ve gönlümün kaydığı bir kızla konuşmam gereken konuların bunlar
olmaması gerektiğini, elhak ben bile biliyordum. Hele barda tam dört farklı
kişi gelip bana yalandan bir selam verip, onun ne kadar güzel olduğuna iltifat
ederken. Sonra niye birlikte olamayacağımızı anlattığı çok uzun mailda yazdığı
tek müspet şey başkasının ne inandığına dair umursamazlığım oldu. Ben çok
anlayışlıymışım, insanların yediğine içtiğine karışmıyormuşum. Kendisi o kadar
değilmiş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ertesi gün, ülkenin güneyindeki sahil kasabasına, bir tatil provası
edercesine yola koyulduk. Yolda trenle seyahat etmenin rahatlatıcı duygusundan,
onun yapacağı tatile dair planlarından bahsettik biraz. Ona 2010’larda geçen
bir Leyla ile Mecnun hikayesi olarak Silver Linings Playbook filminden
bahsettim, filmi beraber izleme teklifimi, “seninle odamda film izlemek
istediğimden emin değilim” diyerek reddetmişti daha ilk günden, eline gelen
hiçbir fırsatı kaçırmıyor, gelişine yapıştırıyordu, bir boksör gibi. Derken laf
arasında “Uzun süreli bir ilişkin oldu mu <i>hiç</i>?”
diye sordu. “En son ne zaman uzun süreli ilişkin oldu?” değil, “En uzun süreli
ilişkin ne kadar” hiç değil; “Uzun süreli bir ilişkin oldu mu <i>hiç</i>?” yani. Allahım ne kadar beceriksiz
olduğumu bu kadar mı belli ediyordum, tüm gardım düşmüştü ve önümüzde
geçireceğimiz bir koca gün vardı. İkiletmeden “cık” dedim, suratına bakmıyor,
dışarıdan ülkenin yeşil kırsallarına dalıp gitmiş numarası yapıyordum.
Sessizlik oldu. “Mehmet iyi misin, niye sessizleştin yine?” Diyecek bir şeyim
yoktu o an. Gün bittikten sonra, biz montlarla sahil kenarındaki taşların
üstüne yan yana yatıp Eternal Sunshine’ın o enfes afişindeki pozu vallahi de
verdikten, turisti olduğum ülkenin dört
bir yanına serpilmiş hiiç bitmeyen festivallerden birinde çimlere hiçbir vücut
teması olmadan uzanıp nöbetleşe biraz kestirdikten sonra, dönüş trenine saatler
kala oturduğumuz restoranda son yemeğimizi yerken ağzımdaki baklayı çıkarıp ona
korkumdan bahsettim: İlk tanıştığım ve büyük bir şevkle internetten konuştuğum
aylardan sonra belki buluşmuştuk ama uçağıma 24 saatten az kalmışken bu akşamki
görüşmemiz belki de onu bu hayatta son görüşüm olacaktı (pazar, yani benim
dönüş günümde görüşme planımız yoktu), belki beni bir daha görmek bile
istemeyecek, ben de bu tatili ve son iki haftasında her Allahın günü
konuştuğumuz son üç ayı arkamda hoş bir hatıra olarak bırakacaktım. Sorunun
özne ve nesnesini ters çevirip elinde görünmeyen hançerin ucunu göğsüme doğru yavaşça soktu: Ya ben onunla görüşmek
ister miymişim? Küfür gibiydi benim için, öfkeden ne dediğimi hatırlamıyorum,
ne kadar sevdiğim belli olmuyor muydu sanki? Benim yeterli kan kaybına uğradığıma kanaat getirdikten sonra kalbime sapladığı hançeri çıkarmak için çevirmesi gerektiğinin bilincindeymişçesine soruma yuvarlak bir
cevap verdi: Arkadaş olarak görmek istermiş, değişik zevklerim varmış, onun
bilmediği bir sürü şeyi biliyormuşum. Yolun sonuna gelmiştim, hesabı isteyip,
bahşiş olarak o restorana hüznümü bırakıp kalktım. Yol boyunca yanımda uyudu,
ben bazen ona, bazen onun ilerisinden dışarıda karaltıya bakarak geçirdim o
ömrümün en uzun süren iki saatlik tren yolculuğunu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ertesi sabah şehrin çiçek pazarını gezerken, cebimdeki son bozuklukları bir buket çiçeğe
verip, ona son kez sarılmak için evinin yolunu tuttum.<o:p></o:p></span></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-75987616505337410452015-06-22T22:53:00.003+03:002015-06-26T12:37:13.888+03:00Midilli Kahvesinin Hatır(lattıklar)ı<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="text-align: justify; text-indent: 36pt;">Adanın en turistik bölgesi olan Molivos turunu etli yemeğin etlerini ayırıp sonuna bırakan küçük çocuklar gibi hazzı ertelemek suretiyle günün sonuna bırakmış, yanlış bir tercihle sahil şeridi üzerinden toprak yolla Skala Skaminas’a gitmeye çalışıyoruz. Burası bize günlüğü 30€’dan i10 kiralayan Hertz görevlisinden kaldığımız otelin resepsiyonundaki elemana kadar herkesin tavsiye ettiği bir kasaba. Toprak yoldan gittiğimiz 6 km boyunca arabaya halel gelmemesi için bildiğim bütün duaları ediyor ve neyle karşılaşacağımı merakla bekliyorum. Önce ufak bir meydana çıkıyoruz, ki zaten Skala Skaminas deniz kenarındaki o meydandan ibaret. Ama hemen köşedeki tavernada bir hareketlilik gözümüze çarpıyor, masaların itinayla süslenmekte olduğunu ama tavernada müşteri olmadığını görüyoruz. Bir düğün hazırlığı bu. Denizin içine doğru bir beş metre kadar bir kaya parçası giriyor, ucuna doğru biraz da yükseliyor, 2-3 metre kadar. Ucuna bir şapel kondurulmuş, adının </span><span style="background: white; color: #444444; font-family: Georgia, serif; font-size: 11.5pt; line-height: 17.6333332061768px; text-align: justify; text-indent: 36pt;"> </span><span lang="TR" style="text-align: justify; text-indent: 36pt;">Panagia Gorgona yani Balıkçıların Bakiresi Kilisesi olduğunu öğrenmem için biraz araştırmam gerekecek. Gayriihtiyari manzarayı çekmek için oraya doğru yöneliyoruz, güneş vizöre girdiği için net fotoğraf çekmem mümkün olmayacak ama önemli değil. Basamakları tırmandıkça önce papazla yüz yüze geliyoruz, sonra şık biçimde süslenen nikah masasıyla. İlk kez bir gayrimüslim nikahına tanık oluyor, ve bizim adetlerimize ne kadar benzediğini düşünüyorum. Mutlulukla arkadaşlarıma gösteriyorum tanık olduğum manzarayı, nikah sahiplerini çok tedirgin etmemek için kilise civarında fazla oyalanmıyoruz. Meydanı geçtiğimizde denize sıfır barda hayatımın en mutlu zamanlarından bir kısmını geçireceğim. Deniz kestanesi dolu (el değmemişlik alametidir) Kagia plajından denize giriyoruz. O esnada tahmin ettiğimiz oluyor, gelin bir tekneyle önümüzden geçiyor, Fatihle beraber bağırış çığırış el sallıyoruz, davetliler bize bakıyor, gelin mahcup bir biçimde geri el sallıyor. Çıkıp yanındaki kafenin hamağına serileceğiz. Kendi shawshankimizi bir kez daha -ama en baskın biçimde- burada yaşayacağız.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><span lang="TR" style="text-indent: 36pt;"></span></span></div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidZZsBeanalGI97xYXpgJK6kF3QxmW__UZ3JHZLhDoIoRFBiSgeJSaGrQbAio-oRJF-9HZmDThVhZhjHc2uFm7Qez9rE7RgaFb0hwgF9bXPk08fo3wiQyg76_hvyKI1B6CsTTi9xmhsypL/s1600/IMAG0708.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidZZsBeanalGI97xYXpgJK6kF3QxmW__UZ3JHZLhDoIoRFBiSgeJSaGrQbAio-oRJF-9HZmDThVhZhjHc2uFm7Qez9rE7RgaFb0hwgF9bXPk08fo3wiQyg76_hvyKI1B6CsTTi9xmhsypL/s320/IMAG0708.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Molivos köyünden sahil manzarası</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_AST67E2skpmUuFg0ghP0xJBzto5pIK1ob-KO-Dd_FuEV99E7iQ0_Q2JsSK6gCgqiGazm7hMGclx9idwgshMzDGu3HBLOOCfZWdVDSQmYUYaeoR1-L_taexTCYZPvkLzFlZgbc6v5BRvC/s1600/IMAG0707.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 0px;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_AST67E2skpmUuFg0ghP0xJBzto5pIK1ob-KO-Dd_FuEV99E7iQ0_Q2JsSK6gCgqiGazm7hMGclx9idwgshMzDGu3HBLOOCfZWdVDSQmYUYaeoR1-L_taexTCYZPvkLzFlZgbc6v5BRvC/s320/IMAG0707.jpg" width="181" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Molivosta nerdeyse her kafeden görebileceğiniz bir manzara</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4EP9IcUoMhi3K655V1bB9sV5X2myKPsm13RmZIwfBgzd38RUPaxKPGW1SnFozoWjB2u4Mlsm71EDqlOlNphbj4gnnu8KBUO0cEZY8D8oRxodrU2KbiT56tLXDaHYQWYlgNpEeXMClGfQP/s1600/IMAG0746.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4EP9IcUoMhi3K655V1bB9sV5X2myKPsm13RmZIwfBgzd38RUPaxKPGW1SnFozoWjB2u4Mlsm71EDqlOlNphbj4gnnu8KBUO0cEZY8D8oRxodrU2KbiT56tLXDaHYQWYlgNpEeXMClGfQP/s320/IMAG0746.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">O kadar çok bakir koy var ki</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgONqUcJjWrdM9heBySL-Ks63hrf7LlBa_wMiKVX7iVOiLfgIu67sDj46qKMpmsuW16DPrevA2tsAoUJlcZk5SVH5FdroY79DMslKnIyzQYYDWOot6NCPZ7zVxxaC3ZtyxlxutuNKTsZB0E/s1600/IMAG0694.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 0px;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgONqUcJjWrdM9heBySL-Ks63hrf7LlBa_wMiKVX7iVOiLfgIu67sDj46qKMpmsuW16DPrevA2tsAoUJlcZk5SVH5FdroY79DMslKnIyzQYYDWOot6NCPZ7zVxxaC3ZtyxlxutuNKTsZB0E/s320/IMAG0694.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">...ve o kadar çok seyir tepesi...</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPcZTF4mye5DJniIRY7LJczeAbklFhbx-8EZ5KrrLYatL_5BUubNvECCMlpAIxbXeOxnrB88x-NxWtz99oryLfmZ5eIaPW1ozK-CMHBKpcWgyltS_PdF2yrDpJpZAiINujBivkgG3kcG-b/s1600/IMAG0687.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPcZTF4mye5DJniIRY7LJczeAbklFhbx-8EZ5KrrLYatL_5BUubNvECCMlpAIxbXeOxnrB88x-NxWtz99oryLfmZ5eIaPW1ozK-CMHBKpcWgyltS_PdF2yrDpJpZAiINujBivkgG3kcG-b/s320/IMAG0687.jpg" width="181" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: justify;">Skala Skaminas'daki Balıkçıların Bakiresi Kilisesind<span style="text-indent: 36pt;">en nikah yemeğinin yeneceği taverna manzarası. Hemen arkam deniz.</span></td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsOJ2VQbT7VcgQ8CzQkUPKcLY27MFMPPr1tYHUcElQu7QPIgZ8DqekdJxNB4fTEIvqPILH0y0mfGuhVUFM_yf5kiIkEcR3AUWzIww8rFZ84larvN36C8xvujkcCDCfonLYJC95Ufsn0KID/s1600/IMAG0683.jpg" imageanchor="1" style="font-size: 13px; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsOJ2VQbT7VcgQ8CzQkUPKcLY27MFMPPr1tYHUcElQu7QPIgZ8DqekdJxNB4fTEIvqPILH0y0mfGuhVUFM_yf5kiIkEcR3AUWzIww8rFZ84larvN36C8xvujkcCDCfonLYJC95Ufsn0KID/s320/IMAG0683.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Skala Skaminada tasvir etmeye çalıştığım manzara, bu da yukarıdaki sahnenin tam karşıdan çekilmiş fotosu</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7QxPzuSBZ-9JMOLwL6PLP0zdvRPJWKXqzNGw9UEmsGdfDD2u1AoJOyS-gYY95X6CtOcB8ibah13lBpMYstFZW6vZFmTQsQ2s0jo-cPNzfZiasVOddGHKAIcIklldzoxFiH_hBX1QmM0rK/s1600/IMAG0692.jpg" imageanchor="1" style="font-size: 13px; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7QxPzuSBZ-9JMOLwL6PLP0zdvRPJWKXqzNGw9UEmsGdfDD2u1AoJOyS-gYY95X6CtOcB8ibah13lBpMYstFZW6vZFmTQsQ2s0jo-cPNzfZiasVOddGHKAIcIklldzoxFiH_hBX1QmM0rK/s320/IMAG0692.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kagia plajı</td></tr>
</tbody></table>
<br /><br /><div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Dönüş yolunda aynı hatayı yapmıyoruz, dağ köylerinin içinden tüm adadaki
gibi kıvrım kıvrım ama en azından asfalt yollarından enfes seyir tepelerini
hızlı hızlı geçerek Molivos’a (Mithimna) dönüyoruz. Burası adanın en popüler
yeri dediğim gibi, bunu hem olumlu hem olumsuz yönleriyle düşünün lütfen:
Mükemmel ve nerdeyse her kafeden görülebilen bir manzara, çok iyi korunmuş taş
evler, sokakta salınan mutlu insanlar, ama adanın genelinden bir tık daha
pahalı ve kalabalık tavernalar. Yine de dört günlük seyahatimde sadece bir
akşamı burada geçirmem en çok içimde kalan şey oldu. Yazının bu noktasında
adanın çok kötü yollarından bahsetmenin sırası sanırım: Bizim kaldığımız Gera
Körfezinden 80 km’lik yolu lastiklerden ses çıkarta çıkarta, aracı yanlaya
yanlaya 1.5 saatte alabildik. Stratejik olarak Kalloni civarında veya Molivosta
kalmanızı tavsiye ederim, her ne kadar Molivos’ta otellerin pahalı olduğunu
duysam da. Ada civarında ATV tek tük gördük sezonun henüz açılmadığını
varsayarsak ağustosa doğru yaygınlaşması şaşırtıcı olmayacaktır…</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Adanın
kuzeydeki turundaki ilk durağımızsa Petra plajıydı, biraz Kadınlar Denizine
benzettiğim bu şık beldede Thalassa Restauran’da yediğimiz pilavlı kalamar,
ahir ömrümde yediğim en güzel kalamardı. Bu yazıda bahsedeceğim tüm restoranlarda
kalamar+ ahtapot + 3 soğuk meze + 20’lik uzoya verdiğimiz rakam (ki bizim gibi
üç iştahlı kişiyi hayli hayli doyuracak bir miktardan bahsediyoruz,
Yunanlıların büyük porsiyonlarına, bir de görece sezon başında gitmemizi
ekleyin.) 40-50€ mertebesinde Türklerin
tüm adada velinimet olarak görüldüğünü, nerdeyse her restoranda Türkçe menü
bulunduğunu belirteyim…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ada coğrafyasının mukimlerinin
sosyolojisi üzerine etkisi malum: İster Japonya olsun, ister İngiltere, ister
kuş uçmaz kervan geçmez bir Yunan adası, benzer etkileri farklı raddelerde
görebilirsiniz: Asude bir hayat, dışarıdan bir nebze kopuk ve içekapanık bir
yaşam. Petradaki Thalassa Restaurant’ı işleten restoran sahibi kadın, adalıydı
ve adanın güneyine hiç gitmemişti. Geradaki esnafların bir kısmı, körfezdeki en
meşhur oteli hiç duymamıştı. (Gerçi </span>Avustralyada dünyalığını yapıp Kagia plajındaki barı işleten de gördük, ki Yunanistan vatandaşları arasında yurtdışında kazanıp biriktirdiğiyle Yunanistanda bar açmak çok yaygın bir durummuş) Bu asudeliğin, yalıtılmış hayatın benim için
alametifarikası, deniz kıyısı Şapelleri: Balıkçıların Bakiresi’nin yarattığı etkin bir
tık fazlasını Gera Körfezinde yolun hemen kenarındaki bu kilisede gördük.
Denize uzanan, uzanmak ne kelime açılan bir şapel. İslam geleneğindeki halvet
terbiyesiyle keşiş hayatının çileciliğinin ne kadar birbirine benzediğini
düşündüren, biraz da Amerikan filmlerinde taşralarda gördüğümüz kiliselere (mesela
Spike Lee’nin aklıma hala ara ara gelen 25. saat filminin son sahnesinde
çöldeki kiliseye, mesela True Detective’de dedektifimizin iz sürdüğü kilise)
benzettiğim ömre bedel manzaraya bakarken dindarlığın ve yalnızlığın birbirine
ne kadar bağlı ve mahkum olduğunu düşündüm sonra, sanki biri olmadan öbürü
eksik kalıyordu. Denizin ortasında, bu kadar çok şapeli buna kanıt bildim işte
böyle.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEib9Nf1EaSAvDtNedRbC5Y3g-9S8pqMPCXe9zQIH27duNuJEdF6oqXoQDu1CjPX7Bt1sB31BrRaSWrMNBCdAGtO6-MGfNh_sM6qREx-LwZg3CfS_T0xfw_d_Aw45uAOkRyARr422EO0v5IR/s1600/IMAG0712.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEib9Nf1EaSAvDtNedRbC5Y3g-9S8pqMPCXe9zQIH27duNuJEdF6oqXoQDu1CjPX7Bt1sB31BrRaSWrMNBCdAGtO6-MGfNh_sM6qREx-LwZg3CfS_T0xfw_d_Aw45uAOkRyARr422EO0v5IR/s320/IMAG0712.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Yukarıda bahsettiğim şapel, Gera körfezinde yer alıyor</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Adadaki en meşhur ve etkileyici kiliseyse adanın ortasında Eresos yolunda,
Dafia ve Filia arasındaki Limonos Manastırı. Kurucusu ve bir dönemin Ortodoks
Patriği Saint Ignatios’un adıyla da bilenen bu manastır 1526’da kurulmuş ve o
zamandan bu zamana faaliyette. Çok büyük bir yerleşkede, etrafında keşişler
için küçük halvet odaları da bulunduran bu manastırın müzesine dinler tarihine
veya Osmanlı tarihine meraklıysanız mutlaka girin: 11. yy’dan kalma bir Matta
incili, Patrik Ignatios’un kişisel eşyalarının yanısıra, Osmanlı zamanında
manastırın özerkliğini tescil eden ferman/amanlar da göreceksiniz. Fotoğraf
çekmek yasak olsa da aşağıdaki ferman beni o kadar etkiledi ki çekmesem
olmazdı. 1724 tarihli (Tuğra III. Ahmete ait olmalı) bu fermanın İngilizce açıklamasında, manastırın
yönetimiyle ilgili tüm konularda üçüncü şahısların dışarıdan müdahalesi
yasaktır, aksi yöndeki eylemler bizzat padişahın iznine tabidir yazıyor.
1724’te yani Fransız İhtilalinden 65, Tanzimat fermanından 115, hala
çözülememiş ekümeniklik tartışmasından nerdeyse üç asır önce… İmparatorluk
ecdad edebiyatıyla, hamasetle olunmuyor vesselam… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuwhxgwmt-s_1rqynwi4ttNpBfirzX5jqqFByKmFC5X6KkCP-Mv9jr1NzArnSTVrqNSjgSPQNLL6pBaJLroiCfo3DfhiVE__6dRMiFg8-x7Pz1gSWqUtmnHVyfU7CxXUWddV_ygmdyqlFm/s1600/IMAG0733.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuwhxgwmt-s_1rqynwi4ttNpBfirzX5jqqFByKmFC5X6KkCP-Mv9jr1NzArnSTVrqNSjgSPQNLL6pBaJLroiCfo3DfhiVE__6dRMiFg8-x7Pz1gSWqUtmnHVyfU7CxXUWddV_ygmdyqlFm/s320/IMAG0733.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Limonos Manastırı, genel görünüm</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiIMNuuPaVxG4W3K9BlSF34GLqsc87QrU0__slAWGrVXdk4qP-J0pQ8E_pjfdrpSXOD3hHnstJrdSEgxS036BJhwYfRTRYLkoqUYcj4sojJ50CZOdvsXEPHc0HD1Dshyphenhyphen0FMXR3YsmiqHnF/s1600/IMAG0723.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiIMNuuPaVxG4W3K9BlSF34GLqsc87QrU0__slAWGrVXdk4qP-J0pQ8E_pjfdrpSXOD3hHnstJrdSEgxS036BJhwYfRTRYLkoqUYcj4sojJ50CZOdvsXEPHc0HD1Dshyphenhyphen0FMXR3YsmiqHnF/s320/IMAG0723.jpg" width="181" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Yazıda da bahsettiğim 1724 tarihli aman. İngilizce açıklama beni gerçekten dumur etmişti</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4YpihdPHdhNqd_L5oo6rjquNQxG8gpRew6nEMRUhqOxlMD48zdnbxWZeZs500pan_6GDFyt1fHAFLO7qnMrcYYVydNbn4WOLAFS2OyVEpw-zh4VFkkSBoohWUSicfZwaOhVm3NnPFGKTZ/s1600/IMAG0720.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4YpihdPHdhNqd_L5oo6rjquNQxG8gpRew6nEMRUhqOxlMD48zdnbxWZeZs500pan_6GDFyt1fHAFLO7qnMrcYYVydNbn4WOLAFS2OyVEpw-zh4VFkkSBoohWUSicfZwaOhVm3NnPFGKTZ/s320/IMAG0720.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Limonos Manastırının Etrafında Keşişler için yapılan hücreler</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf3R8mP6RWdC1Hk2LAupb9QHto7hlm7-7fdTF8sFkHA5ajLm-BIhq0tOOSb45pIbz48BPiTJA_m0eImcSph5NIUdOkJX2-ItCsnCriayegru3rD5kS7Mgaea_wwrMs7zwmRUvIQYx9ICjd/s1600/IMAG0730.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf3R8mP6RWdC1Hk2LAupb9QHto7hlm7-7fdTF8sFkHA5ajLm-BIhq0tOOSb45pIbz48BPiTJA_m0eImcSph5NIUdOkJX2-ItCsnCriayegru3rD5kS7Mgaea_wwrMs7zwmRUvIQYx9ICjd/s320/IMAG0730.jpg" width="181" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Bir Manastır Sakini. Tavuskuşunun şeytanı temsil ettiğini duydum, doğru mu bilmem...</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Manastır bir yana, Sigri’ye gitmedik fakat ne Eresos’ta, ne Kalloni
körfezinde görülecek çok fazla şey var. Yolun yoruculuğu da cabası… O bölgedeki
en iyi plaj Tatari plajı, ama tek yerde plaj vardı ve tüm adada plajdan ücret
istendiğini gördüğümüz tek yer orasıydı (bizden almaya gelen olmadı, ayrı…),
mekandaki caz barın iyi olduğunu okumuştum ama gece uğramadığımız için
bilemeyeceğiz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Alternatif kendiyle hesaplaşma çabası olarak
plajda gebeşlenmek </span><span lang="TR">için adanın her bir köşesinin bulunmaz nimet olduğunu söylememe bilmem gerek
var mı? Gera körfezi yakınındaki Tarti plajının 500m lik kötü yoluna
katlanabilirseniz (zaten gittiğiniz plajın yolunun kötülüğüyle bakirliği
arasında bir doğru orantı var) size bu imkanın feriştahını sunmaya nazır. Koyda
sadece iki adet taverna var, ama kesinlikle Sebastian’ın tavernasından
şaşmayın, bizim iki kere gittiğimiz tek yer, hukukumuz “Sebastian, ahtapotumu getir” noktasına
gelmişti ayrılırken…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZpcI22ZkSaabq_sRofhWu3phHzS4reLv_8_yYuQThlGrUxS_acLFnTOPoA1MjjVftWRM5PsBlEgQKfVPgesoKUL484Ww5OVXkqSCpXfusrXIl-rYEMOUZH9e5YaqLyyq6ASz9etHDi8gS/s1600/IMAG0671.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZpcI22ZkSaabq_sRofhWu3phHzS4reLv_8_yYuQThlGrUxS_acLFnTOPoA1MjjVftWRM5PsBlEgQKfVPgesoKUL484Ww5OVXkqSCpXfusrXIl-rYEMOUZH9e5YaqLyyq6ASz9etHDi8gS/s320/IMAG0671.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Adada ilk geldiğimiz ve son uğradığımız plaj: Tarti</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Melinda plajıysa doğru bir saatte (yani günbatımı) gittiğinizde size devasa
kayısıyla mutlu bir biçimde gölgelik yapacaktır, şezlongu denize çekerseniz orada
akşamın serinliğinde püfür püfür uzanırken bütün alemde çıkan sesin küçücük
dalganın sürüklediği taşların şıkırtısı olması, o denizin üzerinde size
vasıtasızsa uzanıyormuş hissi veriyor, bir insan ne ister….<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Adanın en turistik plajı Vatera plajıysa adanın en uzun kumsalına sahip,
maalesef biz oraya da biraz geç bir saatte gitmiştik, dolayısıyla oranın da
tadını çıkaramadık, ama gitmenizi mutlaka tavsiye ediyorum, bütün adada o
sahildeki en büyük beach club Club Arena’nın reklamı vardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicxEzDpM8W4uOf0QxdTlKSdW0Usxft2JO0AkdvlXkGGTnj5_X6bVBCRG_vDzpE88KV2mEUqq-omBEzrsqLTu0z1hu9YPohX6r2Pod7cXsPftijqlfX-MimLhAq0XGZ1msHiRrbr7ewCyuQ/s1600/IMAG0741.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicxEzDpM8W4uOf0QxdTlKSdW0Usxft2JO0AkdvlXkGGTnj5_X6bVBCRG_vDzpE88KV2mEUqq-omBEzrsqLTu0z1hu9YPohX6r2Pod7cXsPftijqlfX-MimLhAq0XGZ1msHiRrbr7ewCyuQ/s320/IMAG0741.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Tatari'de bir duvar sivrisinekten sonra en çok karşılaştığımız varlık olan (hepsi de tabağımızda!) ahtapotla bezenmiş.</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihKEDEklS9jLEgtZ2OWtGa2HpG8tbFGui2gWdjgZRmds5v49KoEQIWLWDpdmDztF5MWGi7KkIX_QLudJv_tONF1K4tbLznl8Pq16WVmzfYIrRe0RusnrxNLDjg5qnKJl5w1Dqt-p51Eaqq/s1600/IMAG0750.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihKEDEklS9jLEgtZ2OWtGa2HpG8tbFGui2gWdjgZRmds5v49KoEQIWLWDpdmDztF5MWGi7KkIX_QLudJv_tONF1K4tbLznl8Pq16WVmzfYIrRe0RusnrxNLDjg5qnKJl5w1Dqt-p51Eaqq/s320/IMAG0750.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Gitme vakti yaklaşınca biz!</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Bir seyahatte en zevk aldığımız şeylerden biri yerel halkın içine karışmak, onların alışveriş ettiği yerlerden alışveriş etmek, bunun bildiğim en kestirme yolu, kaldığınız
yeri doğru seçmek. Biz Gera körfezinin orada, zeytin bahçelerinin arasında
(adada tüm Ege Bölgesinden fazla zeytin ağacı olduğunu duyduk) Elianas Tis
Geras diye taş evlere sahip bir apart otelde kaldık, tüm adayı istila etmiş
sivrisinekler burada da kaldığımız odayı mesken tutmuştu, sivrisineklerle konvansiyonel
yollarla (elle öldürme) baş
edemeyeceğimizi anlayınca zirai mücadeleye giriştik, bu da odayı biraz
kirletmemizle ve odayı çok kısıtlı biçimde havalandırmamızla sonuçlandı ama… en
azından rahat uyuduk. Otelin bulunduğu Perama – ki bundan sonra buraya
müsaadenizle köy bile değil mezra diyeceğim- kahvede yaşlılarının pineklediği,
sokağında seyyar satıcıların kamyonetle kiraz sattığı, bakkalından veresiyeyle
alış veriş yapıldığı bir yer… Yine de o kahveden işaret diliyle eşe dosta ve kendime kahve
aldığım için mutluyum, böylece ada seyahatimdeki onca güzel anıdan, güneş
yanıklarından, geceleri pırıl pırıl parlayan yıldızlardan, kumsala ayağım
yandığı için yan yan basmalarımdan, koca sesimle güldüğüm selfielerimden ayrı
olarak, gözümün önünde çekilmiş kahvenin damağımda bıraktığı tuhaf aromatik tat
da, bir süre bana bu iftar ertesilerinde eşlik edecek. Zaten Egenin iki
yakasını aynı kahveye iki milletin de kendi ismini vermesinden daha iyi
açıklayan bir mesel de yok. Bu alışkanlığı dolaylı yoldan bana kazandırıp bu yazının
varlığından bile haberi olmayacak şahsa da, buradan selam olsun ayrıca, hatırı
kalmasın. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZP4dhekekDol0A9VS1kX5jNc6N4SWOpgc6fuVMVg4d0lRdWv6lQ7k88FhL98KgsQzQkx0kVrKShEFp5oo23Le6D3sAIFJ7UMgaU4cG7JRDz5vLYtlf4wG2EyCKa5MJU5MUq_diBQlhA-Q/s1600/IMAG0676.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZP4dhekekDol0A9VS1kX5jNc6N4SWOpgc6fuVMVg4d0lRdWv6lQ7k88FhL98KgsQzQkx0kVrKShEFp5oo23Le6D3sAIFJ7UMgaU4cG7JRDz5vLYtlf4wG2EyCKa5MJU5MUq_diBQlhA-Q/s320/IMAG0676.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;"><span style="text-align: justify; text-indent: 36pt;">Gera's Olive Garden Manzarası, aah zeytin ağaçları!</span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdeJLVbvgBnmtMaTikiFjh9irjqwfHdPbO-5EkDz3VXKTTiqZlgurCuwkUijc0ePWRliAer-wvbPJHTyNyl6-YsuPmjfnXss83ZEogJV2V7I0KOrDSd7dnOylHYVBsCsuwk_xUkcSIpych/s1600/IMAG0693.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdeJLVbvgBnmtMaTikiFjh9irjqwfHdPbO-5EkDz3VXKTTiqZlgurCuwkUijc0ePWRliAer-wvbPJHTyNyl6-YsuPmjfnXss83ZEogJV2V7I0KOrDSd7dnOylHYVBsCsuwk_xUkcSIpych/s320/IMAG0693.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Gün doğarken ve gün batarken yol gitmek...</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCs_P3u5ge5VH2yE0xTP7LShL_mCYxtFY4q02EYlO8Xc5YEZHvUyxpw3GcL7ktsBUoc_4s6yv5j9Axma2rQxMRvvZKJHpOqZAVp5pSU7hQoqTBLqdCeEljKyNqTnfHGRkdqeATfpm6F0yx/s1600/IMAG0682.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCs_P3u5ge5VH2yE0xTP7LShL_mCYxtFY4q02EYlO8Xc5YEZHvUyxpw3GcL7ktsBUoc_4s6yv5j9Axma2rQxMRvvZKJHpOqZAVp5pSU7hQoqTBLqdCeEljKyNqTnfHGRkdqeATfpm6F0yx/s320/IMAG0682.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Petradan sahil manzarası, bu Ayanosa da benzetilen manastırın tepesinden çekildi</td></tr>
</tbody></table>
<span lang="TR"></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center; text-indent: 48px;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicpW0nHQoMUmwSXXdEObDp6Zev3NdyW4XVZEVgPQMH6XL2io3uNzXLOLInO6-R_zNaONU_35pW2hVdbGG3QcNBe0XVAgh_-zFTc9qicX9KSASGC9E1-gd6Vk-Bw-VpIl1w00mwqQK8M5bW/s1600/IMAG0675.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicpW0nHQoMUmwSXXdEObDp6Zev3NdyW4XVZEVgPQMH6XL2io3uNzXLOLInO6-R_zNaONU_35pW2hVdbGG3QcNBe0XVAgh_-zFTc9qicX9KSASGC9E1-gd6Vk-Bw-VpIl1w00mwqQK8M5bW/s320/IMAG0675.jpg" width="181" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="font-size: 13px;">Bu yazıda yok: Kaldığımız otelde bir Arnavutköy kartpostalına denk gelmek... İstanbul beni bırakmıyor!<br />
<br />
</td></tr>
</tbody></table>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-12179126199121783032014-12-24T23:15:00.001+02:002015-01-23T08:10:27.670+02:00Balık Çorbası<div style="text-align: justify;">
Restoranın tüm masalarını görecek kadar müstahkem köşesinde oturuyorum. Yengeç, benim gittiğim en iyi balık lokantası, sahibi vaktinde sigara şirketinde çalışırken istifayı basıp açmış. Aralığın sonu, yılın en soğuk ve kısa günlerinin içindeyiz, ama mekan Urla İskeledeki tüm mekanların aksine dolu. Blogumun okuyucusu olmamasının rahatlığıyla alenen yazıyorum, bilhassa İzmire geldikten sonra can yoldaşım olmuş Fatihle oturuyoruz. En favori yemeğimiz balık çorbasını götürmüş ve koltuğumuzda gevremişiz (Lokantayı deneyeceklere tavsiye: siparişi bir günden önce vermeniz lazım). Balık çorbasını seviyorum, hem hafif hem besleyici oluyor. Ayrıca aklıma yıllar sonra İstanbuldaki öğrenciliğime benzer bir hafta yaşadığım Mavi Turu getiriyor, mürettebattaki yarıdeli aşçı çok iyi yapmıştı ilk içtiğim balık çorbasını. Sadece lokantayı değil Urlayı ve verdiği sayfiye duygusunu da seviyorum, İzmirin henüz sayılı adette olan ex-patları; İstanbuldan ikrah etmiş, dünyalığını yapmış ve emekliliğine gün sayan beyaz yakalar <span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">(ki arasında yazılı medyanın amiral gemisinin eski kaptanı ve refikası da var) İzmirin bu şirin sahil kasabasını mesken tutttular son birkaç yıl içinde. Şehir merkezini iskeleye bağlayan iki taraflı ağaçlı yolu seviyorum, bana memleketimin kasaba yollarını anımsatıyor. O yolun sonunda çıkan ve hava güneşliyken her gidişimde mutlaka uğradığım Karantina adasındaki devlet hastanesinde çay içmeyi, adayı karaya bağlayan tek şerit asfalt yolda arabamı park edip yürümeyi seviyorum. Yemyeşil adanın çoktan AKPye yakın bir müteahhite siteye çevrilmek üzere satıldığını duydum, bir daha giremeyeceğimi bildiğim o mutena adayı her bakir gördüğümde gaz pedalına biraz daha hevesle basmayı seviyorum. Adaya birkaç yüz metre ötedeki iskelede yan yana duran rengarenk balıkçı teknelerinin fotoğrafını çekmeyi, biraz ilerideki parktaki Tanju Okan heykeline bakmayı seviyorum. Bütün bu ritüelleri haftaiçi iş çıkışı yapmayıysa daha çok seviyorum, İstanbulda bulamayacağım ender tatlardan biri.</span></div>
<div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto;">Bütün bu mutluluk kırıntıları, köşemde otururken içimin melankoliyle dolmasına engel olamıyor. </span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Yan masamda orta yaşlı bir çift var, onları gözlüyorum, yeni çıkmaya başlamışlar gibi, oğlan çizgili gömlek ve kanvasla oturuyor, iş çıkışı gelmiş olmalılar bizim gibi, </span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">enerjileri yüksek, hitabetleri mültefit. Yılbaşı planlarından konuştuklarına kulak misafiri oluyorum. </span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Kara kara gelecek hafta gönderildiğim zorunlu iznimde nasıl vakit dolduracağımı düşünüyorum. Elalemin sevgilisiyle ve yakın arkadaşlarıyla gününü gün ettiği önemli günler ve haftalar (kafadan yılbaşı ve sevgililer gününü listebaşı olarak yazabilirsiniz, doğumgünüm bile o klasmana girdi 2014 itibarıyla) bende geçirilmesi gereken birer çocukluk hastalığı gibi. Yılbaşını aileyle geçirsen olmaz (</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Sanki borç alıp iş kurup batırmışsın da, geçinmek için ailene sığınmışsın gibi bir ikiyüzlülük)</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">, evde tek başına geçirmen tam bir eziklik. İnsanlarla tanışmaya ve samimi olmaya dair son yıllarda kendime has teşebbüslerim akamete uğradı, davranışımda gelmez bir yan var, belli. Hayatım içime kapanmak ve kendimi yaptığım işe/hobilerime vermek arasında salınım yaparak geçiyor, işteki durumum da pek parlak değil, tı</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">pkı özel hayatım gibi, takdirden, takdiri siktir et, fark edilmekten mahrum. Niyeyse ve nasıl mütekebbir bir haleti ruhiyeyse </span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">işteki tarzımdan ve performansımdan memnunum, aslında</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"> özel hayatımdaki davranışımla da barışığım, belki bu yüzden döngüden çıkamıyorum, aynı şeyler yapıp farklı sonuçlar bekleyecek kadar alık olduğum için.</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> Sonra geçen Bayramla konuşmamız geliyor aklıma, kendimize en büyük haksızlığı yaşadığımız sorunları biricikleştirmede yaptığımıza karar verdiğimiz o uzun telefon konuşması. Etrafımda benim yaşımda birçok insan farklı statüde ama benzer duygulardan şikayetçi, halbüse bende sadece kendi işim yolumda gitmiyormuş yanılsaması var. Bu gerçeği hatırlamakla, yani kendi mutlu olma ihtimalimle değil, başkasının mutsuzluğuyla teselli oluyorum. Birden yazı yazma duygum depreşiyor, zaten pek konuşmuyorum masada,</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> hesabı istiyoruz. Dönüş yolunda caz müziği çalan bir radyo istasyonu buluyor ve cazın Amerikadan sosyal tarihindeki önemini öğreneceğimiz kaynağı nereden bulabileceğimizi tartışıyor, </span>zifirikaranlık otobanda yol alırken, enerji sıkıntısından kırılan ülkemizin sağa sola büyüklük taslamasının trajikliğinden konuşuyor, zaman zaman ufuk çizgisinde beliren yeniayın etkileyiciği karşısında büyüleniyoruz.</div>
</div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-43059920941500367142014-11-09T20:12:00.001+02:002014-11-10T13:31:58.288+02:00Ne İçindeyim Yıldızların Ne Dışında<div style="text-align: justify;">
Bir filme izleyip biter bitmez birheves duygularımı buraya yazmayalı ne kadar olmuş... Neyse ki Christopher Nolan var.</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Christopher Nolan, ta Mementodan beri, takibi zor twistli senaryoları sevdi, bize de sevdirdi, çoğu hikayesinin senaryosunu kendisi yazdı, fanlarını üzmek istemem, ama hepi topu bir çizgi roman kahramanı olan Batman'e üçlemesiyle vurduğu damga bile aynı seriye ait onlarca film arasından ampul gibi parlıyor. Nolan, şahikası saydığım Prestige'i de aşan bir yapımla vizyonlarda bu hafta: Interstellar (Yıldızlararası). Filmde yönetmenin favori aktörü Michael Kane'le beraber, hastası olduğum iki aktris de oynuyor: Anne Hathaway ve Jessica Chastain. Esas oğlanımızsa geçen sene tertemiz bir oyunculukla ve yine Güneyli aksanını kullandığı Dallas Buyers Club'daki rolüyle Matthew McConaoughey. 170 dakikalık filme ilk sahneden itibaren yakalanıyor ve eski bir Nasa kaşifinin dünyayı kurtarma macerasına eşlik ediyorsunuz.</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
---bu bölümde spoiler veriyorum arada, çirkinleşiyorum---</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Kendi kişisel beğenimle 10/10 zaten, bana yazı yazdırmış, daha ne olsun... Bende filmin ilk çağrışımı Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'iydi, bu filmin de zaman içinde onun kadar kültleşeceğini düşünüyorum. Bir Holywood prodüksiyonunda bilimkurgu filminin etkileyici efektlere sahip olmasını şıtandart bir özellik olarak değerlendirebiliriz, ama uzaya ilk çıktıklarındaki o mutlak sessizliğin yarattığı etki, parayla sağlanabilecek gibi değil. </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Filmde beni en çok etkileyen detaysa lisans eğitiminde fizik dersleri almış birisi olarak kuantum teorisiyle ilgili kavramların (görelilik, karadelikler, uzay-zaman düzlemi vs vs) filmde kullanılmasındaki derinlik ve yerindelikti. Hele solucan deliği bahsinde uzayın iki boyuta indirgenmesini anlatırkenki kadar yalın ve örnekli izah, bir de Geleceğe Dönüş filminde Emmett Brown'ın tahta başında geçmişte yolculuğu anlattığı meşhur sahnede vardı, öyle diim size.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Filmin en duygusal anıysa, kahramanlarımız ilk gezegenden döndüklerinde, zamanın göreliliğinden ötürü 23 sene geçmiş olduğunu öğrendikleri</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> ve mesaj kutularında biriken mesajları okudukları sahnelerdi, görelilik kuramının etkilerinin neler olabileceğini oldukça çarpıcı biçimde kazındı hafızalarımıza.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Eksi hane kısmına gelirsek Matt Damon'ın gezegeninde geçen sahnelerin biraz uzun tutulduğunu düşünüyorum. (Bu arada Matt Damon'ın filmde rol aldığı film vizyona girene kadar saklanmış, ben de yukarıda filmin pazarlama stratejisine riayet ettim :)) Bir de Cooperın (McConaughey) oğluyla ilgi sahnelerin işlevsiz olduğunu düşünüyorum, Casey Affleck her ne kadar çok sevdiğim bir oyuncu olsa da.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Filmin twistli senaryosunun hünerleriyse astronotumuz uzay deliğinde tıkılıyken, beşinci boyutun hikmetiyle beraber ortaya çıkıyor. Filmi izlerken benim de dikkatimden kaçmayan ve filmle ilgili eleştirilerde bahsi geçen konuysa, astronotumuzun ikilik sistemde koordinatları vermesinin yarattığı paradoks: zaten o koordinatları bulduğu için bu göreve çıkmamış mıydı? Burada kafamın karıştığını itiraf etmem lazım...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">---bu bölümde spoiler veriyorum arada, çirkinleşiyorum---</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Filmde Hathaway'in hayat verdiği Brand'in belirttiği üzre, zamana da oksijen ve yakıt gibi sınırlı bir kaynak olarak bakmamız gerekiyor. Hem Tanpınarın Saatleri Ayarlama Enstitüsünden fırlamış gibi duran bu cümlesini </span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">felsefi ve bilimsel olarak hatırlatan bir film çektiği için (saatin bozulması kısmına hiç girmiyorum, utanmasam Nolanın kitabı okuduğunu iddia edeceğim)</span><span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">, hem de 170 dakika boyunca gözünü kırpmadan izlenebilecek bir bilimkurgunu filmini bu kadar altını doldurarak yarattığı için, Christopher Nolan çağdaşları arasında işinin en iyisi.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="-webkit-text-size-adjust: auto; background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">PS: Yazımın bonus materyali olarak NASA, filmin vizyona girdiği vakitte, Voyager'ın interstellar seferinden bir kayıt paylaşmıştı: </span><a href="http://youtu.be/LIAZWb9_si4" style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">http://youtu.be/LIAZWb9_si4</a> Bu kıyağımı da unutmayın :)</div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-71614196082531827302014-08-21T23:11:00.001+03:002014-08-22T09:04:20.751+03:00Yunanistan Yazıları 2- Aylaklık, Çocukluk, Hafiflik<div style="text-align: justify;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxjFl-CCXIhvDXp6mz6MiQODR5ZzHy5AP2Lwd_QYf_q1C_3U9bmVySauUkshfTu9bAYEgrp2TRTg3OjScpeDVJ_kjTTc-VgsTrKgAUjjcjJuNEVQCNKpsLZC2V7BmO7ZW3hi41dynhRyGN/s1600/rota.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxjFl-CCXIhvDXp6mz6MiQODR5ZzHy5AP2Lwd_QYf_q1C_3U9bmVySauUkshfTu9bAYEgrp2TRTg3OjScpeDVJ_kjTTc-VgsTrKgAUjjcjJuNEVQCNKpsLZC2V7BmO7ZW3hi41dynhRyGN/s1600/rota.jpg" height="216" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small;">Tatil rotamız, 730 km görünüyor, biz 1300 yaptık!</span></td></tr>
</tbody></table>
<span style="color: #222222; font-family: arial;"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></span>
<span style="color: #222222; font-family: arial;"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">İstanbul için Sultanahmet neyse, Atina için Akropolis odur: Şehrin arz noktasında ve en göz alıcı tepesinde, şehrin kimliğini ve karakterini oluşturan tarihi bir yapı, şehre mağrur bir edayla asırlardır nazar eder. Akropolis, benim gibi mitoloji cahilleri için bile, Antik Yunan kültürünü (ve bu kültürün Bizans/Roma imparatorluğuna attığı imzayı) cazip kılacak kadar iyi korunmuş durumda. Son derece geniş bir yüzölçümüne yayılmış bu yaşayan tarihi sıcak bir yaz gününde gezmek size yorucu gelecekse, güneşin tepede olduğu saatlerde Akropolis müzesinin nadide eserlerinin sergilendiği kapalı müzeyi gezip, arazideki antik yapılara gün batımına doğru bakabilirsiniz. Arazide mutlaka görmeniz gerekenler listesi yapacak olursak: Stoa of Eumenes, Odeon of Herodes Atticus, Dionysos Tiyatrosu, Parthenon olarak sayabiliriz. Akropolisin güney ayağında ayrı bir girişle (Akropolis bileti tabi ki geçiyor) Olympian Zeus Tapınağı da gün batımında fotoğraf için çok keyifli oluyor...</span></span><br />
<span style="color: #222222; font-family: arial;"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgSIASyoeBJtfVunPfuZ14aREW9TTsL5q7yZk6Z-bFtBmP0HD3gCH8_dOYHHV4unSMz2BR8atCDyA3AObc_PBCsSo7ccUQSPYY6V9WoTA7t3J7YDVYYIWBEW4JT29U1wDZez7K1cB3GxNvt/s1600/IMAG0301.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgSIASyoeBJtfVunPfuZ14aREW9TTsL5q7yZk6Z-bFtBmP0HD3gCH8_dOYHHV4unSMz2BR8atCDyA3AObc_PBCsSo7ccUQSPYY6V9WoTA7t3J7YDVYYIWBEW4JT29U1wDZez7K1cB3GxNvt/s1600/IMAG0301.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="font-size: small;">Akropolis'teki tarihi tiyatro</span></td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJONUyV4BcJsKyclzCWPq3IWJZ70hTmJxkuzK6aFuk_jYM5bLneOVm21_6VFRtp86y1dgGvfdj0-_M6OikAXRDj2oyB3k0mdpY4nCqnCerfAZu587N439pSnjf_sG5rRlChq4w1mQ0LwWL/s1600/IMAG0325.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJONUyV4BcJsKyclzCWPq3IWJZ70hTmJxkuzK6aFuk_jYM5bLneOVm21_6VFRtp86y1dgGvfdj0-_M6OikAXRDj2oyB3k0mdpY4nCqnCerfAZu587N439pSnjf_sG5rRlChq4w1mQ0LwWL/s1600/IMAG0325.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="font-size: small;">Akropoliste kaplumbağa olmak vardı anasını satayım</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwMGo7deNTZbPC0b7U4SWSO2-9LxAiy_NYHMxL1bUhy7QAU1y-ce-eiPK0MnWxotMldYhzPI2lAfAmqGiz9CW6i5-XWN_Q0tLSzit19wW5t3260dKvq2oaXspX01f0X3h0QGY2nJA3zdTQ/s1600/IMAG0339.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwMGo7deNTZbPC0b7U4SWSO2-9LxAiy_NYHMxL1bUhy7QAU1y-ce-eiPK0MnWxotMldYhzPI2lAfAmqGiz9CW6i5-XWN_Q0tLSzit19wW5t3260dKvq2oaXspX01f0X3h0QGY2nJA3zdTQ/s1600/IMAG0339.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0); font-size: small;">Yukarıda bahsettiğim Zeus Tapınağı renkleri bu, gün batımına doğru uzayan ışıkta çok daha etkileyici</span></td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Başkentin tamamen müflis bir vaziyette olduğu doğru: Binalar metruk, dükkanlar kapalı, inşaatlar yarım, şehirde ve ülkede bir miskinlik var, Atina dahil gittiğimiz yerlerde sanayiye dair bir şey görmedik. Ama Yunanistanın vaat ettiği zaten para basan fabrikalar, büyük ve donanımlı arge labaratuvarları, gıcır arabalar değil, başka bir dünya tasavvuru, ki o tasavvurda çocukluğuma dair anılar var, mesela mahalledeki çeşmeye ağzımızı dayayıp kana kana su içtiğimiz zamanlar: Havaalanından, Akropolise, sonradan gezeceğimiz Olimpiyadan turistik adasına kadar tüm ülke sathına yayılmış sebillerin bendeki çağrışımı başka bir şey olamaz zaten. Mesela bir Avrupa ülkesinde de çocukların sokak aralarında top oynadığını görmenin bahtiyarlığı, mesela akşam sekiz dokuzdan önce kapanmayan mağazalarda dolanmak; Akropolisin olduğu sokakta, şehrin göbeğinde açık hava sinemasının faal olduğunu hala görüp özlemek de o tasavvura, o tasavvurun verdiği o serinlik ve rahatlık duygusuna dahil. Dahası, Yunanistan, o tasavvurun bile zaman zaman bir tık fazlası: Küçük bir çocuk polis tarafından katledildiğinde, emniyet müdürü ve içişleri bakanının anında istifaya zorlandığı insan haklarına saygılı bir devlet. Bu topraklarda büyümüş birine "bunlar burda da mı var lan" dedirten başka benzerlikler: Basbayağı kahvehanenin önünde oturup tesbih çeken, sol kol dışarıda geniş geniş araba kullanan mütebessim Yunanlılar, sabahın bir saatinde megafonla sokaktan geçen seyyar manavlar (Fatih 'overlokçu herhalde' dediydi), atarlı garsonlar, yeşilliklerin ve zeytin ağaçlarının içinde, pek çoğunda giriş ücreti olmayan, kablosuz interneti olan masmavi ve upucuz plajlar: Lagonissi, Agia Marina, Anavsissos ve diğerleri... Bu plajların en fahiş giriş ücretine sahip olanı, 9€ ile bir göl olan Lake Vouliagmeni. Bu suyu turkuaza çalan renge sahip gölde sizin derinizi ısıran küçük balıklarla yüzmek değişik bir haz veriyor cidden.</span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: 'Times New Roman'; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: center; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><div style="margin: 0px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivt1lkoVLipsIzTD5vxgN0cJg4kClPDlsVc99LnbKQDvzvX6S-1zp1Ag1gaAcRvi8m5FgwzllsDmzzn52cY_jTlM6eWKuTeO0hgIeeSxMYjUlNgVtzzH4QIfefWuZlCB4NgjSYmq_kgYnT/s1600/IMAG0327.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivt1lkoVLipsIzTD5vxgN0cJg4kClPDlsVc99LnbKQDvzvX6S-1zp1Ag1gaAcRvi8m5FgwzllsDmzzn52cY_jTlM6eWKuTeO0hgIeeSxMYjUlNgVtzzH4QIfefWuZlCB4NgjSYmq_kgYnT/s1600/IMAG0327.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></div>
</td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><div style="margin: 0px;">
<span style="font-size: small;">Çocuklukta lolipop kadar sevilen şeyler: Yazlık sineması</span></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLnFp-zrFCFkTZK2iWNDcZqYlJPAZnQwSt0Qcgo2Fd_IOZpojfma0J2P_4F5rdIRWd7odzyFD3qVHnYLtfGvgrJFOguPjEKcOlplzQIf-Bs4TYlkBi3k7PyYaWXP6N50ZF36oCzy6w8kNn/s1600/IMAG0488.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLnFp-zrFCFkTZK2iWNDcZqYlJPAZnQwSt0Qcgo2Fd_IOZpojfma0J2P_4F5rdIRWd7odzyFD3qVHnYLtfGvgrJFOguPjEKcOlplzQIf-Bs4TYlkBi3k7PyYaWXP6N50ZF36oCzy6w8kNn/s1600/IMAG0488.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small;">Yunanistan tatilimizin özeti</span></td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: center; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td><div style="margin: 0px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjufLK5PfXkrjUFEVDJK6mm5wLG3c1Ax7ozcnjpJJOBU6gCKfRub9p9RpRCMA9asPJmYxq2ggZIT-XxIuriwrDlBylllswiFy0uhEh1SLijTgLP82AuoVt90Eam-wQgtp-IICMb7q68gQuX/s1600/IMAG0486.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjufLK5PfXkrjUFEVDJK6mm5wLG3c1Ax7ozcnjpJJOBU6gCKfRub9p9RpRCMA9asPJmYxq2ggZIT-XxIuriwrDlBylllswiFy0uhEh1SLijTgLP82AuoVt90Eam-wQgtp-IICMb7q68gQuX/s1600/IMAG0486.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></div>
</td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px;"><div style="margin: 0px;">
<span style="font-size: small;">Yunanistan plajlarındaki tavernalar gayet nezih, tıkış tıkış olmayan ve hesaplı restoranlar</span></div>
</td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Akşamları şehrin Taksime tekabül eden meydanı Synagma'nın devinimi çok eğlenceli. Biz ilk gün o civarda, ikinci gün şehrin varlıklı kesminin oturduğu Eleas Gi'de yemek yedik. Bu restoran, ritüellerle bezeli girişi, kartal yuvasını andıran manzarası, değişik mezeleriyle mutlaka uğranılması gereken bir durak.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
</div>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Atinada bir gece daha kalsaydık Pire ve Attica taraflarına gitmek isterdim, ama tekeri döndürüp Patra üzerinden Zakynthos'a doğru yol aldık. Patrada bir kahve içimlik soluklandık, gördüğümüz diğer liman şehirleri gibi, bu Yunanistanın en büyük üçüncü şehrinin de hareketli bir çarşısı vardı. Bu rotayı kuzeyden yaparsanız, antik Delphi şehrini de gezme imkanınız olur. Biz turistik ada Zakynthos'a gitmek üzere Kyllini'ye varmamız gerektiğinden orayı bypass ettik, Atina - Kyllini 300 km civarında bir yol ve yolun yarısında otoban yapım aşamasındaydı, ki ben o yolu sevgili Yunan karayollarının tamamen kafasına göre aldığı otoban ücretlerine bozukluk denkleştirmek ve muntazman arabanın radyosunu kurcalamakla yedim.</span></div>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Kyllini'de şehre 3 km mesafedeki Fragos Garden Studios'da beklentimizin çok ötesindeki apartın yeşil bahçesinde bolca kendimizle hesaplaşma imkanımız oldu, orada bahçede fotoğraf çekilip karşıladığımız günbatımında balkona dolan huzur elle tutulacak seviyedeydi sanki. Ama günümüzün iyi geçeceği Kastronun manavını ihya edip, Analipsinin dalgalı plajında burayı Shawshank Redemption'daki ağacın altına benzettiğimizde belli olmuştu zaten... Biz Atina hariç hep beklentimizin ötesindeki otellerde, hep iyi fiyatlara kaldık, ama arayana 4-5 yıldızlı kendi beachi olan oteller gittiğimiz en ufak ve turistik görünmeyen yerleşimlerde bile mevcuttu. </span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="color: #222222; font-family: arial; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_XJQNomE_YWJKi5dH5FMiEvjT4cTy-nAY0k1HQ4HsHYMrRG9AJROZBgpvghoVJ6rft0J9H86bELo6WxUJZB14dIVW4IOs_W8BqQWxFBET_ROUnEnmuqhgTeVJHTSnsfwALKLDNsWzxeUz/s1600/IMAG0368.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_XJQNomE_YWJKi5dH5FMiEvjT4cTy-nAY0k1HQ4HsHYMrRG9AJROZBgpvghoVJ6rft0J9H86bELo6WxUJZB14dIVW4IOs_W8BqQWxFBET_ROUnEnmuqhgTeVJHTSnsfwALKLDNsWzxeUz/s1600/IMAG0368.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="font-size: small;">Kyllini'den yukarı çıktığınız zaman Kastro'dan göreceğiniz manzara</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<div class="separator" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; clear: both; color: #222222; font-family: arial; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin: 0px; orphans: auto; text-align: center; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; color: #222222; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRe0kwysO2ZtfLsZnACBeNKTvEWc0dtY2O1w_B7sUgC6o7Ga-h668nMXG1VyK9oTMb4hgfIIyulnScIJSQHkVsweVvO4-H7D4Hm-_aJ_0SaceA3U4zTdOBgDWptc4ymNUD0sj4nxyjZTQA/s1600/IMAG0380.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRe0kwysO2ZtfLsZnACBeNKTvEWc0dtY2O1w_B7sUgC6o7Ga-h668nMXG1VyK9oTMb4hgfIIyulnScIJSQHkVsweVvO4-H7D4Hm-_aJ_0SaceA3U4zTdOBgDWptc4ymNUD0sj4nxyjZTQA/s1600/IMAG0380.jpg" height="320" style="cursor: move;" width="191" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Kendiyle hesaplaşan adam bu bölümde, Fragos Garden'ın asude bahçesinde...</span></td></tr>
</tbody></table>
</div>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVNYjFqOxWVCrKuGJHWxltDjeb77s1D-JqRXWjG3eYp9H3g_CdqwJsK3NGfJFTB1cRg2nBu3xmdi5ttvYTRGwAh52QxR_bTeQJoFH6y5g-QsYi61jkeNgkvTcVnFg6dWIcH9MBfC1OUjsC/s1600/IMAG0410.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVNYjFqOxWVCrKuGJHWxltDjeb77s1D-JqRXWjG3eYp9H3g_CdqwJsK3NGfJFTB1cRg2nBu3xmdi5ttvYTRGwAh52QxR_bTeQJoFH6y5g-QsYi61jkeNgkvTcVnFg6dWIcH9MBfC1OUjsC/s1600/IMAG0410.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Zeytinyağı önemli hafız</span></td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td class="tr-caption"><span style="background-color: white; color: #222222; text-align: start;"><span style="font-size: small;">Tatilimizi planlarken bizim için Zakynthos adasına geçişten öte bir anlam taşımayan Kylliniden bu güzel anılarla ayrıldıktan sonra, sabah feribota atlayıp (imkanınız varsa high seasonda bileti bi gün önceden alın, kafanız rahat olsun) artık turistik hale gelmiş Zakynthos adasında iki gece konakladık. Şehrin merkezinde konakladığımız Otel Yria'nın, asgari konfor koşullarını muntazaman karşıladığını söyleleyim. Zakynthos, batık geminin kumsalına vurduğu Navaggio Plajıyla ve denizinin buz mavi rengiyle meşhur, adanın batısındaki bu plaja hem şehir merkezinden, hem de Zygia Plajından feribotla ulaşabilirsiniz. Batık gemi namını hak ediyor, adaya geldiyseniz görmeden dönmeyin, ama tüm Yunanistan gezimizde en turistik yerin de bu ada olduğunu söylemem lazım. Adanın güneyindeyse bir caretta caretta adası var, Keri ve Dafni plajlarından buradan kalkacak turlara katılabilirsiniz. Bu tekne turları konsept olarak benzese de, Ölüdeniz ve Kuşadasındaki muadillerinden daha nezih turlar, sonuçta bangır bangır yazın en cıstak şarkısına maruz kalmadan geziyorsunuz. Restoran olaraksa Rakomeladiko ambiyansını da katarsak fena değildi, Ammos Tavernaysa onun iki tık üstüydü, balık çorbasının yazarken tekrar anımsadım ve resmen ağzım sulandı... Bu arada bir hafta boyunca tüm Yunanistanda gittiğim hiçbir restoranda saganaki, feta cheese ve cacığın kötü olduğunu görmedim, öğlen akşam da kalamar/karides/ahtapot üçlüsünden ikisini yedik ki genelde soğukta mezeler 4-6€; sıcakta 8-12€ arası oynuyor ama porsiyonlar ziyadesiyle büyük, ama bilhassa İzmirlilerin aşina olduğu üzre yok lağostu, adabeyiydi veya başka tip balıkların buradaki restoranlarda olduğu gibi kiloyla satılıp kızartıldığına pek denk gelmedik.</span></span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><div style="margin: 0px;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaXjca9apvydhQT6zWjT6TniwW6Hj2DHnjiabFF-vYJaonbX3ATawhb_tP86yS7FUBal1LmOQMZ8y3mI5dLkKEGmB8ocZJaRHcS10esr50PJ_H7gDFnE570iJMwgvxzyDJSezzU55CO-DN/s1600/IMAG0416.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaXjca9apvydhQT6zWjT6TniwW6Hj2DHnjiabFF-vYJaonbX3ATawhb_tP86yS7FUBal1LmOQMZ8y3mI5dLkKEGmB8ocZJaRHcS10esr50PJ_H7gDFnE570iJMwgvxzyDJSezzU55CO-DN/s1600/IMAG0416.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></div>
</td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><div style="margin: 0px;">
<span style="color: #222222;"><span style="font-size: small;">O maviyi gördük, Navaggio Sahili, Zakynthos</span></span></div>
<div style="margin: 0px;">
<span style="color: #222222;"><span style="font-size: small;"><br /></span></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmDQDitUuHjWtI3EYsBSvAUMESjZzk6WdAxYKhmmKz_oNn90CG1EEfJ8HuP6PzGJflhbH6bJlgnqJTOqV1yYWX6CVl_HUUIJeJ0TA1Hno8zVIa67BqQSSr29zKMmfYy05iLZrlHOEvLstI/s1600/IMAG0427.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmDQDitUuHjWtI3EYsBSvAUMESjZzk6WdAxYKhmmKz_oNn90CG1EEfJ8HuP6PzGJflhbH6bJlgnqJTOqV1yYWX6CVl_HUUIJeJ0TA1Hno8zVIa67BqQSSr29zKMmfYy05iLZrlHOEvLstI/s1600/IMAG0427.jpg" height="320" width="191" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="font-size: small;"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Havadan yana talihsizdik Zakynthosta,batık geminin olduğu plajı gezerken de hava zaman zaman kapandı</span></span></td></tr>
</tbody></table>
</td></tr>
</tbody></table>
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0); color: #222222;"><span style="font-size: small;">Esnafı kalkındırma hamlemizin bir diğer ayağıysa arabanın lastiğini patlatıp Yunanistanın lastik tamircilerinde soluğu almamızdı, Yunanistanda, bilhassa küçük yerlerde araba kullanırken dikkatli olmakta fayda var, güneşin bağrında lastik değiştirip Tarzanca lastikçilerle anlaşmaya çalışmak çok eğlenceli olmayabiliyor...</span></span></div>
</td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Zakynthostan Antik Yunanda olimpiyat oyunlarının yapıldığı Olimpia şehrine yol aldığımızda, aracımızın kadranı 1000 kmyi vurmuştu ve biz artık dönüş rotamıza girmiştik. Olimpiadaki kalıntılara dair en beğendiğim, tüm kalıntıların arasında göğe uzanan zeytin ağaçlarının altında nefeslenmek, o ağaçların altında öbekleşmiş turist gruplarının ilgiyle dinlediği mihmandarlara kulak kabartmaktı. Olimpiyanın müze kısmını da gezmenizi tavsiye ederim, hele benim gibi Ridley Scott'ın Gladyatör'ü sizin için bir filmden daha fazlasıysa, Lucius'un büstünü, Marcus Aurelius'un çift atlı zırh kuşanmış heykelini görmek sizi o filmin atmosferine tekrar sokacak... </span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><br /></span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<div class="separator" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; clear: both; color: #222222; font-family: arial; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin: 0px; orphans: auto; text-align: center; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; color: #222222; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjkGH_0yUM2r5Nnm_RWOIxppL3BZzY_GZIXcvogUgM3AUY83CbsTjxSFYydlrBjdy4rn1sBeSQBGqWzn4jWa7DeDC_Y_ZIcQC2FDLUMQkWYBqokrYbK82dFfOIjF8VdXLRfTnssCNOJyqhD/s1600/IMAG0449.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjkGH_0yUM2r5Nnm_RWOIxppL3BZzY_GZIXcvogUgM3AUY83CbsTjxSFYydlrBjdy4rn1sBeSQBGqWzn4jWa7DeDC_Y_ZIcQC2FDLUMQkWYBqokrYbK82dFfOIjF8VdXLRfTnssCNOJyqhD/s1600/IMAG0449.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Bundan asırlar önce olimpiyatların yapıldığı Olimpia'daki belki de en fotojenik kalıntı</span></td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="color: #222222; font-family: arial; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEQZJ0ODP9xA5xM3pl8-96RfPOj8Q01EBwFqxWkBSpOZOPyewWB_8m6N92-yRfSG_apvaFFtdv9Tq5r9rMo-GmdYk3novont46Z3H1IqTJgQHc6h2dD86ZKhkZU9g6WmObKyg10tUxOORE/s1600/IMAG0457.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEQZJ0ODP9xA5xM3pl8-96RfPOj8Q01EBwFqxWkBSpOZOPyewWB_8m6N92-yRfSG_apvaFFtdv9Tq5r9rMo-GmdYk3novont46Z3H1IqTJgQHc6h2dD86ZKhkZU9g6WmObKyg10tUxOORE/s1600/IMAG0457.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption"><span style="font-size: small;">Olimpia'nın müzesinde görülmeye değer parçalardan kalkan üzerindeki motifler</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="color: #222222; font-family: arial; text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<div class="separator" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; clear: both; color: #222222; font-family: arial; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin: 0px; orphans: auto; text-align: center; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></span></div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; color: #222222; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVKPTFdumKBqy6DL9lO7xMGSXNjq5FdNzuObfztTQkICdJ__GRX_zQTkG7RwBeWd2P7mPDwwJo1z1HaTNSX2BTD4pQjfvr_ICxue8cJhLYh-QGWVlr89SHatb3JCIpdbZv1Bba565i3doW/s1600/IMAG0461.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVKPTFdumKBqy6DL9lO7xMGSXNjq5FdNzuObfztTQkICdJ__GRX_zQTkG7RwBeWd2P7mPDwwJo1z1HaTNSX2BTD4pQjfvr_ICxue8cJhLYh-QGWVlr89SHatb3JCIpdbZv1Bba565i3doW/s1600/IMAG0461.jpg" height="320" style="cursor: move;" width="191" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Gerçekten inanılmaz: İmparator Marcus Aurelius'un ikiz atı, Gladyatör filminde Maximus bundan bahsediyordu, sinefiller hatırlayacaktır.</span></td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmj3CV-sJdh8Dk90TRsoNT33gRCDVYbgtHapCYzrg8SENQrWfdOQApIQP6ZdYakrYFRhscf-p7_zBaOlI6r2n6BoaNVIXCbUV9awb8Ru8RjRFOGEFto3TVVxKCkrKh2lItw-JCWhZWVN0a/s1600/IMAG0366.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmj3CV-sJdh8Dk90TRsoNT33gRCDVYbgtHapCYzrg8SENQrWfdOQApIQP6ZdYakrYFRhscf-p7_zBaOlI6r2n6BoaNVIXCbUV9awb8Ru8RjRFOGEFto3TVVxKCkrKh2lItw-JCWhZWVN0a/s1600/IMAG0366.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small;">Olimpianın kalıntıları arasında bir göğe bakma durağı</span></td></tr>
</tbody></table>
</div>
</div>
<div style="color: #222222; font-family: arial;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);">Olimpiadan sonraki durağımız Nafplion hepi topu 35 000 nüfuslu tipik bir liman kasaba irisi olmasına rağmen Yunanistanın Osmanlıdan bağımsızlığı kazandıktan sonraki ilk başkenti olması hasebiyle ülkenin yakın tarihinde kilit bir öneme sahip. Tıpkı Kyllini gibi, şehre ilk girdiğimizde burada konaklamakla doğru yapıp yapmadığımızla ilgili çekincelerimiz, ayrılırken yerini özleme ve dönüş biletini yakma hayaline dönüşmüştü bile. Şehrin alametifarikası, Yunan İsyanında da kilit çarpışmaların yaşandığı Palamidi Kalesi, şehrin kurulduğu ovaya ve limana son derece müstahkem bir tepeden bakıyor, eğer öğlen olmadan gelebilirseniz güneşi arkanıza alıp çok güzel pozlar yakalayabilirsiniz. Denize girmek için Tolo tarafındaki Plaka, Psili Amos ve Iria plajlarını tercih edebilirsiniz, özellikle kampçıların da karavanlarıyla konaklama alanı olarak kullandığı Iria tarafındaki plajlar çok huzur vericiydi. İlk gün, şehirde sadece müdavimleri tarafından bilinen çıkmaz sokaktaki yerini ancak adres sorarak bulabildiğimiz O Pseiras isimli et lokantasında yedik. Yunanlıların kokoreçi aynı kelimeyle çağırsalar da pişirme usülünden anladığı bizimkinden biraz farklı, onu diyebilirim. Nafplionun kalabalık çarşısında salınmak, daha önceki yazımda da belirttiğim üzre, bana Kaş'ı anımsattı diyebilirim, merkezdeki dondurmacıdan aldığım külahla sokaktaki bir apartmanın merdivenlerine oturuduğumdaki hafiflik ve serinlik duygusuyla, yazlıkta bir zamanlar gölgesinde serinlediğimiz asma ağacının altında arkadaşlarımla gecenin bir yarısına kadar oturduğumda hissettiğim bahtiyarlığın akraba olduğunu, işte o zaman keşfettim. Bu yaza dair başka bir şey keşfetmeme gerek kalmamıştı. Ne de olsa bir hafta boyunca aylak aylak tatil yaparken, Ege'nin karşı yakasında büyümüş olmanın burayı anlamak için yeterli olduğunu görmüştüm.</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: 'Times New Roman'; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSDOyWRj5UbDjenq0kqLMSu5bAvRbWHfGrkm_9KsA74E1qIywGGcNbDIxTWP5Ezap4srqFmIABbyI3yUgsQm0mmI5cHZPPDIZXEzwNHIhDhF4HVzO0KwUR87BHXNSxXuZRxs3vQxg7oEmU/s1600/IMAG0483.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSDOyWRj5UbDjenq0kqLMSu5bAvRbWHfGrkm_9KsA74E1qIywGGcNbDIxTWP5Ezap4srqFmIABbyI3yUgsQm0mmI5cHZPPDIZXEzwNHIhDhF4HVzO0KwUR87BHXNSxXuZRxs3vQxg7oEmU/s1600/IMAG0483.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Palamidi Kalesinden Panoramik Nafplio Manzarası</span></td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIdAJoDRw8Ae5ZS_fSatj1RxTeU5-cFCyIq-U3RIUsMmF1xvIiSDGXGNn4wptg12XD7c1NieBSfpBwbtaRDDylmSfsyIPK_nKBY4UvgKz4nOO-bti6OacisSXexPfzBl6C4bLbwaC6FdeI/s1600/IMAG0479.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIdAJoDRw8Ae5ZS_fSatj1RxTeU5-cFCyIq-U3RIUsMmF1xvIiSDGXGNn4wptg12XD7c1NieBSfpBwbtaRDDylmSfsyIPK_nKBY4UvgKz4nOO-bti6OacisSXexPfzBl6C4bLbwaC6FdeI/s1600/IMAG0479.jpg" height="320" width="191" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small;">Nafplio'da Savaş Müzesi</span></td></tr>
</tbody></table>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="-webkit-text-stroke-width: 0px; font-family: arial; letter-spacing: normal; margin-bottom: 0.5em; margin-left: auto; margin-right: auto; orphans: auto; padding: 6px; text-align: justify; text-indent: 0px; text-transform: none; widows: auto; word-spacing: 0px;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguFGULI2OHdse7WP8IFRdpfMDeTdMEz7v6OBhCTR7CBZb8M8qi9ceD_45weNevDDU38SQC_8PTFtcRF7gArd3OpB_yIapYb62wQxnku5ogUJ4z1U4S1t78GOnxbHP2snb_W1QiUB0DUdbr/s1600/IMAG0478.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguFGULI2OHdse7WP8IFRdpfMDeTdMEz7v6OBhCTR7CBZb8M8qi9ceD_45weNevDDU38SQC_8PTFtcRF7gArd3OpB_yIapYb62wQxnku5ogUJ4z1U4S1t78GOnxbHP2snb_W1QiUB0DUdbr/s1600/IMAG0478.jpg" height="191" style="cursor: move;" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="padding-top: 4px; text-align: center;"><span style="font-size: small;">Nafplio'da Gravürcü, fotoğraf 1850'lerde Rumelihisarından İstanbulu gösteriyor </span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEXOTBoUVdLTQeNPa4NtuboNjsFf-1My0k51oUJBrDMvSDJQC1bT8A6tSh5MD4zWU-EOhjBsDqLEvqJeTakUHVg_DzmDGSVC9S6z2ckjYfwqrzKBoXGbeyjfZUgYJ2xUwhUkhYDQnEQ361/s1600/IMAG0340.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEXOTBoUVdLTQeNPa4NtuboNjsFf-1My0k51oUJBrDMvSDJQC1bT8A6tSh5MD4zWU-EOhjBsDqLEvqJeTakUHVg_DzmDGSVC9S6z2ckjYfwqrzKBoXGbeyjfZUgYJ2xUwhUkhYDQnEQ361/s1600/IMAG0340.jpg" height="191" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small;">Sizce?</span></td></tr>
</tbody></table>
<div class="separator" style="clear: both; font-size: small; text-align: center;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"></span></div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-22957825404121815912014-08-11T01:01:00.001+03:002014-08-12T10:30:15.277+03:00Yunanistan Yazıları 1- Memleket Neresi?<div>
<div style="text-align: justify;">
Nafplion 35000 nüfuslu bir Yunan liman şehri. Bir hafta boyunca yaptığımız 1200 km sonunda son kez bir Rum tavernasında yarısı Türkçe mezelerden müteşekkil (cacciki, kokoreçi, fava, kalamari, kelimesi bile aynı olanlar grubuna dahil; patlıcan ezme, etli sarma, baklava, kadayıfsa aynı tat fakat Yunanca kelimelerle mevcut, Türk kahvesiyse tüm ülkede Yunan Kahvesi olarak geçiyor) bir ziyafet çekmek için şehre inip, güzelim şehrin Alaçatı/Kaş karışımı sokaklarında uçarcasına hafiflikle salınırken, bir hediyelikçi dükkanına takıldı gözüm. O kadar yoğun gezmiştik ki, magnet/ayraç/incik boncuk faslı son güne kalmıştı, ama sabah kertildiğimiz yetmemiş olmalıydı ki Fatihi dükkana sürükledim, bir haftada öğrenebildiğimiz üç Yunanca kelimeden biriyle selam verdik: Kalispera!</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Dükkanın yaşlı, ak çember sakallı, şişman sahibi <span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">okuduğu kitaptan kafasını kaldırmadan, selamı aldığını hissettiren Yunanca bir cevap verdi. (Turist olmadığımızı sandıklarını düşündüğümüzde oryantalist bir zevke kapılıyorduk) Bir süre dükkanda parıldayan zırhlara, kılıçlara ve diğer hediyelik eşyalara hayran hayran bakıp, paramıza kıyıp kıyıp kıymamanın tereddüdüyle dükkanın arkasındaki zemin katta vakit eğledik, Fatih kız arkadaşına güzel bir küre aldı, Yunan mitolojik şeysi vardı içinde sanırım figür olarak, mitoloji konusundaki cahilliğimi mazur görün. Adam büyük bir ciddiyetle hediyeyi güzel bir paket yaptı, o esnada benim gözüm adamın okuduğu kitaba takıldı, latin alfabesiyle Amin Maoulof'un adı, okuyup anlayamadığım Grek alfabesiyle de kitabın adı yazıyordu. Derken kitabın arasından uç veren ayracı fark ettim: Basbayağı Karadeniz yazıyordu, Türkçe. Adam sabah girdiğimiz gravürcüdeki gibi iş için Türkiyeye seyahat etmiş, veya o gece tavernadaki Rum komi gibi Türkçeye merak salmış ve öğrenmeye çalışmış olabilirdi. İngilizce, "bu ayraç Türkçe, değil mi?" </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">diye sordum. Biraz duraksadı, ilk kez o zaman bize baktı (veya bana öyle geldi), dudağının kenarında hafif bir gülümseme ve sonradan öğrenilmediği çok belli bir Türkçeyle bizi dumur eden soruyu sordu: Memleket neresi?</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">"Siz Türk müsünüz?" değil, 'Nerelisiniz" değil, "Nerde yaşıyorsunuz" hiç değil... "Memleket neresi?" (Üniversitede Humanities dersinde Selim Deringilin bu cümlenin </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">milleti ve aidiyeti tanımlayan bir soru kalıbı</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> olduğundan bahsettiği bir an şimşek gibi kafamda çaktı.) </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Gayrimüslimlere has bir aksanı vardı ama duraklamadan ve çok akıcı konuşuyordu, heyecanla cevap verdik, bir daha da aramızda Türkçeden başka dilde konuşmadık: </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">- Biz İzmirliyiz, siz?</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">- Ben İstanbulluyum, Beyoğlunda doğdum. 82de göçtüm, 26 yaşında. Şu an artık oralarda ev kalmadı tabi. </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">- En son ne zaman geldiniz?</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">- Her sene geliyorum. Babam hala orada.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Benzer hikayeler duymuştuk. Çağan Irmak'</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">ın güme giden Dedemin İnsanlarını izlemiştik. Ama bütün bunlar Alexandros Zacharopoulosla ("Türkçe adım Ali Şekercioğlu" demişti) tanışmanın şerefini ve heyecanını azaltmamıştı. Hızla hayat hikayesini anlatmaya başladı, Çengelköyde oturan kalorifer tesisatçısı babasının Ta</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">rabya otelinin inşasında çalıştığından, annesinin Vaniköyde oturduğundan, evlenince Kuzguncukta yaşadıklarından bir çırpıda bahsetti, bütün bunları yaparken bir yandan da bilgisayarından evrakı metruke kabilinden en yenisi 60 senelik aile ve İstanbul fotoğraflarını gösteriyordu. Dönmeyi düşünüp düşünmediğini sordum, her gün yaşamaktan nefret ettiğim bu ülkenin yine de 82deki halinden daha iyi olduğunu biliyordum, "hayır" dedi. "İstanbul artık kocaman bir taşra. Vitrinler dolu ve güzel, ama arkası bomboş." </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Ben göç hikayesini biraz provoke ettim, Alexandros Beyin niye geldiğini anlamaya çalıştım, sanırım AB vatandaşlığı biraz cazip gelmişti, söylediklerinden ben öyle anladım veya. 1986da </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">konsolosluğa gittiğinde kodumun konsolos görevlisinin höt zötünden çekinip kendine gösterilen yerleri imzaladığından ("e tabi biz de alışmışız, devlet memurundan korkuyoruz" diye basmıştı kahkahayı) ve böylece bir oldubittiyle kendi iradesi dışında vatandaşlıktan çıkarıldığını anlattı bize. 1986 tarihli konu evrakı gösterdi, evrak "iş bu yazı, başvuranın isteği üzerine düzenlenmiştir" diye bitiyordu, bu lafa çok içerlemişti. "Yunancada" dedi "şöyle bir laf vardır: "Kuşunu ve imzanı nereye koyduğuna dikkat et!"</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Kartını hatıra olarak aldım, kendiminkini verdim, "yolunuz İzmire düşerse arayın" diyecek oldum, hemen reddetti, çekmeceyi açtı, köşede tek başına bir kart duruyordu, üzerinde "Egemen Bağış: AB Bakanı" yazıyordu. (çok ilginç bir detay Alexandros Beyin Türkiyeye dair tüm resimleri, resmi evrakları dükkanında, elinin erişebileceği yerde tutmasıydı) Egeboy bu küçük şehre gelince </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">dükkanını da ziyaret etmiş, hikayesini duyunca Atina Başkonsolosuyla beraber vatandaşlık için ısrarcı olmuşlardı, o "cam kırılmadı, paramparça oldu" diye cevap vermişti. Egemen Bağış aile fotolarını müzeye koymak için istemiş, onu da reddetmişti. "Siz" dedim, "yine de beni arayın, Egemen Bağış, bugün var yarın yok, biz her zaman ordayız". "Ben", dedi "burada iyiyim, ama misafirim. 82de buraya gelince Türk tohumu -piçi demek istiyolar- diye de hakaret ettiler buradaki Rumlar. Ölünce vasiyet ettim, krematoryumda yakılacağım, yarısı buraya, yarısı İstanbula savrulacak. </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Babama diyorum arada, kaç kişi kaldık zaten Türkiyede, kimse yok, gel artık diye, dönmüyor. Geçen yoğun bakımda kaldı, benim dört Türk canciğer arkadaşım var İstanbulda, onlar kendi babalarıymış gibi baktı, hakları ödenmez." </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Biraz daha üzerine gittim, "anneniz babanız dönmemiş ama buraya" dedim, "yanlış kelime kullanıyorsunuz" diye tersledi beni: "Buralı değiller ki dönsünler, onlar İstanbullu, ben de öyleyim. </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Bundan üç sene önce babamla Ayasofyaya gittik. Babam Türk vatandaşı olduğu için para vermeden geçti. Ben de aynı turnikeden geçmek isteyince, görevli TC kimliği sordu, bende yok tabi. Onun yerine pasaportumdaki doğum yeri hanesindeki İstanbul yazısını gösterdim. Görevli, 'Anlıyorum ama üzgünüm, para almak zorundayım' deyince, 'paramı veririm ama bileti almam, TC vatandaşlarının geçtiği kapıdan da geçerim' dedim, adam 'ne manyak', diye düşündü herhalde, ses etmedi." Gururla gülümsedi: "Öyle de yaptım." </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Sonra biraz Beşiktaştan, -Beşiktaşlıydı tabi, ya ne olacağdı!- o gece sonuçlanan cumhurbaşkanlığı seçiminden, Selanik'in cami inşa eden ateist belediye başkanından (Camiyi niye yaptığı sorulduğunda "Türklerle kardeşiz, Avrupalılarla ortağız" demiş), Türkiyenin Yunanistandaki algısından, kadına şiddetten ve Gezi hareketinden ve tabi ki birbirimize ne kadar benzediğimizden konuştuk. İzmire hiç gelip gelmediğini sorduk, "dört kere" dedi. "Bizim zamanımız farklıydı çocuklar, biz korkardık". İçim cız etti. Bir saat boyunca çalan tüm telefonları ya açmadı, ya da bir cümle ettikten sonra cevabı beklemeden karşıdakinin suratına kapattı. "Çok konuştum" dedi, ben hikayenin çarpıcılığını idrak etmeye çalışmaktan söylediklerinin yarısını takip bile edememiştim. Müsade istedik. Daha bir bara oturup Türkiyedeki sefil hayatımızın pasını silecektik. Elini uzattı, gözümüzün içine baktı, buğulu gözlerle "hakkınızı helal edin" dedi. Bir hafta boyunca bize zaman zaman rüya gibi gelen tatilimizin bittiğini, işte o zaman fark ettik.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-16644390505863865762014-03-30T20:22:00.001+02:002014-04-01T10:07:52.582+03:00Keşke<div style="text-align: justify;">
Annem telefonda titreyen sesiyle "o öyle bir çocuk değildi, şeytana uymuş, yoksa nasıl öyle bir şey yapar" dediğinde annem hıçkırık seslerimi duymasın diye telefonu biran önce kapatmayı denedim. Kapatırken durduk yerde askerde benden ne kadar endişelendiğinden, psikolojinin çok önemli olduğundan bahsetti. (Benim askerde intihar etmemden korktuğunu en net o zaman hissettim.) Konuşma bittikten hemen sonra da kayaya vuran dalganın çıkardığı sesler gibi gürül gürül ağlamaya başladım. O andan sonra onun trajik ölümüne kafamda annemin o yakarışı eşlik etti: Öyle bir çocuk değildi, şeytana uymuş... Bu benim trajediyi rasyonalleştirmemi de sağlıyordu: Güvenlik personeli olmamasına rağmen şehrin ortasında gündüz günü özel tim mensupları gibi teçhizatlı geziyor çünkü şeytana uymuş, yan odada hasta annesi olduğu halde ablasıyla tartışırken üç el ateş ederek öz ablasını katletmiş çünkü şeytana uymuş, hemen akabinde kendi kafasına da sıkmış çünkü şeytana uymuş...</div>
<div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Annem o telefonu açmak için akşamı beklemişti, ve ancak beni aramaya cesaret edebilmişti, abimi aramaya eli gitmemişti. Ben acı haberi sabah abimden almıştım, toplantıda düşen bir cümlelik maili ve haber linkini okuyunca haşyetten bağırmıştım... Sonra abimle onun anılarını düşündüm, birisiyle olan <span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">samimiyetini ve sevgisini yapısı gereği az gösteren abimin belki de en sevdiği çocukluk arkadaşıyla ne kadar çok anısı olabileceğini... Kimseciklerin kalmaya gelmediği İstanbuldaki kira evimize geldiğinde bavulundan çıkan bowling topları (çünkü birden durup dururken ona merak salmıştı) ve battaniye (çünkü evimiz soğuk olurdu!), gece boyunca sohbet etmemiz, yazlıkta </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">saatlerce abimle basket ve king oynamaları, İzmirde rastlaştığımızda başımıza gelen birbirinden tuhaf hadiseler, on sene kendisinden hiçbir şekil haber alamayıp abimin düğününe çıkıp gelmesi ve sanki her gün görüşüyormuşuz gibi bana arkadan usulca yanaşıp el şakalarından birini yapması, boks milli takımı için gittiği Erzuruma dair kamp anıları, kahveden bir büyüğümüz "ya senin boks işi noldu?" deyince</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> onun "Cemil abi olmadı be. Kuraları kötü çektik, hep Kübalı geldi, Beyaz Rus geldi" demesi ve bizim gülmekten oyuna devam edemememiz... Bende bir çırpıda sayabileceğim anılar bunlardı, abimin durumunu tahayyül edemiyordum. Hep uçta yaşamıştı, body yapmaya kalkınca benchte Mike Tyson'ın rekorunu kırdığı rivayet edilir, bowling oynamaya başlayınca milli takıma girdiğini anlatırdı. Bütün bu hayat dolu neşeli anıların müsebbibi ve büyüklerine karşı inanılmaz derecede kibar birinin böyle bir üçüncü sayfa haberinin öznesi olması olacak şey değildi. Haber tüm yerel sitelerde ve gazete eklerinde birinci sayfadaydı, o</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">rospu evladı haber sitelerinden biri, onun sedyede bir görüntüsünü de basmıştı hatta...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Yüreğimde bir ağrıyla gittim cenazeye, serseri mayın gibi avluda dolaşırken neyse ki abimin arkadaşlarından biri seslendi. Hiç konuşmadık, olayın detayları öğrenmek veya üzerine konuşmak içimizden hiç gelmiyordu. </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Kabristana giderken bulunduğum arabada hiç tanımadığım kişilerle onun hakkındaki anılarımızdan söz ettik. Vardığımızda güneş alçalıyordu, şehrin ne yakasını düştüğünü hiç kestiremediğim bir dağ başındaydım, uçsuz bucaksız bir arazinin sadece bir kısmı doluydu. Gençten bir </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">imam önce parseli yazdı, sonra duasını etti tam toprak atma kısmına geldiğimizde yakınlarından biri annesinin geleceğini söyledi. Bütün bültenlerde yatalak olduğu yazan 90 yaşındaki kadın iki tane sağlık refakatçisi ile ambulanstan indi, küçük adımlarla yürüyerek mezara yanaştı, imamın talimatıyla eline verilen toprak parçasını beyaz kefenin üzerine savurmadan önce dudağını belli belirsiz kıpırdattı ve elindeki toprağı mezara doğru fırlattı. Sonra bir daha. Sonra bir daha. Hiç ağlamadı. Hepimize çok uzun gelen bir zaman boyunca kimseden çıt çıkmadı. Derken yoruldu, bir sandalyeye oturttular. Defin işlemi bittiğinde annesi aynı ufak adımlarla kardeşinin mezarına yöneldi. Biz öylece kalakaldık. Hareket edemiyorduk. </span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Helvetica Neue Light, HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Dönerken düşündüm, çok uçlarda sıradışı birisiydi. Keşke o, biraz daha sıradan biri olmayı seçseydi, daha az düşünceli olurdu. Keşke her gün küfrettiği bordrolu bir işte vaktini harcasaydı, odağı başka yere kayardı. Keşke onu ne kadar sevdiğini tahmin ettiğim eşinden bir evladı olsaydı, tetiği çekmeden önce bir daha düşünürdü. Keşke arkadaşlarıyla irtibatını daha iyi tutsaydı, onlar belki buna telkinde bulunurdu. Keşke başımıza bunlar gelmeseydi. Keşke ben acımı dindirmek için bunları yazmadan durabilseydim, insanların mahrem olabilecek anılarını bir yazıya meze etmeseydim, abi beni affet...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-59403163993438316782014-02-22T23:22:00.001+02:002014-02-23T21:04:55.183+02:00Başarısız bir Gayriresmi Tarih Yazımı Denemesi<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: right;">
<i> <span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Hayat kısa/kuşlar uçuyor</span></i></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: right;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> Cemal Süreyy</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">a</span></div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Birinci derecede akrabalarım ve kuzenlerimin ikisi harici (ki dokuz taneler) iki de arkadaşımın hatırladığı bir pazar günü 30 yaşıma girdim bundan bir süre önce. Yani ailem dışında doğumgünümü kutlayan sayısının bir elin parmağını bulması için bir başarısız denemeyi de saymam icap edecek. </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Beğenerek aldığım çilekli çikolatalı pastadan iki dilim götürmekten başka doğumgüme dair </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">bir şey yapmadım, bir gün önce park halinde duran gariban aracıma çarpıp kaçılmasının verdiği moral bozukluğuya (evet arabamın başına hala badireler gelmeye devam ediyor, hayır hala alışamadım) </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">evden çıkmadan o günü savuşturdum. Beni doğduğum gün 12 kişi arasa daha mutlu olurdum; ben unutmuyorum sonuçta. Daha önce yapılan bir sürprizden ne kadar mutlu olduğumu başka bir yazıda yazmıştım zaten. Fakat bunu sizde bir mahcubiyet yaratması için söylemiyorum, seneye böyle bir teyakkuz durumuna sevk etmek istemem sonuçta kimseyi. Aranmamak bir sonuç, evden dışarı çıkmadan ööyle yaşayıp gitmek gibi.</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Biz üniversitedeyken bir kantinci abimiz vardı, benim gibi beşiktaşlı. Kaybettiğimiz bir maçın sonrasında aslında iyi oynadığımızdan, takımın seneye daha iyi olacağından dem vurarak moral verme çabamı şu sözlerle hemen baltalamıştı: Ben 32 yaşındayım mehmet, artık takım iyi oynuyor lafıı duymak istemiyorum. Bu ülkenin, müesses nizamının, yapboz tahtasına gelen futbol takımının,</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> kula kulluk etmenin bir numaralı kural haline geldiği bilumum kurumunun ve günlük hayatın yavanlığının ve rutinliğinin</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> nasıl kalbi karartan bir bıkkınlık duygusu yarattığını ve bunun bünyede nasıl kesif bir ümitsizliğe ve tatminsizliğe evrildiğini bilfiil yaşıyorum, dostlarımın çoğunun da budan muzdarip olduğunu müşahade ediyorum. Bu hissiyatın kronikleştiği bünyelerde zamanla kişiliğe yapışan asosyalliği, bertaraf olmayan yalnızlık hissini ve yaşanan şehirden/hayattan kaçıp gitme duygusunu da hakeza... Yer yurt değiştirenlerdeyse, aidiyet eksikliğinin getirdiği özlem, günlük hayata sirayet eden bir arada kalmışlık duygusu ve İstanbula/memlekete dair kendi normallerinin ötesinde bir merak... Al sana memleketin benim etrafımdaki parlak çocuklarının gayriresmi gençlik tarihi...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Hayal kırıklığının bu derece olmasından dolayı okuduğum üniversiteyi açıkça suçluyorum. </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Tabi ki dışarısının okul gibi olduğunda dair bir ham hayalim hiç olmadı, o kadar saftirik miyim canım ben? Hem </span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">Boğaziçinin iyiliği veya kötülüğü değil mevzu: Okulun kültürel koduna sirayet etmiş rahatlığını, ülke ortalamasının çok ötesindeki şeffaflığını ve oradaki arkadaşlarımla ördüğüm kozamın zamanla dönüştüğü -nerdeyse komünal- lunapark neşesini arıyorum, arıyoruz (Ne var ki duyguda histeş olmak da bazen yalnızlığı engelleyemiyor). Dahası Bu kadar rakım farkı olmasaydı herhalde zemine bu kadar sert çarpmazdık...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">İki hafta önce otuz oldum. Hala İzmirde geçirdiğim haftasonlarının çoğunda evden çıkmıyor, arkadaş aramamakla ve insanlara sert davranmakla itham ediliyorum. Bugün arabamın tekrar iki yerinden çizildiğini fark ettim. Zafer Abinin ölümünden bir ay önce beni titreyen elleriyle traş ettikten sonra bir daha açamadığı dükkan hala kapalı, kiraya verilmeyi veya satılmayı bekliyor. Dükkanın önünden her geçtiğimde eriyip gitmiş yüzünü örten maskesinin ardından çıkan boğuk kelimeleri anımsıyorum. Beşiktaş yenilecek kadar kötü oynamadığı bir derbide daha mağlup</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"> ve baba</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">annemin yakında en sevimsizinden bir apartmanın yapılacağı ama hala yıkılmamış evinin bahçesinden gelen portakallar hala çok sulu, daha bugün yedim. Babam 20 gün sonra yetmiş olacak. Memlekette 40 gün sonra seçim var ve yine hiçbir şey değişmeyecek. Kadim okuyucular beni affetsin, bu yüzden yazmıyorum ve m</span><span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;">erak etmeyin, bir değişiklik olursa haberiniz olur, zaten ağzım gevşek. Ha sadece yeğenim var, bak o büyüyor...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, helvetica, arial, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-55502328938806105802013-12-01T23:18:00.002+02:002013-12-01T23:25:22.475+02:00Minyatür Meraklar Peşinde<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Metropolitan müzesi, New York 83. sokakla 5. caddenin kesiştiği yerde
bulunur. Müzeyi gezmek için abimlerden
ayrıldığım günlük güneşlik bir New York sonbaharında, müzenin yakınındaki metro
durağının hemen karşısındaki Starbucksta içtiğim kahvenin verdiği hazzı, -aha
da iki ay sonra otuz olacam- bu yaşıma
geldim hiçbir yerde tatmadım. Manhattan’ın bir tık dışına çıktığınız için
şehrin o gürültüsünün, göğe giden binalarının yarattığı sersemliğin tesirinin
azaldığı, yıllar yılı maruz kaldığımız Amerikan fimlerinden/dizilerinden (bana
niyeyse hep Baba 2 filminde Robert De Niro’nun Don Vito Carleone’nin gençliğini
oynadığı sahnelerini çağrıştırır) aşina olduğumuz apartmanlara, onların
zikzaklı yangın merdivenlerine, kapı önlerindeki geniş ve yapıştırma falan
durmayan, basbayağı ağaçlı kaldırımlara bakarken, birazdan dünyanın bu en meşhur
müzesine gitmek için güç topluyordum. Kesif bir özgürlük hissi duyuyordum,
belki de bu yüzden bu kadar mutluydum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirSDJx8xWgdcmiri6s5eVYQkmI18RK4G-i14f9bLjVL-dUFg1JwwDlBEHfG10i2IUQFXcPyYNbTbO31jrMhbDStNkMOykum3VAyMy-yctwu57kfZoCmISeZn6Ydhw7oRr3NaG2jpn5Bspj/s1600/IMAG1430.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirSDJx8xWgdcmiri6s5eVYQkmI18RK4G-i14f9bLjVL-dUFg1JwwDlBEHfG10i2IUQFXcPyYNbTbO31jrMhbDStNkMOykum3VAyMy-yctwu57kfZoCmISeZn6Ydhw7oRr3NaG2jpn5Bspj/s400/IMAG1430.jpg" width="400" /></a></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Üç buçuk saat süren turun sonunda, artık dizlerimin dermanı kesildikten
sonra, Japonya haricindeki en büyük Japon silah sergisini gezmenin bahtiyarlığı
ve eskiçağ kısmında bir Hatay mozağiyle karşılaşmanın şaşkınlığıyla klasik İslam
sanatları kısmına yollandım. Tüm yorgunluğuma rağmen bir rahatlık da vardı
üzerimde, çalıştığın yerden sorulunca duymaya alışık olduğunuz bir rahatlık.
Yine de bir dalına merak salmış olduğum İslam sanatlarının
yaban ellerde nasıl algılandığını görecek olmaktan ötürü heyecan duyuyordum.
İslama mal olmuş masalların, kıssaların (Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Hz. Yunus’un
balıkça yutulması vb.) birçoğunun minyatürüne ilgiyle baktıktan sonra, müzenin
benim için en müstesna eserini görmekten dolayı şok oldum: 15. yüzyılda
Timur’un sarayında yaşamış İranlı nakkaş Ebu Hafız’ın Tarih Mecmuası olarak
tercüme edebileceğimiz yazmasından bir minyatürde, Hz. Peygambere Cebrail (a.s)
tarafından getirilen ilk vahiy resmedilmişti. Farklılıksa,
Hz. Peygamberin yüz hatlarının belirginliğiydi. Hz. Peygamerin suretini çizmenin İslamda
niye bu kadar büyük bir tabu olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştım. Sırf bu
yüzden onun suretinin ve bazı kişilik özelliklerinin tasvir edildiği metinler
(bunlara hilye deniyordu) İslam sanatında bir kilit rol oynuyordu. Bir
müzehhebin (tezhip sanatçısının), icazet alma beratıydı hilye tezhiplemek… Ama
işte o kutsal kuralın çiğnendiği beş asırlık bir minyatür </span>kanlı canlı karşımda
duruyordu. Doğrusu bu minyatürü daha önce yine Metropolitan müzesinin bir eğitim
kataloğunda görmüştüm. Yani ufkum daha o müzeye gitmeden genişlemiş, ezberim (sadece benim değil, o resmi gösterdiğim tezhip konusunda doktora yapan hocamın da) tersyüz olmuştu bile. Yine de bu minyatürü gördüğüm andaki heyecanımı
azaltmıyordu. Zaten büyük şehirler taşradan o yönüyle ayrılır: Bir şekilde
öğrenip içselleştirmeye çalıştığınız bir bilginin tanığı oluverirsiniz, minyatüre bakarken bunu da düşündüm. (Bu haliyle bende yarattığı duygu, hep televizyondan izlediğim
Beşiktaşın maçlarını İstanbulda staddan izlemeye başlayınca duyduğum hissiyat
gibiydi.) Yine de müze dediğin biraz da mağazasından ucuz hediye almak için
gezilen bir şeydir. Gördüğüm en devasa müze mağazasında da bir saatimi zebil
ettikten sonra, üzerinde New York fotoğraflarının olduğu 2014 masa takvimimi ve
bir balya magneti alıp çıktım (Aldığım magnetler dolabı, masa takvimiyse işteki
masamı süslüyor, o güne dair hatıramı daim kılmak için) Müzeden çıktıktan sonra
biraz müzenin merdivenlerinde oturup bir daha burayı ne zaman görebileceğimi
düşündüm. Bununla ilgili üzülmek kendime haksızlık olurdu: Dünyanın bir ucunda,
amatör merakımı okşayan bir sanatın - ki bu aynı zamanda inancıma, kimliğime
dair bir parçayı da oluşturuyordu- sıradışı örneklerinin de yer aldığı bir
sergiyi barındıran dünyanın en meşhur müzesini tek başıma gezmiştim. Hem de, hedefimdeki
gibi, otuzuma gelmeden…<br />
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">PS: Minyatürü buraya kopyalayıp kopyalamamayı çok düşündüm ama otosansür
galip geldi. (Sanırım özgürlüğe düşkün olduğum konusunda biraz ikiyüzlüyüm). Her
neyse -konu minyatüre </span><a href="http://www.metmuseum.org/learn/for-educators/lesson-plans-and-pre-visit-guides/islam-and-religious-art?utm_source=teacherresource&utm_medium=sitepromo&utm_campaign=lessonplan"><span lang="TR">buradan</span></a><span lang="TR">, İslam sanatlarıyla ilgili giriş seviyesinde
bilgilerin olduğu kitabın .pdf dosyalarına da </span><a href="http://www.metmuseum.org/learn/for-educators/publications-for-educators/art-of-the-islamic-world"><span lang="TR">buradan</span></a><span lang="TR"> erişebilirsiniz.</span></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-56466708646657807452013-10-21T00:03:00.001+03:002013-10-22T08:03:14.869+03:00Resimdeki Gözyaşları<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yakınlarım şaşıracak ama - sulugözümdür. Histerik olarak, sessizce ve evet basbayağı durup dururken ağlarım. Heyecanlanınca, bazen annemle telefonda konuşurken, (ki sanırım ağlama alışkanlığımla ona çekmişim), haksızlığa hakkınca cevap veremediğimi hissettiğimde, ve en çok ağlamamak için kendimi tuttuğumda ağlarım. Kısa, kesik kesik, konuşmamı daha da zorlaştıracak şekilde, ama nadiren hıçkıra hıçkıra... Çok yakın arkadaşlarım ağladığımı görmedi, ama yakalanmak istemediklerime yakalandım, bazılarından hala çok utanıyorum. Ne zaman yolda yanımdan ağlayarak geçen birini görsem aklıma kendi nöbetlerimin yersizliği gelir, hazır ağlamışken kendime hakim olamama da kızar, biraz da onlar için gözyaşı dökerim. Hep imrendiklerimse ibadet ederken kendimden geçip ağlayanlardır: Hangi tarikattan olurlarsa olsunlar, onların bu hasletleri ne kadar gayrisamimi bulunup nasıl alaya alınırsa alınsın (şimdi aklıma There Will Be Blood'daki kutsanma sahneleri geldi ve ürperdim, o ayrı) kendim hiçbir zaman o şekilde vecde gelemedim, ve sanırım öyle bir hidayetten de mahrum bırakılacağım, bu tip durumlardaysa ağlamadığım için kendimi suçlu hissederim. 10 Kasımdaki anma törenlerinde ağlamayan ilkokul öğrencisinin duyduğuna benzer bir suçluluk duygusu...</span></div>
<div>
<div>
<div>
<div>
<div>
<div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Dünyalar tatlısı yeğenimse on beş aylıkken bile ağlama konusunda benden daha tutarlı - en azından açken, bir tarafını bir yere vurduğunda (yeni yeni yürümeye başladığı için çok oluyor!) veya uykusu geldiğinde ağlıyor. Matrak olan kısımsa onun da ağlamaya başlarken yüz ifadesinin bana benzemesi :) Bunu ilk farkettiğimde dehşete düştüğümü yadsıyamam - sonra bunun bir şema benzerliği olmasını, bir huy benzerliği olmamasını ümit ettiğimi hatırlıyorum.</span></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bir gün bu yazıyı okursa biliyorum ki çok kızacak, bir arkadaşımla onun da öğrencisi olduğu dünyanın en iyi okullarından birinin kampüsünün civarındaki kahvecide (otantik hava katmayacağım, Starbucksta) oturur ve yalnız ve güzel ülkemizin aldığı boktan halden bahsederken, birden ¨gidebileceğim hiçbir yer yok¨ deyip sessizce ağladığında, onu kendime çok yakın hissetmiş ve her ağladığımda bana yapılmasını isteneni yapmıştım: Ağladığını görmezden gelmiştim. Gurbetlik biraz da gözyaşı dökmektir zaten...</span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ha bu arada new york da güzel memleket. Onun hakkında yazdığım gezi yazısı da bu kadar oldu, idare ediverin bu seferlik...</span></div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-52650917419437829532013-09-18T22:44:00.001+03:002013-09-19T08:29:11.863+03:00Tutunamayanların Adaleti<div style="text-align: justify;">
<i>"Ben hep kendimi onlarla yakın ilişkiler kurmuş biri olarak düşünürüm. Sonra arkamdan olmadık düşmanca, hissiz soğuk ve kötüleyici sözler edildiğini duyarım. Bu birliği -bana karşı davranış birliğini- nasıl kurarlar acaba? Hangi noktada birleşirler? Aralarında iyi bir izlenim edinmiş olanlar yok mudur? Nasıl başlarlar insanın arkasından çekiştirmeye sonra? Nasıl cesaret ederler?</i>"</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<i>Oğuz Atay, Günlük</i></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Dalgalı bir denizde takatimin tükendiğini hissedince çırpına çırpına kendimi karaya atmaya çalışır, bu esnada suyun genzime kaçmaması ve bacağıma kramp girmemesi için dua ederim. Su boy hizasına gelir gelmez karaya basmaya çalışır, bir süre nefeslenirim: Gittiğim yola, etrafımda sanki yüzme bilmiyorlarmış gibi birirlerinden ellerinden tutarak yüzmeye çalışan çiftlere bakar, yalnız olduğum için, küçüklükten beri yüzmeme rağmen bu kadar kötü yüzdüğüm için, sigara ve alkol kulllanmamama rağmen kondüsyonum en hovarda yaşayan akranımdan bile kötü olduğum için kendimden utanırım. Oğuz Atay okumanın bünyemde yarattığı etkiyi buna benzetiyorum: Okuduğum metnin ufuneti arttıkça sayfaları hızla çevirmeye çalışıyor, çarpıcı bir pasaja denk geldikten sonra sonra kitabı elimden bir süre bırakıp evde tavana boş boş bakıyor, hikaye bittiğinde bu kadar yazı üzerine kafa yorup bu metinlerin zekatı kadar rağbet görmemiş yazıları kaleme almış olmaktan, kendi yalnızlığımı bu kadar içselleştirip durumu kabullenmekten, kıymeti öldükten seneler sonra anlaşılmış bazı yazarlarımızın da benzer duygular hissettiklerini fark edince yaşadığım bencil teselli duygusundan nefret ediyorum. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Dışarıdan bakınca çok belli olmuyor ama deniyorum: Yeni insanlarla tanışmayı, onların ilgisini hiçbir şekilde çekmediği halde, kendi iyi bildiğimi sandığım şeylerden bahsederek onları etkilemeye çalışmayı, onların düşüncesizliklerine ve ilgisizliklerine gerekçe bulup göz yummayı, sinirimi belli etmemeyi, ilk mesaj atan olmayı, (ne ilki, bazen ikinci ve üçüncü bile olmayı!), kadirşinas davranmayı, uluorta küfretmemeyi, özensiz davranışları önemsememeyi, kozamdan çıkmayı, mail atmadan önce iyice düşünmeyi, dua ederken konsantre olmayı deniyorum. Yine de biliyorum, benim de arkamdan konuşuyorlar, görülmemiş bir ittifakla. Birçokları bana sadece nezaketen gülümsüyor, benle konuşurken başka şeyler düşünüyorlar. Sinanın söylediği gibi "beni sadece arkadaş olarak seviyorlar, o kadar", o da zaten konjonktürel bir hukuk: ya bir tanıdıklarının tanıdığıyım, ya da belirli bir süre sonra bir hükmü kalmayacak totaliter bir çarkın (mesela askerlik, mesela iş arkadaşlığı) birörnek dişlileriyiz. Fakat kırılma noktasını bir türlü bulamıyorum, eksik olan ne? Çok mu alttan alıyorum, çok mu suratsızım, çok mu soğuğum? Nerde nasıl davranılacağını herkes biliyor, bir tek ben mi bilmiyorum? Niye 29 yaşıma geldiğim halde samimiyetim olmayan insanlarla konuşurken ses tonumu ayarlayamıyorum, bunun espri konusu yapılmasını engelleyemiyorum?</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Oğuz Atay günlüğünün sonlarında, hastalığının son evresinde Londraya tedaviye gittiği zaman kendisine şefkatle yazılan dost mektuplarından (biri Engin Ardıçındır!) kendisinden beklenmeyecek bir iyimserlik ve mutlulukla bahseder. Kendisiyle özdeşlik hisseden okumuş neslin ne kadar kitleselliğini görmeyeyse ömrü vefa etmez. Ben, düzenin adalet üzerine kurulduğuna, tek mücadelenin o adaleti tesis etmek üzerine olması gerektiğine inanırım. Kısa çöp, uzun çöpten mutlaka hakkını alacak. Her başarısız denemenin ardından cesaretimi toplayacak takati bulmamda bu itikadın da etkisi var. Oğuz Atay büyük yazar, büyük entellektüeldi, mutlaka keşfedilecekti. Öyle oldu. Ben eğer bir gün yalnızlık hissimi sonlandıramaz, insanların arkamdan konuşmadığından emin olamazsam, bilin ki ey blogger, onu hak etmediğimdendir, kondüsyonumdan değil. </div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-78186225629957614742013-08-28T22:52:00.001+03:002015-01-29T08:01:35.704+02:00Eski saç modellerinden ne kaldı?<div style="text-align: justify;">
Eski kafalıyım, bilmeyeneniz yok değil mi? Güzel. Söylemek kolay, olmak daha kolay: Dediğinizi diyeceksiniz, burnunuzun dikine gideceksiniz - burnunuz benim gibi yamuk olsa bile- muteber olana rağbet etmeden önce iki kere düşüneceksiniz, eski zamanların insanlarını ve o zamanki hayatı merak ve ona gıpta edeceksiniz, bellediğiniz insanları onlar sizi bırakana kadar bırakmayacaksınız. Sadece sonuncusu biraz zor olabiliyor. Siz endişeli modernler nasıl diyordunuz, travmatik. Hele benim gibi, bellediğiniz insan sınıfı esnaflara kadar genişliyorsa. Değiştirmek zorunda kalınca, bocalıyorsunuz. </div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Evin alt katındaki berbere girince o zorluğun ne menem bir şey olduğunu tekrar anımsadım. Öncelikle sıra vardı, Zafer abide pek alışık olmadığım bir durum. Sonra çok düzenliydi her şey: klima içeriyi buz gibi yapmıştı, duvara monte lcd açıktı (en bayağısından türkçe dizi vardı ama olsundu), iki tane çırak sadece kaşla gözle idare edilecek kadar iyi eğitilmişti, iki berber de güleryüzlü ve az konuşuyordu. Sıramı beklerken kasanın arkasındaki siyah duvar kağıtlarının figürünü çözümleyecek ve saçımı tarif etmeye başlarken sesimin çatlamasını nasıl yöneteceğimi düşünecek kadar vaktim olmuştu. Yine de ağzımı açına bocaladım: çok açık bir tarif verememiştim, zaten eski berberime o kadar uzun süredir gidiyordum ki, saç tarif etmeyi de bırakalı çok olmuştu. Kendi sakal traşından berberlikten anladığı konusunda bende şüphe uyandıran gençten berber bana aynadan bakıp, "Zafer abiye mi traş oluyordun?" diye sordu. Dumur vaziyette kafamı evet anlamında başımı salladım. Neden sonra, o çocuğu Zafer abinin cenazesinde gördüğümü anımsadım, sanırım selamlaşmıştık da.</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Zafer abi, benim bunu yazmamdan yaklaşık dört ay önce vefat etti. Tesadüfen cenazesinden haberim oldu, böylece Hatayın dar yokuşlarından birine konuşlanmış ve mimari olarak insanda zerre ibadet etme hevesi uyandırmayan bir camide cenaze namazını kılabildim. Ölümünden bir ay önce son kez traş olmuştum, kansızlığı o kadar artmıştı ki İzmirde nisan ayında elektrikli soba yakıyor, metastas yapan kanserinin kemiklerinde yarattığı ağrıdan durduk yere bağırıyor, ve beni her gördüğünde daha çok konuşmak istiyordu. Hastalığı bu derece ilerlemiş bir kanser vakasının insan içine çıkıp para kazanmaya çalıştığına daha önce tanık olmamıştım. Pankreas kanseri olduğunu ilk öğrendiğinde kötü sonu hissetmek zor olmamıştı, yine de ara ara iki haftada bir dükkanını açmaya gelirdi, ben de hep onu kolladım traş olmak için. Hatta ilk açık gördüğümde inanamamıştım, o hiçbir şey yokmuş gibi, "evde oturup napıcam?" demişti bana. İşini hakikaten severdi... Son görüşmemizde çenesinin iyice düşmesinden sıkılmıştım ama buna ihtiyacı vardı çünkü hal hatır soranlar ziyaretine gelenler zaman geçtikçe azalmıştı. Hastalık ve yalnızlık kimyasını bozmuştu, normalden de asabi ve isyankardı. Hastalığının ilk evresinde şifa dağıtan kerameti kendinden menkul sahtekarlarla beraber dalga geçmemize rağmen, sonra insanları madden ve manen sömüren bu adamlardan medet umar hale gelmişti. (Böylece bu sahtekarlara teveccühün cahillikle değil çaresizlikle ilgili olduğunu fark edecektim.) Dükkanı taşımaktan bahsediyordu ama kendisinin yürümeye mecali yoktu. Ona masrafını kısması için dükkanı kapatması gerektiğini söyleyemedim, işi onu hayata bağlayan tek şeydi. Zaferin tuhaf bir müşteri profili vardı, hep borç harç içinde yaşamasına rağmen müşteri seçerdi, ve tek sadık müşterisi ben değildim: Bir müşterisi onun tedavisini ayarlamış, bir diğeri on milyarlar değerindeki ssk borcunu ona haber vermeden kapatmıştı, o bunu ağlayarak anlatırken kendini hayırsever bilen ben hayatımın en büyük utançlarımdan birini yaşıyordum. Zeki Demirkubuzun dediği gibi memleketteki yerleşik kurgu, kendi hikayesini kendi yaratıyordu. Dayanamadım, onu son kez göreceğimden bihaber, bir bahane uydurarak çıktım. Onu en son o çaresiz takatten düşmüş halde muhtaçlığına ağlarken gördüm, ama öyle hatırlamayacağım. Rahmetli bundan daha fazlasını hak edecek kadar nevişahsına münhasırdı. Benim gibi eski kafalı birini sevecek, dost edinecek kadar hem de.</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-71570200843233461732013-06-06T23:49:00.000+03:002013-06-07T00:11:53.960+03:00Gezi Parkı Direnişi Hakkında Çok Az Şey<div class="MsoNormal" style="text-align: left;">
<i>"velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim"</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 177.0pt; text-indent: 35.4pt;">
<i>Ece Ayhan<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 177.0pt; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Birileri bu ülkede 31 Mayıs
2013te tarih yazmaya başladı, hala yazıyor. Birileri de onları yazsın o zaman…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Önce biraz tarih: Evet bir
zamanlar orada hakikaten Topçu Kışlası vardı. Onun yıkılıp Gezi Parkının
yapılması cumhuriyetin ilk yıllarına dayanır. (Genelde bu bilgileri kesin ve
teyit edilmiş tarihlerle yazarım blogda bahsederken ama, şimdi odağımız bu
değil.) Fakat Gezi Parkı yıllar içerisinde parsel parsel iğdiş edilmiş, Divan
Otel’e, Hilton’a parktan arazi verilmiş ve o park kuşa çevrilmiş. Tekin olmadığını
da bildiğimden olsa gerek Emek’in tam aksine, hiçbir anım yok orayla ilgili,
yazarken utanıyorum, hiç gitmedim hatta. Ama ne dedi başbakanımız, “mesele park
meselesi değil…” O Hilton Oteli var ya Taksimdeki, daha önceden Ermeni
mezarlığıymış, NTV Tarih söylüyor bunu, ben değil, hatta 1915 olayları için bir
anıt bile varmış, şaka gibi! Bir güzel istimlak edilmiş Hiltona vermek için,
sonra mezar taşları zımparalanıp Eminönü’nde kaldırım taşı olarak kullanılmış. Bu
kadar alınan aha devletin bu kadar sorunu, bence az bile.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Şimdi hükümet Zeki Demirkubuz’un
enfes tanımıyla, tarihi “ihya” etmek için, Gezi Parkına, o kışlayı tekrar
konduracak. Güzel de, herhalde orada asker nöbet tutmayacak, benim kafa burada
karışmaya başlıyor. Öncelikle bina yaparak tarih nasıl yaşatılır, onu anlamıyorum
mesela. Yani o binanın bir örneğini yapınca tarihi korumuş olmuyorsunuz ki?
Emek sineması örneğinde olduğu gibi, onu üst kata taşıyınca da korumuş olmuyorsunuz.
Tarihi korumak için koca İstanbulda yer kalmamış gibi Sultanahmetin göbeğine
rezidans dikmenin önüne geçmek daha mı akılcı olurdu acaba?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Benim için siyasetin en önemli fonksiyonu
insanlarda yurttaşlık bilincini, o devlete ait olduğu bilincini kazandırması.
Bunun için siyaset toplumun azınlıklarının da katılımıyla yani çoğulculukla
yapılmalı. Bu kelime önemli: Çoğulculukla – çoğunlukla değil. AKP’nin siyasi
tarihimizde bir karşılığı, bir hacmi var: Toplumun bir kanadının (ki o kanat
yıllar içerisinde partinin artan oyuyla gövdeyi de kapladı) sisteme entegre
olmasına vesile olacak bir kaldıraç. Aslında bu bağlamda vatandaşın kendini
toplumun bir parçası hissetmesini sağlayan bir parti. İdris Küçükömerin merkez
çevre tezi üzerinden yorumlayacak olursak, AKP, ülkeyi kuran bürokrat kadronun
(asker olarak okuyunuz) hükmettiği çevrenin, yıllar sonra yeniden gelip merkeze
yerleşmesini sağladı. Türkiyede olan, bu bağlamda bir din eksenli mücadele
değil, bir iktidar mücadelesi – çevrede olan bir güruhun merkezi işgal
etmesinin ve merkezde bunun yarattığı rahatsızlığın gerilimi, bu kaftan
zamanında Menderes’in Demokrat Partisi’ne de biçilmişti. (Bunun en veciz
örneklerinden biri, sanırım vaktinde Cumhuriyet gazetesinde cumhuriyetin ilk
yıllarında çıkmış olan, “Halk plajlara akın etti, vatandaş plaja giremiyor”
haberi.) Tayyip Erdoğan da zaten en çok kendi liderliğinin bu yönünü
vurgulamaya çalışıyor. (Bunun kadar kritik bir görev de BDP’nin üzerinde var,
onlar da Kürtlerin topluma entegrasyonunu sağlamak, ve bunu siyaset üreterek
yapmak zorunda) Yıllar içerisindeki başarılı ekonomik politikalar, iktidarın
aldığı avansı da artırdı. Zaten bu yüzden iktidardalar, benim etrafımda
ekonomiyi kötü yönettiklerini söyleyen yok. Fakat nasıl hiçbirimiz en çok para
kazanabileceğimiz işte değil, en çok mutlu olduğumuz işte çalışmak istiyorsak,
en huzurlu ve kendimizi ait hissettiğimiz ülkede de yaşamak istiyoruz. İktidarsa koltuğunu sağlamlaştırdıkça, kendi ideolojisini
daha mütehakkim olarak kullanmaya başladı – kendi ahlakının en üstün ahlak olduğunu
düşünen (bu ahlak da Sünni Türk İslam ahlakı) ve topluma da bunu empoze etmeyi
görev bilen bir ideoloji… Bu görüşe olan tepki yıllar içerisinde birikti, Emekte
patlamadı, İstiklalin ortasına s.k gibi alışveriş merkezi dikerken patlamadı, huzurumuz
için var olan polisimiz sağolsun, Gezi Parkı eyleminde patladı. Polis kendi
vatandaşına böcek muamelesi uygulayıp sabahın beşinde onlara gaz sıkmazdan önce
avmyi yapacak şirketin çalışanların zabıta kılığına girip direnişçilere dalmış,
Sırrı Süreyya Önder’in yoğun çabası ve yıkım kararı olmaması sayesinde parkı
kurtarmayı başarmıştı. Olaylar devam ederken en vahim olay benim için
başbakanın tehditleri dışında, İzmirde dolaşan eli sopalı sivil polislerdi: Bu
durum eşi menendi görülmemiş bir pişkinlikle İzmir emniyet müdürünce
açıklanırken, Diyarbakırdan yeni atanan İzmir valisi okuduğumuz kadarıyla “yeleksiz
sivil polis olmaz” diye küplere biniyordu. Bülent Arınç, başbakanın
yapamadığını yapıp özür dilediği konuşmasının bir yerinde “eğer siz devlete
karşı gelirseniz, devlet çok güçlüdür, sizi ezer. Bunu biz vaktinde yaşadık” derken
herhalde bunu kast ediyordu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Şanar Yurdatapan ifade
özgürlüğüyle ilgili bir konferansta – rahmetli Hrant da vardı katılımcılar
arasında- 68’de yaşadığı olaylardan bahsetmişti. Köylüyü “bilinçlendirmek” için
kendisinin de bağlı olduğu illegal örgüt köy köy dolaşıp, onları direnişlerine
katılmak üzere dağa davet ettiklerinde gittikleri köylerden nasıl
kovalandıklarını, dayak yemenin ucundan nasıl döndüklerini anlatıyordu. “Birini”
demişti, “bir eyleme ikna etmek, dağa çıkarmak çok zordur.” Sizden ricam şu
kadarcık empati: 2013 yılında, herkesin elinde cep telefonu olduğu, takır takır
kayıt yaptığı ve bunu anında internete yüklediği bir devirde, bu kadar gaddarca
müdahale eden polisin olduğu, ve kitle medyanın üç gün boyunca üç maymunu
oynadığı bir ülkede; bundan yirmi sene önce, otuz sene önce, güneydoğunun bir
köyünde, asker tarafından kimbilir neler yapılmış, neler örtbas edilmiştir?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Peki kim bu çapulcular? Yaygın
olarak hükümete kategorik olarak karşı oldukları muhakkak, ama daha barışçıl,
daha zeki ve daha nüktedanlar, her gün attığım üç tivite karşık 7 ritivit
yapıyorum herhalde, bu kadar yaratıcı insan normalde napıyor çok merak ediyorum…
Yine de daha apolitikler, pozisyonlarını bir tarafgirlik değil, başbakanın
dediğim dedikçi politikasına bir karşıtlık belirliyor. Bu bağlamda Çarşı, çok
tipik bir nüvesini oluşturuyor diyebiliriz, zaten şiddete de en çok onlar maruz
bırakıldı. Durum zaten böyleydi, o taraftar her zaman bu bağlamda hor görüldü. Hal
böyleyken, her şey sosyal medyada tüm kamuoyunun gözüönünde dalga dalga
büyümüşken, provokatör edebiyatı kadar konuya uzak bir açıklamanın tek manası
olabilir, safları sıklaştırmak… Başbakan soğuk savaş döneminden kalma en bayat beyanatları öfkeler saçarak savuradursun, toplum modern toplumlar gibi ciddi
manada çeşitleniyor, çevre ve kimlik bilinci artıyor. Toplumu bu bağlamda
yönetmek artık çok daha zor: Artık bir sendikalı kadın eylemci hem cinsiyet
haklarının peşinde, hem çevreye duyarlı, hem hayatına karışılmasın istiyor, hem
1 Mayısta Taksimde olmak istiyor, hem –belki- Kürt, hem Alevi. Ülkeyi
yönetenler tüm bu kimlikleri yönetmek, onu küstürmemek zorunda. Bu konuda
Hannah Arendt’in çok şahane bir tesbiti var: Bir Yahudi aynı zamanda hem
Yahudidir, hem mesela annedir, daha bir çok şeydir. Ama siz onun Yahudiliğini
aşağılarsanız, o diğer tüm kimliklerini bir tarafa bırakıyor ve Yahudi
kimliğini öne çıkarıyor, dolayısıyla siz o milliyetçiliği kendi elinizle
yaratmış oluyorsunuz, ama bu hassasiyet o kişinin tüm kimlikleri için geçerli. Burada
da insanların kendi özgürlükleri ve doğa bilinçleri öne çıktı. Ben şahsen daha
önce bu kadar ses getiren bir doğa eylemi bu memlekette yapıldıysa da
bilmiyorum, ama bundan sonra daha çok olmasını bekliyorum… 68 kuşağı, yani
babamın kuşağı daha idealist ama daha provokasyona açıktı, bu nesil daha
nüktedan ve daha barışçıl, inşallah bundan sonraki nesil daha örgütlü olacak…
Ülke, demokratik davranışını yıllar içerisinde daha da içselleştirecek. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Herkes şu iki sorunun cevabını
bekliyor. Eylem ne zaman ve nasıl bitecek? Ülkece histerik bir biçimde
başbakanın geri dönmesini bekliyoruz. Başbakansa sağolsun bizi merakta komadı,
tee Afrikadan açıklama yapıp tansiyonu düşürmek için dört gündür –bence samimi
bir biçimde- uğraşan cumhurbaşkanını ıskartaya çıkardı. “Kışla yapıla, AKM
yıkıla” buyurduğuna göre, güvendiği bir şey olmalı, çünkü mahkeme 31 Mayıs cuma
günü yıkımı durdurduğu için aksi bir karar çıkana kadar yıkım hukuksuz. Aynı
histerinin bir uzantısı olarak, tüm ülkece başbakana derdimizi anlatmaya, onu
yumuşatmaya çalışmamız da zaten düzenin sakilliği konusunda bize bir fikir
veriyor. Ama direniş hareketi bu kadar moral ve mevzi kazanmışken, hareket
sağduyusunu ve direncini korursa hükümetin işi bence artık çok zor, çünkü
Gülçin’in dediği gibi: Biz Taksimi çok sevdik.</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-33832961942147129882013-05-12T09:07:00.001+03:002013-05-12T12:05:24.662+03:00İsmail Abi Şiir YazarsaArak yazılar serimizde sırayı Ah Muhsin Ünlünün şiiri alıyor, bloga şiir koymadık da demezsiniz. Bakalım siz de benim gibi dizeler arasında bir İsmail Abi tandansı hissedecek misiniz?<br />
<br />
<b>Resulullahla Benim Aramdaki Farklar</b><br />
<br />
"resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim.<br />
resulullah yolda ebu bekir'i görse es selamu aleyküm ya sıddık derdi,<br />
ben yolda ebu bekir'i görsem tanımam.<br />
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.<br />
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem<br />
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.<br />
<br />
resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;<br />
ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,<br />
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.<br />
<br />
resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;<br />
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü;<br />
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?<br />
<br />
resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki 'kızım ha gayret!'<br />
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki 'anneciğim ölmesen'<br />
<br />
ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki 'anneciğim seni ben'<br />
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.<br />
<br />
resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;<br />
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.<br />
<br />
ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının<br />
<br />
anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf...<br />
<br />
resulullah çok şanslı bir insan<br />
annesi öldüğünde o küçücüktü;<br />
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,<br />
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.<br />
<br />
annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!<br />
<br />
olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince<br />
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz<br />
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü<br />
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü"metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-81666299542173954592013-05-07T23:19:00.001+03:002013-05-08T10:29:52.440+03:00Kumarbaz<div style="text-align: justify;">
Lise ikide dershanedeki matematik hocamız olasılık dersinin girişinde basit bir hikaye anlatmıştı. Bunlar daha çocukken, abisiyle beraber bayramda topladıkları harçlıklarla basmanede fuar alanında oyun oynamışlar, bul karayı al parayı kabilinden bir oyun sanırım. Bardağın biri kazanınca bire iki, diğeri bire iki buçuk, berikiyse bire üç veriyormuş. Bunlar bir güzel ütüldükten sonra kös kös evlerine dönerken abisini teselli etmek buna düşmüş: "Olsun" demiş, "bir dahaki bayramda biz oynatırız, kaybettiğimiz paraları geri kazanırız, nolcak!"</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bir sonraki bayramda eller öpülmüş, paralar toplanmış, dooğru basmaneye gidilmiş. Bizim cevval hocamız, abisinin aklını çeldiği gibi, oyunu daha cazip kılacak bir hinlik daha yapmış, oranları bire dört, bire beş ve bire altıya yükseltmiş! Ortaokul düzeyinde olasılık okuyanlar mesajı almıştır: Toplam oranın biri geçtiği, yani her bardağa eşit miktarda para koyduğu durumda kasanın daima kaybettiği bir oyun artık oynanan. Malum son tekrar edip, bizim kardeşlerin kös kös eve dönme vaki geldiğinde abisi yolda efkarla yakınmış: Ulan biz de ne bahtsızmışız, oynuyoruz kaybediyoruz, oynatıyoruz kaybediyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İşte benim haletiruhiyem sevgili blogger. Bayadır oynuyorum kaybediyorum, oynatıyorum kaybediyorum. Yalnız sadece kısmetsizlik mi, yoksa kuralları mı yanlış koyduk, işte onu hiç bilmiyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-79271952323500205762013-04-11T22:55:00.001+03:002013-04-11T23:05:01.405+03:00Rantın Sinematografisi<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Okuldaki ikinci
senem, o zaman nasıl bir cahil cesaretiyse artık, sosyal seçmeli olarak film
analizi seçmişim, film beğenisi ana akım filmlerden ileri gitmeyen, film sanatına
en uzak insan benim o dersi alanlar içinde. Üçüncü veya dördüncü ders haftası
olmalı, şehirde o zaman yeni yeni palazlanan bir festivalden bahsetti hocamız:
Filmekimi. O festivalde oynayan bir belgesele gitmemizi istedi, Mimar Babam’dı
ismi, o bile hatırımda kalmış, sene 2003 olduğuna göre 10 sene olmuş olmalı. Ramazandı,
filmden hemen önce haldır huldur İstiklal’deki Saray Muhallebicisi’nde orucumu
açtım (o da ucubenin sözlük karşılığı olan İstiklal’deki Demirören AVM’nin
yerindeydi o zaman) ve yıllardır haber almadığım ama o zaman bir nebze
muhabbetimin olduğu bir kız arkadaşımla Emek Sineması’na ilk o zaman gittim. Orta
çapta bir şok geçirmiştim sinemanın ve perdenin büyüklüğü, tepedeki barok süslemelerin
azameti karşısında, o zaman analog makinamla çektiğim birkaç soluk fotoğraf
bugün daha da kıymetli. Ondan sonra iki kere daha Emek’e gittiğimi
hatırlıyorum, birinde film festivalinde Harvey Keitel gelmişti, Deniz’le çok
kör bir yerden de olsa bilet bulmuştuk o seansa. En son da yine Deniz’le bence
son zamanların en underrated filmlerinden biri olan “Assasination of Jesse
James…”e gitmiştik. O zamandan İstanbuldan ayrılana kadar ama az ama çok şehirdeki
bilumum film festivallerine gitmeye gayret ettim, şehirle kurduğum duygusal
bağda o festivallerin ve sadece Emek’in değil, aynı dramatik sona daha önce
yakalanmış Alkazar ve Atlas gibi bağımsız filmleri destekleyen diğer sinemaların
da payı olduğunu hep vurguladım. Ama bu
vurgular, vulgar bir rant ideolojisine kurban gitti iyi mi…</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Klişe olacak ama Emek
sineması, sadece Emek sineması değil- inşa edildiği günden itibarenki çevrimine
bakarsanız, bu ülkenin son bir asırdaki tarihinin indirgenmiş bir özetini de
görebilirsiniz, ki buna Umur Talu şahane bir yazıyla temas etti: <a href="http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/834464-tarih-sinif-gaz">http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/834464-tarih-sinif-gaz</a>
Önce şehrin gayrimüslimlerinin uğrak yeri olan bir avcılık kulübü, sonra paten
pisti (Engin Ardıç, oranın paten pisti olmasını önerirken ve Costa Gavras’a “burası
Fransız müstemlekesi değil” diye hamaset yaparken trajik bile değil!), sonra
tiyatro ve sinema olmuş bir yapı. Şehirdeki ve ülkedeki rant ilk kez el
değiştirmiyor, bu ülkenin harcı, sermayenin millileştirilmesi üzerine kurulu.
Bütün bu Varlık Vergisi olaylarının, mübadalelerin ideolojik altyapısı bu. Harbiyedeki
Ermeni mezarlığının cumhuriyetin ilk yıllarında bir güzel istimlak edildiğini,
mezar taşlarının zımparalanıp Eminönü’nde kaldırım taşı olarak kullanıldığını,
o araziye de Hilton Oteli’nin kondurulduğunu ben NTV Tarih sayesinde öğrendim. Artık
bu devirde bu tip zorbalıkları yapmak çok kolay değil, şimdi devir malum eski
binaların dönüşüm adı altında, paraya tahvil edilmesi, Emek’in içinde bulunduğu
eski Cercle d’Orient binası kadar yağlı bir kemik, bundan ancak bu kadar uzak
kalabildi. Zamanın ruhunu kendini muhafazakar olarak tanımlayan bu hükümet çok
iyi yakaladı: Rant. Bu rant elbet ki en başta ve büyük oranda kendi
yandaşlarına, ama az veya çok birer kaşık da hepinizin, hepimizin ağzına. Tevazudan
hiçbir şekilde nasibini almamış bir tarihe geçme arzusuyla, ülke ve ülkenin
mikro ölçeğinde İstanbul yeniden tanzim ediliyor ve ahlak anlayışı biçim
değiştiriyor: Artık şehre tepeden bakmak için tarihi yarımadanın arkasına
gökdelen dikip İstanbulun beş aşırlık siluetini piç etmek serbest, şehrin her
nasılsa yeşil kalmış bir tepesine selatin cami imitasyonunu dikmekteki avamlık muteber,
çok lazımmış gibi İstiklal caddesinin ortasına AVM kondururken kaçak kat çıkmak
yapanın yanına kar, o AVM’yi yaparken tarihi Ağa Cami’nin önce duvarını
çatlatıp sonra kamuoyundan tepki gelince pisliğini sıvarcasına “Ağa Cami’ni
restore ediyoruz” diye branda asıp reklam yapmaktaki yüzsüzlükse olağan.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Festivallerin
yıllar içinde ne kadar serpildiğini gözümle gördüğüm için iktidarın sanata özel
bir alerjisi olduğu konusundaki görüşe katılmam maalesef mümkün değil. Diğer
yandan esas problemin bu ideolojinin hayatın her alanında büyük bir
tahammülsüzlük ve muhaliflerine karşı hoyrat davranmayı olağanlaştırması
olduğunu düşünüyorum. Sayıları bini zor geçen ve içerisinde sanat
meraklılarının çoğunlukta olduğu muhakkak bir gruba, İstiklal’in göbeğinde
biber gazı sıkılmasını, başka nasıl açıklayabiliriz ki? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Artık İstanbul’da
değilim. Belki hiç dönmeyeceğim. Yine de Emek’le ilgili görüntüleri ve
haberleri görünce içimin acımasına mani değil bu. Şehrin her bir köşesine AVM
dikmek, her bir köşesine zincir restoran/kitapçı/kafe açmak semtlerin özgünlüğünü
kaybettirir, başka bir hayat tarzı isteyenlerin ve belli bir gelir grubunun
altındaki nüfusun teneffüs etme imkanını ortadan kaldırır. Muhafazakar bir
iktidarın sonraki nesle bırakacağı miras, şehri sıfırdan imar edip mevcut
sembolleri yok etmek olmamalı. Birlikte yaşamanın en basiti kuralı olarak karşıt
görüşlerin şeytanlaştırılmasından ve terörize edilmesinden de bir an önce
vazgeçilmeli, toplumsal barışı sağlama misyonuyla hareket ettiğini söyleyen bir
ideolojinin böyle davranması sadece komik oluyor çünkü.<o:p></o:p></span></div>
<br />metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-60402191025367477252013-03-20T21:52:00.000+02:002013-03-21T08:02:41.190+02:00Portakal<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Mutfaktaki meyve tabağından portakalı alıp
soyduktan sonra yüzümü ekşittim:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 0px;">
<span style="text-indent: -18pt;">- Anne geberik
bu be!</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 0px;">
<span lang="TR" style="text-indent: -18pt;">- <span style="font-size: 7pt;"> </span></span><span lang="TR" style="text-indent: -18pt;">Niye oğlum?</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 0px;">
<span lang="TR" style="text-indent: -18pt;"><span style="font-size: 9px;">- </span>Ya anne baksana
buruşukluğuna, neeerde babaannemin bahçesindeki portakallar?</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 0px;">
<span lang="TR" style="text-indent: -18pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Annem dalgın
gözlerle cevapladı: Bu seneki meyvalar güzel olmadı oğlum, doğru düzgün
sulanmadı bahçe. Biraz durdu: “Babaannen tüm torunlarını unuttu, ama seni son
gün bile unutmadı” deyiverdi. Babaannem hakkında –di’li geçmiş zaman kipini
kullanmaya başlayalı 10 gün olmuştu. Hemen izaha yeltendim: En küçük torunundan
dokuz yaş küçüktüm ben, bu tip hafıza problemlerinden muzdarip hastalar,
bilgisayar bellekleri gibi en son anıyı diğerlerinin üzerine yazdığı için
benimle ilgili anıları daha yeni olabilirdi, hem dedemin adını (ve soyadını)
taşıyordum, biraz zor doğmuştum… Ama
elhak annem haklıydı: Babaanemi ölümünden önce en son gördüğümde, kurban
bayramında, önce ne kadar para kazandığımı, sonra o paraları naptığımı, ve tabi
ki ne zaman evleneceğimi sormuştu, o iki gün boyunca daha mantıklı ve gündelik
hayata dair başka bir cümle duyamamıştık ağzından… Vefat günü bana mahalleden
tanımadığım birkaç kişinin bana kendilerini hatırlayıp hatırlamadığını sorduğundan
bahsettim anneme, acaba bana söylendiği gibi, ben babaannemde diğer torunlarından
daha mı çok kalmıştım? “Doğru” diye yanıtladı annem. Biraz evden ve
anılarımızdan söz ettik sonra. Artık şehrin de içinde kalmış küçük bir bahçeli
evden, oradaki bayramlaşma merasiminden, dedemin hayatının son senelerinde sanki
o bayram son bayramıymışçasına iki dirhem bir çekirdek giyinmesinden, babaannemle
dedemin didişmelerinden, babaannem kadar hayata bağlı birinin eşi ve
kardeşlerini peşisıra kaybetmesi sonucu duyduğu kuvvetli ölüm korkusundan, evin
soğukluğundan, döşeklerde, yer yataklarında o soğukta sıkı sıkı örtünüp erkenden
uyanmanın keyfinin yarattığı mutluluk duygusundan, Çağan Irmak filmi dekoru
gibi mahalleden ve buna benzer bir sürü anıdan, tekrar barışmayı hayal ettiğim eski
bir sevgiliden bahseder gibi, sanki çok iyi anlatırsam o zamanları tekrar yaşayabilirmişim
gibi sadakatle bahsettim. O evin (ve tabi ki evin sakinlerinin) hepimizde benzer
duyguları yaratmasıysa hayranlık uyandırıcıydı. Ölüevinin selamlığı belli olsun
diye kapının önüne rastgele sıralanmış kırmızı plastik sandalyeleri görünce,
sünnetim sadece benim aklıma gelmemiş, annem de aynı şeyi anımsamıştı: Ben
hatırlamayacak kadar küçük olsam da, o evdeki sünnetimde yine aynı yerde, aynı
tip plastik sandalyelerde aynı insanların oturduğunu aklım baliğ olunca,
videodan izlemiştim. Abim “en mutlu anılarım orada” demişti o evde kaldığı
günleri kast ederek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Taşrada insanlar
tuhaf bir tevekkül geliştiriyor başlarına gelenlere ve tabi ki ölüme karşı. Hayatında
bir kitap alıp okumuşluğu şüpheli akrabamın biri, kanser olduğunu öğrenince, “Bunda
bir şey yok, herkesin geçtiği yoldan ben de geçerim” demiş. Babaannem defnedilirken
doyasıya ağladıktan sonra babamın yanında saf tuttuğumda insanların diline sirayet etmişti o mütevekkil hal: Emir Allah’ın. (Bizim orada zaten taziyeye gidilmez, “emrallahın”a
gidilir)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Babaannem, güneşli
bir mart sabahında, kocasından on iki sene sonra Allah’ına yürüdü. Meltem Gürle hocamızdan öğrendim, vefat, vefa kelimesinden türetilmiş. Yaşarken ne kadar kaypak olsak da ölürken (ölerek) sözümüzü tutuyoruz
yani. Artık babaannemlerin bahçeli evinde yaşayacak kimse kalmadı, birkaç gün
sonra kapısını kilitlemişler, kıyafetleri, içindeki işe yarar eşyaları dağıtmış
babamlar. Geçen haftasonu, babama hatıra kabilinden o evden bir eşya istediğimden bahsettim, hala
çalışan transistörlü radyo olabilirdi ama o benim küçük odama sığmazdı, ahşap
duvar saati zaten yıllar önce başka birine verilmişti. “Tamam” dedi babam, “ben
ayarlayacağım sana bir şeyler.” Pembe yemenisini alabilirdim mesela, eğer
mezarında baş ucuna koymasaydık… Barış Manço’nun “Gülpembe”yi babaannesi için
yazdığını biliyorsunuz değil mi…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ben bir aydan daha
uzun bir süre önce, bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşımın hatırlayıp kutladığı
bir 9 Şubat günü 29 yaşına girdim. Babam bu yazının yazılmasından bir hafta
sonra 69’a girecek kısmetse. İsmet Paşa, kendisini devirmek üzere toplanan
Ecevit ile onu destekleyen Mülkiye cuntasına, "sizin için istikbal
olan şeyler benim için mazidir" demiş. Herkesin doğumgünü de kendine,
hüznü de.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7YFwRZ0cHkkr2LYYjH6GavC74idIc9lYyt9PNbXP1-PH6L1Oug723u1g9BVrVGim0efwcIDtWhlWUB3Rww6JM2SYZk0Cwrt4VYwBQjBlOxp96ZGVgkz5drGSnmRqbYmqeuehchiP2qT5o/s1600/tumblr_mjksm4ZIHQ1r6nm6ao1_500.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="263" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7YFwRZ0cHkkr2LYYjH6GavC74idIc9lYyt9PNbXP1-PH6L1Oug723u1g9BVrVGim0efwcIDtWhlWUB3Rww6JM2SYZk0Cwrt4VYwBQjBlOxp96ZGVgkz5drGSnmRqbYmqeuehchiP2qT5o/s400/tumblr_mjksm4ZIHQ1r6nm6ao1_500.png" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">PS: 1) Diğer yazılarım
gibi –hatta belki onlardan fazla- iç karartıcı olduğu için kusura kalmayın,
yazmamak için çok direndim, ama beceremedim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">2) Hüznün şahane tanımı http://other-wordly.tumblr.com/post/45234902424/pronunciation-hu-zun dan araktır, ki sitenin kendisi de şayanı tavsiyedir...</span></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-11937719875362011532013-02-18T00:00:00.001+02:002013-02-18T14:30:23.777+02:004.20 ve sonrası<div style="text-align: justify;">
Salondaki saat ansızın durmuş, gece 4.20de. Çok kötü. Saatin durması iyi bir şey olsaydı çünkü, depremler, ayrılık mesajları, trafik kazaları, savaş ilanları, nafile yazılmış blog yazıları gibi gecenin bir yarısında olmazdı. Evde sanırım pil yok, ben de çıkıp almaya üşendim, dolayısıyla garibim duvar saati çizgisel ve açısal olarak bir arpa boyu yol gidemedi gün boyu. Acaba saat ilerlemezse zamanın geçmiş sayılmayacağına ve böylece hiçbir şey yapmadığım bir pazar günü için hayıflanmayacağıma dair akılsızca bir düşünce bilinçaltıma yerleşip bu ataletime bir dayanak oluşturdu mu, bilmiyorum. Sahiden o kadar boş, bomboş geçiyor ki günlerim, artık sıkıntıdan suçluluk aşamasına evrilmiş durumdayım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yine de bütün günümün durmuş bir saatle pazarlık ederek geçtiğinden burada bahsetmemeliyim, durumun vahameti bir yana, artık dar vakitleri hesap edecek kadar kötümser yazarları kimse okumaz çünkü. Saatin durduğu zaman dilimi yüzünden hızlı karar almayı öğrendim: Gün boyunca hep on dakikam oldu karar vermek için: Tezhip yapmaya on dakika sonra 4.30 gibi başlayacaktım; masamda duran 165 dakikalık dvdyi 3 saatte izler 7.30da da teze geçerdim; haftalardır elime almadığım için başını kıçını unuttuğum kitaba 4.30da başlasam, iki saatte yüz sayfa okurdum... Her şeyim planlıydı yani benim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Birazdan yatıcam, zaten saat geç oldu malum. Uyuyup uyandığımda groundhog day filmindeki Billy Crystal gibi aynı güne uyandığımı fark edersem, mükemmel planımın ikinci aşamasını devreye sokucam: Saati geri alıcam - zamanın durduğuna inanıyorsun da metus, geri gittiğine niye inanmayasın? Eğer planım işe yararsa var ya... Herhalde işe istanbulda başka bir işe girmekle başlarım, iki sene içinde bana yapılmış üç iş teklifinden birine evet demem yeterli bunun için. İşe girince, haliyle askere de gitmem. Hudutta Kars çayını bekleyip 20 kiloluk kömür çuvallarını katır sürüleri gibi oradan oraya taşımayınca vatan hizmetinden eksik kalmış olucaz ama, neyse onun vebali benim boynuma. Sonra herhalde seviyorum ya - gider konuşurum, en azından içimde kalmaz. Daha önce başkasıyla konuşmuştum, o zaman daha küçüktüm, bu sefer daha tecrübeliyim, daha ne. Hem iyi konuşuyormuşum, öyle derler. Öbürünün ne eksiği var, gururum bir kere daha kırılıversin yani, üzerinden kaynar su dökülmüş başımla başbaşa kaldıktan, dizlerimin bağının çözüldüğü üç dakikayı atlattıktan ve başıma gelenin ilk duyulduğu zamanki utancı göğüsledikten sonra, çok da yıkıcı olmuyor. Sonra da gider, başka bir blog açar, bir tane de pil alırım. Sonrası kolay...</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-50091764481113583912013-02-13T22:13:00.000+02:002013-02-13T22:17:49.740+02:00Koruda - veya Kordonda<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i><span lang="TR">Gün boyunca
insanların birbirleriyle gireceği ilişkiler düzene sokulmuştur. Okullarda
gençler, sırf aynı yaşta oldukları için yıllar yılı aynı kişilerle aynı
sınıflarda oturmak zorundadırlar. Ancak okul günü bitip akşam olduğunda, insan
dilediği kişiyle birlikte olma şansına sahip olur. Askerseniz, 1.65 boyunda bir
kişinin 1.95 boyundaki arkadaşlarıyla bir araya gelmesi ancak akşamları ve
geceleri mümkün olabilir.<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 283.2pt; text-align: justify;">
<i><span lang="TR"> (Geceye Övgü,
Gündüz Vassaf)<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ben ve Otosandan iş
arkadaşlarım, çoğunluğu taşralı, sınıf atlayabilmek için okumuş, kendince
meşgaleleri, hayalleri, asabiyetleri olan, kafaları zehir gibi çalışan erkeklerden
müteşekkil bir mühendis grubu – takriben on –on iki kişi falan olmalıyız- günün
uzadığı, gecenin kısaldığı bir İstanbul akşamüstünde, Pendik sahildeki Kolcuoğlu’nda
kebabın dibine vurduktan sonra kendimizi sahile attık. Boğaz sadece Bebek’te,
Kanlıca’da, Yeniköy’de değil, orada da boğazdır, böyle de demokratik ve kadirşinastır
İstanbul dediğiniz yer, umuma açıktır. (Keza tarihini Surdibindeki fakirden de
esirgemez, yüksekkaldırımdaki hipsterinden de.) O gece o sahilde yürürken,
anılarımızı yad eder, hatıra fotoğrafları çektirir ve öylece ağır aksak
salınırken içten içe biliyorduk ki artık bizim devrimiz geçti, öyle de oldu
nitekim, dört bir yana savrulduk hepimiz. Benim kısmetime, İzmir düştü…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Cemal Kafadar’dan
öğreniyoruz ki, “şehir” kelimesi, etimolojik olarak Farsça’dan, ama Arapça’da
aynı kökten gelen şehere’den türetilmiş bilinen bir kelime var: Şöhret. Meşhur
olmak, tanınmak, bilinmek… Teşhir edileni seyretmek. Şehre bir teşhir gibi
bakmak, o şekilde gezmek… İstanbul, sizi biraz da şöhretine ortak eder aslında,
daha önce de yazmıştım, tarihe tanıklık ettiğiniz hissine sizi iyiden iyiye
inandırır. Orayı gezerken sevdiğinizle birlikte o şehri seyreder, o şehirde var
olur, orada meşhur olursunuz. İstanbulun, etimolojik olarak “stin-poli”den
geldiğini, onun şehre doğru demek olduğunu da hatırda tutalım… Yani, şehir
kelimesinin hakkını en iyi İstanbul verir bu memlekette, etimolojik olarak da,
mecazi olarak da… Oradan döndüyseniz, dışarıdasınız, şöhretten uzaksınız, emsal
olsun diye söylüyorum, bir zamanlar üç büyüklerde şansını denemiş ama
tutunamamış bir topçu hissiyatındasınız. Ancak İstanbul üzerinden bir kıyasla
var olabilirsiniz… Daha az görünmeyi, daha az şöhreti, daha az seyredilmeyi kabullenseniz
iyi olur. (Ben, zaten çok dikkat çeken birisi değilimdir yabancı bir ortamda,
artık daha da az görünür kılmış olmasından beni İzmir’in, memnunum şahsen.)<o:p></o:p></span><br />
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Dün Kordon’da alelade
bir birahanede işten hepsi tabi ki erkek çocuklarla demlendiğimiz bir gecenin
sonunda, sahilde yürürken Fatih’e o günü hatırlatıp yaşadığım dejavu hissinden
bahsettiğimde, hatırlamamdan duyduğu hayretini gizleyemediğini mutlulukla
gördüm. Halbüse ben, sadece mutsuz olduğum anları değil, mutlu olduğum anları
da detayıyla ve net olarak hatırlarım. Çok parlaktır çünkü onlar belleğimde... ve
çok derin. Ufak maraz şuradan doğar ki, benim hatırladığımı, başkası aynı
şekilde hatırlamaz genelde. Mevzu, işte burada çetrefillenir: Doğru hikayeyi kimin
anlattığı nasıl anlaşılır acaba?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR">Ryunosuke
Akutagawa’nın Rashomon isimli hikayesinde (Türkçeye Bilge Karasu tarafından
çevrilmiş ve Akira Kurosawa tarafından 1950’de beyaz perdeye uyarlanmıştır.) koruda
işlenen bir cinayetin tanığı bir kız, sanığı bir hırsız, ve maktülü kızın
kocası aynı hikayeyi ana hatlarına sadık kalarak, ama önemli detaylarını
kendilerine yontarak verirler ifadelerini polise. Bu basit ve kısa hikaye,
gerçeğin algılanmasının ve çarpıtılmasının ne kadar çeşitli olabileceğini
gösteren mükemmel bir örnektir aslında, bir haftadır bu film kafamda dönüp
dönüp duruyor. Benim hikayem bir koruda değil, sahilde geçiyor, ama fark etmez.
Ya diyorum, o anlattığım bu ve benzeri hikayeler, hiç o kadar keskin olmamışsa,
ben sırf biraz daha görünebilir olmak için onları allamış, pullamış,
uydurmuşsam, beni bağışlayabilir misin ey okuyucu? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: left;">
<span lang="TR">(Bilge Karasu’nun Rashomon çevirisi için: http://www.tdkdergi.gov.tr/TDD/1959s89/1959s089__24_B_KARASU.pdf)<o:p></o:p></span></div>
</div>
</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-91264959896091016542013-01-16T22:08:00.001+02:002013-01-16T23:23:25.946+02:00Genç Metusun Acıları- Olm bu ne lan?<br />
- Dosya abi.<br />
- Ne dosyası olm suluboya var burda.<br />
- Tezhibe gidiyom da ben abi.<br />
- Neye gidiyon, neye gidiyon?<br />
<br />
Artık baklayı ağzımdan çıkarma, mercimeği fırına verme, - yok bu olmadı - durumu Asile anlatma vakti gelmişti. Dua etmek suretiyle açılışına kimselerin takdir etmediği bir katkıda bulunduğum The House Cafe'nin İzmir şubesinde son masaya oturmuş, hasret gideriyorduk. Yolunu hacı bekler gibi beklediğim insanlar listesinin asil üyesiydi, benim lise arkadaşımdı Asil. Daha önceden egzersizini yaptığım üzre, tezhip nedir sorusuna verilebilecek tüm cevapları konuya hakimmiş intıbaı yaratmak için peşisıra vermeye başladım: Etimolojiden (altınla süslemek demek olan zeheb kökünden geliyordu), nerede kullanıldığına (Kur'an sayfalarından yazmalara, tuğralardan ebru eserlerine kadar envayiçeşit eski eserin süslenmesinde kullanılıyordu) minyatürle olan rabıtasından, Osmanlıdaki nakkaşlık geleneğine; halen 16. yy adetlerinin takip edilmeye çalışılmasındaki sakillikten, bu tekniğin kullanım alanlarına kadar yalan yanlış öğrendiğim her şeyi heyecanlı heyecanlı anlattım. Evet, küçükken tüm resimleri annem yapmış olabilirdi, ama tezhiple uğraşırkenki konsantrasyonu, odamda tek başıma çalışmayı seviyor, harcadığım saatlere, bana sonlanmayacakmış gibi gelen kırtasiye giderlerine karşılık, bana sadece biraz daha kontrol ve sabır katmasını istiyordum.<br />
<br />
Aşağıdaki çerçeveye şemse deniyor, bir A4 ün yarısına aynı motifi altıncı kez yaptığımda dört saat boyunca ara vermemiş ve nihayetinde başımızda ceberrut biçimde "olmamış" diyerek ızdırap veren tezhip hocama sarmıştım. Hala tahsil ve terbiyede gıdım ilerleyemedim, ama motifi boyayıp çizimimin içine etmeden önce buraya koyayım, ileride döner bakar dururum. <br/><br/><div class="separator"style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjS9a1JAz7b3hlwWPOunj1ffSOrlWHZtHcGcaYSBuIE6IvONhJyihQyP67uV1tJhjXpE6-wSSeBrXMlW3uyXkhxkqaZVx4c4eXiUIZJqoSJwYOu2Ok6YrCn-tXzoMh8kQYMUNhPKHyXU6qR/s640/blogger-image--1422523262.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjS9a1JAz7b3hlwWPOunj1ffSOrlWHZtHcGcaYSBuIE6IvONhJyihQyP67uV1tJhjXpE6-wSSeBrXMlW3uyXkhxkqaZVx4c4eXiUIZJqoSJwYOu2Ok6YrCn-tXzoMh8kQYMUNhPKHyXU6qR/s640/blogger-image--1422523262.jpg" /></a></div>metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-42813213076227687422012-12-10T21:07:00.000+02:002013-05-13T21:48:29.415+03:00"Hak etmekle bir ilgisi yok"<span style="text-align: justify;">Cep telefonuna gelen her mesaja
birheves davranıp, spam olduğunu anladığında; senle benzer hayatları süren
arkadaşlarının sosyal ve kariyer statülerine kıskançlıkla baktığında; eski
yazılarını dönüp dolaşıp tekrar okuduğunda; bir zamanlar içinin cız ettiği kız
mesaj attığında artık hiçbir şey hissetmediğini ve onun herkes gibi olduğunu
her fark ettiğinde; ağlamak için başını yastığa koymayı beklediğin gecelerde ve
günü nasıl geçireceğini hiç bilmediğin gündüzlerde; ne eski anılarının ne
gerçek olmadığını her haliyle bildiğin dizilerin ve filmlerin, ne de okuduğun o
afilli kitapların seni teselli edemediği hüzünlerinde; her aldatıldığında, her
aldatıldığımda; sana yapılan kötülüklerin karşılığını hiçbir zaman
veremediğinden ötürü kendi beceriksizliğine her lanet ettiğinde; etrafında
ölümü senin yanına bile yanaşamayacağın bir tevekkülle bekleyen insanlar her
arttığında; o ölümü bekleyen insanlardan biri için hayatında bir gazeteyi bile
başından sonuna kadar okuyamamış kadar cahil kocasının “ben onu çok sevdim”
deyişindeki hakikat karşısında dilin tutulduğunda; duaların hiçbir şekilde
kabul olunmadığında, buna mukabil dinle
diyanetle hiçbir alakası olmayan insanların mutlu mesut hayatlarına alık alık
baktığında, ve bütün bu lüzumlu/lüzumsuz detaylar her aklına geldiğinde kafanda
tek bir soru olur: Ben bunları hak edecek n’aptım?</span><br />
<span style="text-align: justify;"><br /></span>
<span style="text-align: justify;">Başlıktaki ilham için bkz. Unforgiven</span><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-25956710433712883192012-10-28T21:50:00.002+02:002012-10-28T23:09:20.811+02:00Bir Taşralı için Ritüeli, Anımsattığı ve Hissettirdiğiyle Kurban Bayramı<i><span style="font-family: "Tahoma","sans-serif"; font-size: 10.0pt;">Onların etleri ve
kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır.</span></i><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt 283.2pt; text-indent: 35.4pt;">
<i><span style="font-family: "Tahoma","sans-serif"; font-size: 10.0pt;">Hacc, 37</span><o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Takva, Allah’a
bir evlat için, yani soyun devamı için yıllar yılı dua edip, muradına erince
ona “Allah işitti” manasında “Eşma-el” adını koymaktır. O uğurda yıllar yılı dua
ettiği evladı Eşmael (İsmail)’i gık demeden kör bir bıçakla Allah’a
soğukkanlılıkla kurban etmeye nazır olmaktır takva. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Kurban
bayramı, çocukluğa, babaannenin evinin bahçesine geri dönüp, yitip giden zamana
ve etkilerine lanet etmektir: Artık limonlar o bahçedeki ağaçların çok
yukarılarındadır, toplamaya kalktığınızda dikenleri kolunuza batar, kolunuz
çizilir. Zihnen ve bedenen erimiş babaannenizin gözünün içine sırf manalı bir
cümle kursun diye bakarken de yüreğiniz... O kadar çizilir ki, siz takva sahibi
biri olmasanız da Allah sizi işitir. Giderken babaanneniz, “Oğlum ne zaman
geleceksin ders çalışmaya?” diye sual eder. O kadar ileri hasta olmasına
rağmen, sizin onu ziyaret etmeniz için bir dahaki bayramı bekleyeceğinizi ve o çocukluğunuzun
hatrına yanında olduğunuzu bilir. Bir sokak ötede, sadece bir sokak ötede
dedenizin kardeşinin bahçeli evi müteahhite verilmiş, bahçenin yerinde yeller,
kagir evin yerinde ise üç katlı bir binanın sevimsiz pimapenleri esmektedir. Her
katın bir kardeşe verildiğini yüzünüzü buruşturarak dinlersiniz. Sadece
müteahhitler mi insanlar mutlu olsun ister acaba bu devirde? Bir müteahhitle
babaannemin mutluluktan anladığı aynı şey olabilir mi hiç peki?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;">Geçenlerde Sırrı Süreyya Önder yazdı, “nakledilir ki
Cebrail-i Emin üç gündür hiçbir şey vahyetmemişti. Peygamber sahabeye dönerek ‘Ya
ashaplarım! Diliyorum ki biriniz bir güzel hikâye veya bir macera söyleyiniz.
Biraz onunla meşgul olayım. İnşallah kardeşim Cebrail gelsin ve vahiy getirsin.’
dedi. “Hikâyenin iyisine” der Sırrı Süreyya Önder, “vahiy dileyen peygamberler
bile muhtaçtır.” Hal böyleyken dört aylık yeğeninizi eğlemek için hikaye
uydurma zorunluluğuna şaşmamalı. </span>Kurban bayramı aynı zamanda küçük bir
bebeğin sayesinde geleceğe gidip hayal kurmaktır. Anlattığınız bir hikayeyi
beğendiği zaman dudağı ve gözleriyle güldüğü anda birden ve nedensiz yere o
hikayeyi kesip, onu bir daha gördüğünde yürümeye başlamış olacağını ona
fısıldamaktır. Akşam körfez manzarasına bile bakmayacağınız evinizde yapayalnız
ve onsuz ne yapacağını o bebeğe sormak, onun suratının/suretinin birden
ciddileşivermesini izlemektir. Bir arkadaşımın şahane tanımlamasıyla küçük bir
bebeğe verebildiğiniz tek duygu olan sevginin artık neredeyse elle tutulur bir
hal almasıdır. Kurban bayramı onun size verebildiği tek karşılık olan o
gülücüğe kurban olmanızdır, ondan ayrıldıktan sonra arabanızın onun kokusuyla
dolması, o kokunun ara ara sizin burnunuza gelmesidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Kurban
Bayramı, yıllar yılı peşinden koştuğunuz kızla hiçbir şey olmamış gibi, eski
günlerdeki gibi, (yani Nazım Hikmet’in o enfes dizesindeki gibi, herkes gibi)
konuşmaktır. O “dargınlar barışır” safsatasının gerçeğe en yakın olduğu an,
işte o andır. Sizin ilk olarak yazlıkta bir zamanlar esnaflık yapmış, ikinci
olarak da ateist bir arkadaşınızdan telefon almanızdır bayram tebriki olarak. Telefonda
bayram sabahı İstiklal’in, Galatasaray Lisesi’nin önünün ne kadar ıssız olduğundan
bahseder size, sırf o ıssızlığı bertaraf etmek için aramıştır sizi. “Dargınlar
barışır” olmasa da, “dostlar konuşur”, bir bayram gerçeğidir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu bir kurban
güzellemesi değildir, bir bayram güzellemesidir. Geçmiş kurban bayramınız, ey
ehl-i blogger, mübarek ola. <o:p></o:p></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-55237213204138347612012-10-15T21:18:00.002+03:002012-10-17T21:56:53.590+03:00Twitterla Blog(ger) Arasındaki FarklarTwitleriniz dijital makinayla çektiğiniz fotoğraflar
gibidir, bir daha dönüp bakmazsınız, blog yazılarınız çerçevelettiğiniz
resimler gibidir, kendinizi kötü hissettikçe bakma ihtiyacı duyarsınız.<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter hınzırdır, blogger mazur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter toplantıda kaçamaktır, blogger mesaide kafa dağıtmak.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitterda takipçiniz sizi o an çevrimiyse okur, blogda sizi
takip etmeyen de bulur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter kitleleri mobilize eder, blog bireylerin ufkunu
açar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter tanışmak istediğiniz ünlüyü görünür kılar, blogger
öğrenmek/tanımak istediğiniz konuyu/kişiyi ulaşılabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter rakipsizdir, blogger tumblr vb rakiplerince kuşatma altında.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter güncele dair her şeyi içeriir, blogun tematiği
makbuldür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter özgürleştirir, blogger derinleştirir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter öfkenizi alır, blog hüznünüzü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitterda gündemden geri kalmamakla teselli olursunuz,
bloggerda kendinizi kısıtsızca ifade etmekle.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Twitter anlıktır, blogger durağanlık.<o:p></o:p></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-60462645183664601082012-09-27T13:56:00.001+03:002012-09-27T13:57:42.865+03:00Sürmelim'in Keledoş'u<br />
<div style="text-align: justify;">
<i>Taha, iki yıl önce terk etti Ankara’yı. Anasını
beraberce götürüp Başkale’ye gömdükten sonra, buralara iki yıl dayanabildi.
Varını yoğunu bir hafta içinde elden çıkardı, iki çocuğunu ve karısını aldı,
çok uzaklara gitti. Bir daha geri dönmemek üzere.<o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>Lastikçiydi. 1994 yılıydı; öyle hatırlıyorum. İşi
götüremeyecek kadar yaşlanmış Kızılcahamamlı Lütfü Ağbi’den, ehven bir hava
parasıyla dükkânı devralıp bana komşu olduğunda, bütün suskun ve kederli
havasına rağmen, çabuk kaynaştık. Benimle tribüne gelecek kadar da futbolu
sever olmuştu. Büyük oğlu Derviş’i Gençlerbirliği’nin altyapısına yazdırdığımız
gün, oğlundan daha sevinçliydi. Kırmızı-siyah, ne de olsa Vanspor’un da
renkleriydi. İyi esnaf, çok iyi adamdı. Çok uzaklarda bu yazıyı okuyacak
olursa, biliyorum bana çok kızacak.<o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>İlk yıllarda Taha, ne zaman Ankara’da bir asker
cenazesi kalksa, tuhaf bir mazeret uydurarak ortadan kaybolur, benden birkaç
saatliğine dükkâna göz kulak olmamı isterdi. Şaşırır, bir anlam veremez,
nedense soramazdım. Ailece daha seyrek görüşürdük. Ama anası Sürme’yi iki-üç
günde bir görmesem rahat edemezdim. Meşrutiyet Caddesi’nin yukarılarında,
Kocatepe Camii’ni arka cepheden gören bir apartmanın altı üstlü iki dairesinde
oturuyorlardı. Taha, dertleştiğimiz bir gün, aynı evde oturmaya anasını bir
türlü ikna edemediğini anlatmıştı. Sürme’yi tanıdıkça, onu bir şeye ikna
etmenin imkânsız olduğunu ben de anladım.</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br />
Yemeklerine hastaydım. Öğlen olduğunda, bir bahane yaratıp Taha’nın yanına
geçer, o sihirli; “Erkan Ağbi, anamda yiyip gelelim mi” lafını duymak isterdim.
Bazen bizim çıraklardan birini gönderip yemek getirtirdik. Giderek, ben de
iyice arsızlaştım. “Sürmelim, oğlun gelir mi bilmem, ben yemeğe geliyorum”
demeye başladım. Ona ilk kez ‘Sürmelim’ dediğimde, karıma yıllar önce ilk kez,
Beşevler’de bir pastanede ‘Seni seviyorum’ dediğim günkü boğuşmamı hatırladım.
Dış sahada idmandan çıkmıştım. Aynı ‘siyaset’tendik. Buluşup konuşmamız gereken
‘önemli şeyler’ vardı. Pastaneye bir saat önce gelmiştim, ama her geçen dakika
bana, onun gelmeyeceğine dair umutsuzluk aşılıyordu. Geldi, karşımda oturdu ve
yarım saat lüzumsuz yere siyasi gelişmelerden ve örgütün mükemmel
tahlillerinden bahsettim ona. Limonata bardağı elimde, kıvranıp duruyordum.
Hayat, gelip bir ana takılmıştı. Ya uçup gidecektim ya da düşüp bitecektim.
Uçup gittim.<o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>Taha’nın anasıyla da bir sınırı aşmak istiyordum.
Taha’yla kulis filan yapmadan bir kuşluk vakti açtım telefon, ‘Sürmelim’ diye
lafa girdim. Sesimi tanıyıp, “Söyle Şeytan” dedi. Bu kadar çabuk teslim
olacağını tahmin etmemiştim. Galiba “Bir gün sadece benim için bir yemek yap da
geleyim” gibi bir cümle kurmuşum ki, “Yarın gel, sana keledoş yapacağım” dedi.<o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>Evin mutfağı, Kocatepe Camii’ne yukarıdan
bakıyordu. Sürmelim, tabağımı silme keledoş doldurmuş, ama sürekli
buzdolabından bir şeyler çıkarıp koyup, ısrarıma rağmen masaya oturmamakta
direniyordu. Göz ucuyla, mutfağın ucundan cami avlusunu kesiyordu. İki-üç
dakika kayboldu, tertemiz bir kıyafetle önüme dikilip, “Şeytan” dedi, “sen
kapıyı çekip gidersin, ben camiye gidip geliyorum.” Bir deprem gibi nerdeyse her şey birden
olmuştu. Usulca kapanan kapının sesini duydum, yemeğimi bitirmeden masadan
kalktım. Mutfaktan camiye doğru bakınca, avludaki asker kalabalığından, ama
asıl fora edilen bayraklardan, Kocatepe’den asker cenazesi kalkacağını anladım.
Hemen evden çıktım. Asansörü beklemeden yedi kat merdivenleri indim. Sürmelim’i
Beğendik’in önünde yakaladım. Hiçbir şey sormadım. Beni görünce o da bir şey
demedi. Koluna girerek merdivenlerden avluya çıktık. Bayraklar ve ‘Şehitler
Ölmez Vatan Bölünmez’ sloganları arasından, bildiği bir yere doğru gider
gibiydi. Sonra bana, ‘bir bakışta anayı bulma’ tecrübesini uzun uzun anlattı.
Ağlayan bir sürü kadının arasından birine sarıldı. Biraz uzak kalmıştım. Bir
şeyler söyledi. Duyamadım. Avludan çıktık, merdivenleri indik, Mithatpaşa
Caddesi’nden Meşrutiyet’e dönerek eve geldik. <o:p></o:p></i><br />
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>Taha’nın bazı öğle vakitleri ortadan neden
kaybolduğunu o gün anladım. Sürmelim’in Kocatepe’den hiçbir asker cenazesini
kaçırmadığını, yüreğim sıkışarak öğrendim.</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br />
Bir daha keledoş yiyemedim. Sürmelim anladı mı ne, o da bana bir daha keledoş
yapmadı.</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br />
Sonra bir gün Sürmelim’i Başkale’ye götürdük. Oraya bıraktık. Cenaze kalabalığı
dağıldı. Taha’yı bir ara mezarlığın ucuna doğru bir yerde gördüm. Yeğenler,
hısımlar bir mezarın başındaydılar. Ben onlara doğru giderken, onlar bana doğru
geliyordu. Şehmus’dan öğrendim orada yatanın Taha’nın kardeşi olduğunu. Orhan’ı
dağdan getirip oraya bıraktıklarını. Taha’nın bunu yıllarca benden neden sakladığına dair bir sitem geldi aklıma. </i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br />
Sonra kendimden utandım. Başkale’den döndükten sonra, nerede bir asker cenazesi
görsem, Sürmelim’in bir kadına sarılan o görüntüsü geliyor gözümün önüne. O anaya söylediği, benim duyamadığım seslerle
çarpışıyorum.<o:p></o:p></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>O sesler arasında, Orhan’la <st1:metricconverter productid="100 metre" w:st="on">100 metre</st1:metricconverter> berisinde yatan
anasından, benim Sürmelim’den <br />
artık esirgenmeyecek bir söz arıyorum.</i><o:p></o:p></div>
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i></div>
<div style="text-align: justify;">
( Radikal'de Erkan Goloğlu'nun 15 Ağustos 2009'da çıkan yazısı)</div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5942458122620171118.post-22195319453009784642012-09-24T22:08:00.000+03:002012-09-25T08:15:25.118+03:00İsrail’in Cinneti: Gazze<span style="text-align: justify;">Bugün,
yutamayacağım bir lokmayı ağzıma atacağım: Filistin Sorunu ve özelinde Gazze
Ablukası.</span><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Lokma büyük
çünkü kronoloji hakikaten karmaşık, sorun -bence- yüz yıllık bile olmamasına
rağmen hızla kronikleşti, insani boyutla meselenin özü tamamen birbirine girdi,
şiddet sarmalına hızlıca dolandı ve gerçek Amerika’daki en kuvvetli lobi olan
Yahudi lobisinin manipülasyonlarıyla örselenegeldi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Konuyu en iyi,
bir Yahudi fıkrası açıklar: Bir turist, Kudüs’teki Ağlama Duvarı’nda vecd
içinde öne arkaya doğru sallanarak dua eden bir haham görünce yanaşıp ne için
dua ettiğini sormuş. Haham “İsrail- Filistin meselesinin çözülmesi için” diye
mukabele etmiş. “Ben 40 yıldır her cumartesi gelir burada dua ederim.” “Peki”
demiş turist, “bir faydasını gördün mü?” “Yok” diye cevap vermiş haham, “bazen
duvara karşı konuşuyorum gibi hissediyorum.” Bu mesele duvara laf anlatma
meselesidir biraz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu konuyla
ülkemizin hemhal olmasının ardında yatan kişi belli: Suriye kumarı
nedeniyle şu aralar birçok çevre tarafından pek de haksız olmayan sebeplerden
ötürü yerden yere vurulan Ahmet Davutoğlu. Davutoğlu, artık kabinenin popüler
bir ismi, hepiniz onun bir akademisyen olduğunu (Boğaziçi!), Neo-Osmanlı
hayaliyle yaşadığını, kendisi her ne kadar “hükümet görüşü” dese de mevcut dış
politikanın mimarı olduğunu biliyorsunuzdur. Ama Hamas Gazze’de yapılan özgür
seçimi kazandıktan sonra, meşruiyeti hiçbir Avrupa ülkesi tarafından
tanınmıyorken, lideri Halid Meşal gizlice Ankara’ya gelmiş ve başbakanla
görüşmüştü, Davutoğlu o zaman için Başbakanlık başdanışmaydı yani kabine
dışındaydı, o zamandan beri bu politikayı şekillendiren isimlerin başında
geliyor. Dışişleri Bakanları seviyesinde yapılan kapalı bir oturumda “Kudüs’te
Filistinlilerle beraber namaz kılacağı günü hayal ettiğini” söylediği ortaya
çıkınca orta çapta bir kriz çıkmış, kendisini kapalı bir oturumda söylenenleri
size söylemeyeceğim, ama şu kadarıyla söyleyeyim, BM kararlarına bakarsanız ne
demek istediğimi anlarsınız minvalinde bir açıklamayla savunmuştu. Kudüs’ün
Filistin toprağı olduğunu söyleyen bir BM kararı olduğunu, ben bu sayede
öğrenmiştim. İsrail, bunun gibi sayısız BM kararını yıllar yılı yok sayageldi,
11 Aralık 1948’de alınan ve mültecilerin hızlı bir şekilde evlerine dönmelerini
vaat eden BM’nin 194 sayılı kararı, bunlardan sadece bir tanesi. 1967
Savaşı’ndan hemen sonra, İsrail’deki en yüksek hukuk otoritesi, İsrail
hükümetini şöyle bilgilendirmişti: İdaremiz altındaki topraklardaki sivil
yerleşimler, Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nun kesin hükümlerine aykırıdır.
İsrail Adalet Bakanı, bu görüşe katıldığını açıkladı. Savunma Bakanı Moşe Dayan
ise, “İsraillilerin işgal edilen topraklara yerleştirilmesi, bilindiği gibi
uluslararası anlaşmalara aykırıdır, fakat bu yeni bir bilgi değil” demişti.
Fütursuzluk, İsrail sağının, diğer milliyetçi hareketlerden bile sık
sergilediği en karakteristik özelliğidir. Zaten aynı zat, şu cümleleri
söylemekte de beis görmeyecekti: (İsrail) kılıcı tek değilse de ana araç olarak
görmeli, onunla morali yüksek tutmalı. Bunun için tehlikeler icat etmeli ve
bunu yapmak için provokasyon ve intikam metodunu uygulamalı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Gazze’nin kontrolünün
Filistinlilere geçmesinin tarihi 1994, efsanevi Oslo Barışı’ndan hemen sonra.
2005’te İsrail bölgeden kendi vatandaşlarını da çekince, alan tamamen
Filistinlilerin kontrolüne kaldı. Gazze Ablukası İsrail ve ABD tarafından 26
Ocak 2006’da, Filistinlileri özgür seçimlerde yanlış tarafa oy verdikleri için
cezalandırmak amacıyla başlatıldı. 25 Haziran 2006’da Onbaşı Gilad Şalit’in
kaçırılmasından sonra İsrail’in saldırıları daha da ağırlaştı. Halbuki yalnızca
bir gün önce İsrail Gazze’de iki sivili kaçırmış ve onları İsrail’e
göndermişti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
28 Aralık
2006’da İsrail İnsan Hakları Örgütü B’Tselem, İsrail’in işgal altındaki
topraklarda gerçekleştirdiği zulme dair yıllık raporunu yayımladı. O yıl İsrail
güçleri altı yüz altmış yurttaşı ve 141 çocuğu öldürdü. Sonuç olarak İsrail
güçleri 2000’den bu yana neredeyse dört bin Filistinli öldürmüştü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Temmuz 2007’de
seçilmiş hükümeti askeri bir darbeyle devirip yerine El Fetih’in kuvvetli adamı
Muhammed Dahlan’ı getirmeyi amaçlayan ABD-İsrail girişiminin Hamas tarafından
durdurulmasının ardından Hamas’la El Fetih arasındaki savaşı Hamas kazanınca,
İsrail Gazze Şeridi’ne ekonomik bir abluka uygulayarak bu yeni duruma hemen
karşılık verdi. Hamas ablukaya, Gazze Şeridi’ne en yakın kasaba olan Sderot’a
füze fırlatarak misilleme yaptı. Bu gelişme, hava kuvvetlerini, topçusunu ve
savaş gemilerini kullanması için İsrail’e bahane oldu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
2007’nin eylül
ayında İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda günde ortalama sekiz
kişi öldü. Bunların çoğu çocuktu. İsrail’in başlıca askeri analisti Zeev
Schiff’e göre “İsrail ordusu daima kasıtlı ve bilinçli olarak sivil halkı hedef
almıştır.” Uluslararası Af Örgütü, Gazze ablukasında İsrail’in beyaz fosfor
bombası kullandığının “açık ve yadsınamaz” olduğunu bildirdi ve yoğun yerleşim
alanlarında defalarca kullanılmasını bir savaş suçu sayarak kınadı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Haziran
2008’de İsrail ve Hamas bir ateşkeste uzlaşmışlardı. İsrail hükümeti, 4
Kasım’da Gazze’yi istila edip yarım düzine Hamas aktivistini öldürerek
anlaşmayı bizzat bozana kadar, Hamas’ın tek bir roket dahi fırlatmadığını resmi
olarak kabul ediyor. Hamas ateşkes anlaşmasını yenilemeyi önerdi. İsrail
kabinesi öneriyi reddedip 27 Aralık’ta [2008] öldürücü ve yıkıcı Dökme Kurşun
Operasyonu’nu başlatmayı tercih etti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Maalesef her
haham girişte anlattığım fıkradaki kadar nüktedan değil: Kuşatmadan bir sene
önce, Seferad Hahambaşı Başbakan Olmert’e bir mektup yazmıştı. Jerusalem
Post’un aktardığına göre, eski Hahambaşı, Gazze’deki bütün sivillerin roket
saldırılarından sorumlu oldukları, dolayısıyla roket saldırılarını durdurmak
için düzenlenecek yoğun bir askeri saldırı sırasında sivillerin ayrım
gözetmeksizin öldürülmesinde ahlaki açıdan hiçbir yasaklamanın bulunmadığı
bilgisini veriyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İsrail ordusu
Gazze’nin sivil halkını bombaladığında ve bunu teröristlerin sivil hedeflere
yaptıkları füze saldırısına karşı kendini savunma hakkı olarak açıkladığında,
BM Genel Kurulu Başkanı, eski Katolik Kilisesi Rahibi ve Nikaragua Dışişleri
Bakanı Miguel D’escoto Brockmann bu eylemi soykırım olarak tanımlamaktan
kaçınmadı. BM yardım görevlisi Jan Egeland ve İsveç Dışişleri Bakanı Jan
Eliassın, İsrail’in Gazze saldırıları hakkında Le Figaro’da şunları yazdı: Çoğu
çocuk 1.4 milyon kişi, dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek bölgelerinden birine
yığılmış durumda; hareket özgürlükleri yok, kaçacak ve saklanacak hiçbir
yerleri yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Şabat gününde
başlayan, Gazze’nin büyük bölümünün harabeye dönmesi ve bin kadar kişinin
ölümüyle sonuçlanan o saldırıdan iki hafta sonra, Gazzelilerin çoğunun yaşamını
sürdürebilmesini sağlayan BM Kuruluşu UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinli
Mültecilere Yardım Kuruluşu), İsrail askeriyesinin yardım sevkiyatının Gazze’ye
ulaşmasını engellediğini duyurdu. Gerekçesi Şabat günü olduğu için geçişlerin
kapatılmasıydı. Yüzlerce kişi Şabat gününde Amerikan bombardıman uçakları ve
helikopterleri tarafından katledilebiliyorken, bu kutsal güne saygı gereği,
ölüm kalım savaşı veren Filistinlilere yiyecek ve ilaç verilmemeliydi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Elektrik
kesintileri yüzünden insanların odun ateşi yakmaya çalışması sonucunda, Gazze
Şeridi’ndeki Şifa Hastanesi’nde yanık vakaları yüzde 300 arttı. İsrail klor
sevkiyatını yasakladı, bu nedenle [2009] Aralık ortalarından itibaren Gazze
Şehri’nde ve kuzeyde su kullanımı üç günde bir altı saatle sınırlandırıldı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İsrail’le
Türkiye ilişkilerinin çıkmaza girmesinde Davos’ta 29 Ocak 2009’daki one minute
krizi, bir dönüm noktası. 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara gemisine uluslararası
sularda, rotasını Mısır’a çevirmişken yapılan ve gemideki dokuz yolcunun
ölümüyle sonuçlanan olay, iki devletin arasına “kan girmesi”ne yol açtı,
ilişkiler o zamandan beri bu sorunun çözümüne kilitlenmiş durumda ve süre iki
tarafın da lehine işlemiyor. Ama Mavi Marmara, bu ablukayı kaldırmak üzere yola
çıkan ilk gemi değil. 30.12.08’de Dignity [Haysiyet] isimli küçük bir gemi
Gazze’ye gitmek üzere Kıbrıs’tan yola çıkmıştı. Gemideki doktorlar ve insan
hakları aktivistleri, İsrail’in suç teşkil eden ablukasını delmek ve kapana
sıkıştırılmış Gazze halkına tıbbi malzemeler götürmek istiyorlardı. İsrail savaş
gemileri uluslararası sularda bu küçük geminin yolunu kesti, çarparak ciddi
hasar verdi; gemi az daha batıyordu, güçlükle de olsa Lübnan’a ulaşmayı
başardı. İsrail yalanlardan oluşan rutin bir açıklama yaptı. Fakat aralarında
CNN muhabiri Karl Penhaul’un, eski Temsilciler Meclisi üyesi ve Yeşil Parti’nin
başkan adayı Cynthia Mckinney’in de olduğu gemideki gazeteciler ve yolcular
açıklamayı yalanladılar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Mavi
Marmara’daysa, İsrail komandoları gemiyi ele geçirmek üzere bir operasyon
düzenlediler, İsrail tarafının açıklaması, örgütlü bir direnişle
karşılaştıkları ve meşru müdafaa yaptıklarıydı. Sonradan BM tarafından Eylül
2011’de hazırlanan raporsa Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı, Türkiye
raporu tanımadığını açıkladı. Rapor, kısaca “Filonun ablukayı kaldırmak için
düşüncesizce hareket ettiğini, katılımcıların çoğunun bir şiddet niyeti
olmadığını, ama yine de başta İHH olmak üzere düzenleyicilerin gerçek
niyetleri, amaçları ve uyguladıkları hakkında ciddi soru işaretleri bulunduğunu
belirtti. Ayrıca, ilk helikopterden inen askerlerin, Mavi Marmara katılımcıları
tarafından, önemli organize ve şiddetli bir direnişle karşılaştığını, zincir,
sopa vs silahlar kullanıldığını ama ateşli silah kullanılmadığını… … diğer
yandan İsrail’in ölümler karşısında tatmin edici bir açıklama yapamadığını… …9
kişiden 7’sinin vücudunun birden çok yerine isabet eden kurşunlarla… 5
tanesinin arkadan vurularak… …tek kurşunla vurulan iki kişiden birinin iki
gözünün ortasından, ve en az birinin çok yakın mesafeden ateş ederek öldürüldüğünü,
bu kişinin (Amerika vatandaşı da olan Furkan Doğan) yüzünde, kafatasında, sol
bacağında ve sırtında da yarası olduğunu, muhtemelen öldürücü kurşunu aldığında
zaten yaralı olduğunu, bunun tanık ifadeleriyle de desteklendiğini… …ve
ölenlerin hiçbirinin yaralayıcı alet taşıdığına dair bir kanıt olmadığını…
söylüyordu. Rapor, bu haliyle bile şimdiye kadar anlattıklarımla ne kadar
uyumlu, farkındasınız değil mi?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İsrail,
cüretini Amerika’dan alıyor, bunu inkar edebilecek babayiğit var mı,
bilmiyorum. Harry Truman, vaktinde “Kusura bakmayın beyler, seçmenlerimin
arasında yüzbinlerce Arap yok” demişti. 1949’dan bu yana ABD, İsrail’e 100
milyar dolardan fazla hibe yardımı yaptı ve yönetimin parçası olmayan kurumlar
da yılda 1 milyar dolar para aktarıyor. Bu tutar ABD’nin Kuzey Afrika’ya, Güney
Afrika’ya ve Karayipler’e aktardığı paranın toplamından daha fazla. Sözü edilen
bölgelerin toplam nüfusu 1 milyardan fazladır, İsrail’in nüfusuysa yedi milyon.
Bununla beraber, hakkını teslim etmek gerekir ki ABD, Filistinlilerin geri
dönüş hakkından resmi düzeyde hiçbir geri adım atmadı. Birkaç haftadır yaklaşan
başkanlık seçimindeyse tuhaf şeyler oluyor. Obama’dan ümidini kesen
Netenyahu’nun Cumhuriyetçi Mitt Romney’i desteklemesi, Obama’yı suçlar
mahiyette açıklamalar yapmasının ardından, ajanslara bugün düşen haberde Obama
Netenyahu’nun İran hakkındaki açıklamalarına yönelik gürültü ifadesini kullandı.
(Bir başka fıkra gibi özel konuşmada, Sarkozy, yanılmıyorsam İngiltere
Başbakanı Cameron’a, Netenyahu için ‘Bunun yalanlarından bıktım’ demişti) Obama, dört senelik başkanlık kariyerinde
İsrail’e en açıktan cephe aldığı zamanın seçim arefesi olmasını kendime izah
edemiyorum, ama eğer bu gerçek bir paradigma değişikliğine evrilirse, İsrail’in
fütursuzluğunun sonu gelebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<b>Kaynakça:<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Noam Chomsky-
Ilan Pappe Yaşamla Ölüm Arasında Gazze- Dünden Bugüne Filistin Sorunu<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
NTV Tarih Temmuz
2010 Sayısı özel eki. (Kapaklarında İsrail’in yaptığının devlet terörü olduğunu
ilanen duyurmasındaki cesaret, takdire şayandı gerçekten…)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="http://www.un.org/News/dh/infocus/middle_east/Gaza_Flotilla_Panel_Report.pdf">http://www.un.org/News/dh/infocus/middle_east/Gaza_Flotilla_Panel_Report.pdf</a><span class="MsoHyperlink"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="http://www.ntvmsnbc.com/id/25384602">http://www.ntvmsnbc.com/id/25384602</a><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
metushttp://www.blogger.com/profile/14584018982241675585noreply@blogger.com0