7 Kasım 2010

Belçika Dersleri

Etrafımdaki insanların çoğu daha uzun ve vaatkar Kurban Bayramı tatilinden mütevellit, 29 Ekim'de evde pineklemeyi seçtiler, eh tatilin atalet'le aynı kökten geldiğini hesaba katarsanız, geç uyanmalar, uzuun kahvaltılarla geçirilmiş dört günlük tatil de zannımca zayi edilmiş sayılmaz, fakat acar blogger'ınız, yemedi içmedi Belçika denen daha çok haber bültenlerinde tamamlanan temaslarla maruf ülkenin en bilinen üç şehrini, Brüksel, Gent ve Brugge'ü ziyaret etti. Aranızda başıma ne cenabetliklerin geldiğini merak edenler veya gitmeyi düşünenler varsa, işte size Belçika dersleri:

Şehir merkezinde yirminci yüzyılda yapılmış bina bulamazsın, boşuna arama: Bilhassa Gent ve Brugge için doğru bir önerme, bu şehirlerdeki birçok yapı Unesco kültür mirası kapsamında korunuyor. İlginçtir binaların üzerine hangi yılda yapıldığı da nal gibi kazınmış. Brüksel'deyse NATO binası ve Avrupa Komisyonu gibi estetik fakiri binalar mevcut. Bununla birlikte tüm Belçika'da havaalanı hariç Starbucks yok, ve hatta sanırım Brugge'de McDonalds/Burger King gibi fast food lokantaları bile yok. Brugge ve Gent'in efsunu, zaten turiste tarihin dondurulduğu hissi yaratmasında, gezerken açık hava müzesi kafası böyle bir şey olsa gerek diyorsunuz.
Şehrin alametifarikasını arıyorsan saat kulesine git: Şehrin meydanında bulunan, en yüksek binaları, şehirlerin ortaçağdan kalan saat kuleleri. In Brugge'ü izlemiş olanlar Brugge'deki kuleyi anımsayacaktır, paranla rezil olmak deyiminin ne menem bir şey olduğuna dair merakınız yoksa sakın çıkmayın Brugge'deki kulenin tepesine, üç yüz küsur merdiveni tek tek ve spiral bir rotayı takip ederek çıkınca gördüğünüz manzara çok da matah değil. Buna mukabil, Gent'teki saat kulesineyse, mutlaka çıkın, dipdibe yapılmış kendine münhasır devasa yapılara aynı yükseklikten bakma fırsatınız olacak. Gent meydanı bu kadar haşmetli yapıları (kiliseler ve saat kulesi) bitişik olarak barındırması bakımından benim için gayet şaşırtıcı ve etkileyiciydi. Bir dipnot düşmem lazım, hatta bunun için geç bile kaldım: Büyük katedralleri, işlenmiş vitrayları, içlerindeki şapelleri severim. Bunlara ve Hristiyan dogmasına (Katolik dogması olarak okuyun lütfen) ilgi duymayan biri için bu şehirler parıltısını kaybedebilir, ben önden uyarmış olayım...

Belediye saraylarına gir: Benim hemen her Avrupa şehrini gezerken ifa etmeye çalıştığım bir ritüel, tiyatro, opera ve belediye gibi kamu hizmeti veren binaları mümkünse gezmek, şehirdeki en estetik mimariye sahip yapıların buradan çıkabildiğini birden çok Avrupa kentinde (Viyana, Köln, Kopenhag...) müşahade etmiştim. Brugge'deki belediye binasını da bayağı beğendiğimi söyleyebilirim, binanın dış cephesine o kenti yönetmiş derebeylerin/yöneticilerin heykellerinin de yapılmış olması, bence binaya ayrı bir estetik katmış.


Ara sokaklara sap: Salt size gösterileni değil, şehrin o turistik kabuğunun arkasını da görmek için, şehrin ara sokaklarından yürümek eğlenceli gelmiştir bana. Bu bağlamda Gent, henüz turistik bir yer olmadığını, ara sokaklarının bakımsızlığı ve köhneliğiyle gösterirken; Brugge, sadece meydanı makyajlanmış bir butik şehir olmadığını, ara sokaklarındaki evlerin pastel renkleri, yeşilliğin meydana olduğu kadar uzak sokaklara da nüfuz etmesiyle ispatlıyor. Bu açıdan demokratik bir şehir olduğunu, tren garıyla şehrin meydanını yürümüş biri olarak, sokakların git gide güzelleştiğini ama asla bir döküntülüğün söz konusu olmadığını söyleyebilirim sanırım. Brüksel ise, sanırım başkent olmanın da dezavantajını yaşayan bir yer olarak, Gotham City'den çıkma binalar, gettolaşmış mahalleler ve görece yüksek apartmanlarla hem Brugge'e hem Gent'e kıyasla daha az sevimli. Bu ahkamları keserken kesin ifadelerden imtina etmeye çalışıyorum, zira ne kadar bilinçliymişim havası yaratsam da ben Belçika'yı gündüz vakti ve elimde haritayla gezdim, bunu akılda tutmakta fayda var...

İçinden nehir akan şehirden zarar gelmez: Suya medeniyetin arasındaki doğrusal ilişkinin bir sağlamasını Brugge'de yapabilirsiniz, şehirdeki en klasik turistik aktivitelerden biri de olabilir, ama hava müsade ederse, bence motorlu teknelerle tur atmadan dönmeyin. Bu turu geziniz bitmeye yakın atarsanız, yürüdüğünüz yolları bir de suyun üzerindeyken görebilir ve şehre farklı bir perspektiften bakabilirsiniz.


Midyeyle doyulur mu dedim, yedim doydum: Belçikalı kuntaların bazı meşhurları var, listeye yemek kabilinden çikolata, waffle (Abbas Abi'ninkinden daha farklı) ve suda haşlayıp sosla servis ettikleri midyeleri yazılabilir, ki sonuncunun tadı beni pek açmadı. Brugge'de rastgele oturduğum iki lokanta da başarılıydı, biri meydanın arkasındaki lokantalardan, adını almayı unuttuğumu esefle fark ediyorum, diğeri de “De Wiijngaard” olarak bilinen rahibe manastırının köşesindeki “La Dantelliere”.

Trafik berbattır, tren veya metro kullan: Tabi aldığın bilet doğrudan mı yoksa aktarmayla gitmek istediğin yere gidiyor, bunların sana görevli tarafından söyleneceğine dair bir hüsnü zannın olmasın, bu bilgiyi kendin kontrol etmen gerekiyor. Yoksa kendini inmen gereken durağı üç durak önce geçmiş Belçika'nın taşrasına doğru giderken, öküzün trene Belçika'da da Türkiye'deki gibi baktığını müşahade ederken bulabilirsin. Bütün bunlar çekinip soru sormazsan başına geleceklerdir, yine de bindiğin trenin bozulması için benim cenabetlik seviyeme uğraşman gerekecektir, hiç boşuna uğraşma, cenabet olunmaz cenabet doğulur.

2 yorum:

ggg dedi ki...

memedim biz de anam babam ben gidicez bruge e 28inde kismetse. kuleye de cikmam daha :)

metus dedi ki...

Valla güzel memleket.

Fırsat bulursanız, katedral gezme merakı varsa Gent'e de gidin derim ben.