20 Mart 2013

Portakal


Mutfaktaki meyve tabağından portakalı alıp soyduktan sonra yüzümü ekşittim:
- Anne geberik bu be!
 Niye oğlum?
Ya anne baksana buruşukluğuna, neeerde babaannemin bahçesindeki portakallar?

Annem dalgın gözlerle cevapladı: Bu seneki meyvalar güzel olmadı oğlum, doğru düzgün sulanmadı bahçe. Biraz durdu: “Babaannen tüm torunlarını unuttu, ama seni son gün bile unutmadı” deyiverdi. Babaannem hakkında –di’li geçmiş zaman kipini kullanmaya başlayalı 10 gün olmuştu. Hemen izaha yeltendim: En küçük torunundan dokuz yaş küçüktüm ben, bu tip hafıza problemlerinden muzdarip hastalar, bilgisayar bellekleri gibi en son anıyı diğerlerinin üzerine yazdığı için benimle ilgili anıları daha yeni olabilirdi, hem dedemin adını (ve soyadını) taşıyordum, biraz zor doğmuştum…  Ama elhak annem haklıydı: Babaanemi ölümünden önce en son gördüğümde, kurban bayramında, önce ne kadar para kazandığımı, sonra o paraları naptığımı, ve tabi ki ne zaman evleneceğimi sormuştu, o iki gün boyunca daha mantıklı ve gündelik hayata dair başka bir cümle duyamamıştık ağzından… Vefat günü bana mahalleden tanımadığım birkaç kişinin bana kendilerini hatırlayıp hatırlamadığını sorduğundan bahsettim anneme, acaba bana söylendiği gibi, ben babaannemde diğer torunlarından daha mı çok kalmıştım? “Doğru” diye yanıtladı annem. Biraz evden ve anılarımızdan söz ettik sonra. Artık şehrin de içinde kalmış küçük bir bahçeli evden, oradaki bayramlaşma merasiminden, dedemin hayatının son senelerinde sanki o bayram son bayramıymışçasına iki dirhem bir çekirdek giyinmesinden, babaannemle dedemin didişmelerinden, babaannem kadar hayata bağlı birinin eşi ve kardeşlerini peşisıra kaybetmesi sonucu duyduğu kuvvetli ölüm korkusundan, evin soğukluğundan, döşeklerde, yer yataklarında o soğukta sıkı sıkı örtünüp erkenden uyanmanın keyfinin yarattığı mutluluk duygusundan, Çağan Irmak filmi dekoru gibi mahalleden ve buna benzer bir sürü anıdan, tekrar barışmayı hayal ettiğim eski bir sevgiliden bahseder gibi, sanki çok iyi anlatırsam o zamanları tekrar yaşayabilirmişim gibi sadakatle bahsettim. O evin (ve tabi ki evin sakinlerinin) hepimizde benzer duyguları yaratmasıysa hayranlık uyandırıcıydı. Ölüevinin selamlığı belli olsun diye kapının önüne rastgele sıralanmış kırmızı plastik sandalyeleri görünce, sünnetim sadece benim aklıma gelmemiş, annem de aynı şeyi anımsamıştı: Ben hatırlamayacak kadar küçük olsam da, o evdeki sünnetimde yine aynı yerde, aynı tip plastik sandalyelerde aynı insanların oturduğunu aklım baliğ olunca, videodan izlemiştim. Abim “en mutlu anılarım orada” demişti o evde kaldığı günleri kast ederek.

Taşrada insanlar tuhaf bir tevekkül geliştiriyor başlarına gelenlere ve tabi ki ölüme karşı. Hayatında bir kitap alıp okumuşluğu şüpheli akrabamın biri, kanser olduğunu öğrenince, “Bunda bir şey yok, herkesin geçtiği yoldan ben de geçerim” demiş. Babaannem defnedilirken doyasıya ağladıktan sonra babamın yanında saf tuttuğumda insanların diline sirayet etmişti o mütevekkil hal: Emir Allah’ın. (Bizim orada zaten taziyeye gidilmez, “emrallahın”a gidilir)

Babaannem, güneşli bir mart sabahında, kocasından on iki sene sonra Allah’ına yürüdü. Meltem Gürle hocamızdan öğrendim, vefat, vefa kelimesinden türetilmiş. Yaşarken ne kadar kaypak olsak da ölürken (ölerek) sözümüzü tutuyoruz yani. Artık babaannemlerin bahçeli evinde yaşayacak kimse kalmadı, birkaç gün sonra kapısını kilitlemişler, kıyafetleri, içindeki işe yarar eşyaları dağıtmış babamlar. Geçen haftasonu, babama hatıra kabilinden o evden bir eşya istediğimden bahsettim, hala çalışan transistörlü radyo olabilirdi ama o benim küçük odama sığmazdı, ahşap duvar saati zaten yıllar önce başka birine verilmişti. “Tamam” dedi babam, “ben ayarlayacağım sana bir şeyler.” Pembe yemenisini alabilirdim mesela, eğer mezarında baş ucuna koymasaydık… Barış Manço’nun “Gülpembe”yi babaannesi için yazdığını biliyorsunuz değil mi…

Ben bir aydan daha uzun bir süre önce, bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşımın hatırlayıp kutladığı bir 9 Şubat günü 29 yaşına girdim. Babam bu yazının yazılmasından bir hafta sonra 69’a girecek kısmetse. İsmet Paşa, kendisini devirmek üzere toplanan Ecevit ile onu destekleyen Mülkiye cuntasına, "sizin için istikbal olan şeyler benim için mazidir" demiş. Herkesin doğumgünü de kendine, hüznü de.


PS: 1) Diğer yazılarım gibi –hatta belki onlardan fazla- iç karartıcı olduğu için kusura kalmayın, yazmamak için çok direndim, ama beceremedim.
2) Hüznün şahane tanımı http://other-wordly.tumblr.com/post/45234902424/pronunciation-hu-zun dan araktır, ki sitenin kendisi de şayanı tavsiyedir...