21 Şubat 2011

38.6

Revirin küçük penceresinden içtima alanına bakıyorum, buradan arkadaki Şahnalar Köyü'nün kerpiç evleri de gözüküyor. Ne kadar doğru bilmiyorum, ama duyduğuma göre TSK'da silah altında 650000 (yazıyla altı yüz elli bin) personel var, bizim tabursa 211 kişi. Allah'ım neredeyim ben, nasıl bir kura çektim böyle...
Komutanın yanına çıkıyoruz, taburun karakollara da bakan tek doktoru, kadın doğum uzmanı! Askerliğini yapmış olanlar bilir, burada adet gözle tedavi olmaktır, doktor bakınca kendiliğinden iyileşiverirsiniz- veya öyle olmanız beklenir. Benim de muayenem beş saniye kadar sürüyor, iğneler ateşime fayda etmeyince -hala 38.6 derece- "serum bağlayın" diyor doktor, iki gün de istirahat yazıyor. Daha önce hiç serum yememiştim. Ben gelince kaldırılan başka bir çocuğun yattığı yatağa uzanıyorum, taburun en soğuk yeri revirin müşahade odasıymış, bunu anlıyorum.
Çok küçükken rutin olarak ateşli hastalıklar geçirdiğim zamanlarda, halıya uzanmış bir haldeyken babamın kolonyalı pamuk koyması gözümün önüne geliyor, ateşimin yine de düşmemesi sonra... Annemin o zamanları "çok zor büyüttük seni" diyerek hatırlaması... Bütün bu anılar fotoğraf karesi şeklinde gözümün önünde canlanıyor. Abimin eşi "annen senden bahsederken gözbebekleri titriyor mehmet" demişti. Artık benim de titriyor gözbebeklerim... Burada bir laf duymuştum, "hiçbir erkek yoktur ki askerde ağlamamış olsun, ben ağlamadım diyen yalan söyler" demişti biri. Doğru değil bu laf, biliyorum. Ama manidar. Titreyen gözbebeklerimi kapatıyorum. Bir kez daha ağlıyorum.
Nemli gözlerimi açtığımda serumumun bittiğini fark eden revirci çocuk tekrar ateşimi ölçüyor, düşmüş. Sol kolumdaki iğneyi çıkartabilir miyim diye soruyorum, yanıt olumsuz- tekrar ateşlenme ihtimalime ve serum bağlanma ihtimaline karşılık iğne yerinin kalması lazımmış. Sol dirsek içimin moraracağını hissediyorum, hem ben nasıl uyuyacağım böyle... Elimden bir şey gelmiyor, gözümü kapatıp uyumaya çalışıyorum, uyuyayım ki şafak bir eksilsin...

Askerlik Ders I: Mescide Giriş

8. Hudut Taburu mescidine ilk girişimi ömrümün geri kalanında unutmam mümkün değil. Akşam içtimasına yakın bir vakitti, eskiden kilise olarak kullanıldığı üzerindeki kabartmalardan anlaşılan binanın ışıkları tamamen kapalıydı. El yordamıyla ışığı açtığımda gördüğüm manzaranın sivil hayattaki bir mescitten pek farklı olmadığını görüp hayrete düşmüştüm. Mihrabı ahşaptan ve iptidaiydi ama duvara işlenmiş Arapça Allah ve Muhammed yazılarıyla, 7/24 açık olan radyatör sobasıyla, -mesciti ısıtan yegane aletin o olduğunu ve dışarıda havanın genelde -20 civarında olduğunu düşünürseniz onun etrafında halka olmamız normal- halısıyla (bilen bilir, askerdeyken halıya basmak paha biçilmez bir zevktir), hiçkimsenin sizi bulma ihtimalinin olmadığı bir yer olmasıyla ve sessizliğiyle bizim için bulunmaz bir nimetti. Tüm acemiliğim boyunca kapısına defalarca gelmiş, ama her defasında bir mazeret uydurup içeri adımımı bilet atmamıştım oysa...

Eskiden eroin bağımlısı olduğunu muhabbetin devamında öğrendiğim bir çocuğun bana ağır urfa aksanıyla "sen sivilde namaz kılmazsen, di mi hocam?" demesi bu olaydan bir hafta sonrasına rastlar. Nereden bildiğini sorduğumda "yüzündeki acıdan" demişti, "sığınmak için buraya geldiğin ve sadece muhtaçken Allah'ı andığın çok belli." Poker suratlı insanları oldum olası kıskanmışımdır zaten.

Mesciti medreseye çevirmemizse uzun sürmedi, birkaç binamaz arkadaşımla birlikte bilhassa haftasonları burada toplanıp kitap okuyor ve sohbet ediyoruz, tabi mescidin müdavimlerinin homurdanmalarını "burada da mı devrecilik var lan?" atarıyla kesmek vazifesi bana kaldı, şimdilik kah benim arkadaşlar benim imamla Şafilik'le Hanefilik arasındaki farkları tartışmamıza kulak misafiri oluyorlar, kah mütedeyyin cemaat arkadaşın mihrabı göstererek "ben şunu çekiyorum belim çok ağrıdı" esprisine muhatap oluyor, geçinip gidiyoruz anlayacağınız. Bana öyle geliyor ki Kars'ın bir köyünde, Ermenistan sınırına 25 km mesafede tutsak halde olup sivil hayata bu kadar ait bir yer bulmuşken askerliğimin geri kalanında okumaya, dua etmeye, sessizce oturmaya mescide kaçacağım- ha bir de yazmaya tabi, tıpkı bu yazı gibi.