30 Mart 2014

Keşke

Annem telefonda titreyen sesiyle  "o öyle bir çocuk değildi, şeytana uymuş, yoksa nasıl öyle bir şey yapar" dediğinde annem hıçkırık seslerimi duymasın diye telefonu biran önce kapatmayı denedim.  Kapatırken durduk yerde askerde benden ne kadar endişelendiğinden, psikolojinin çok önemli olduğundan bahsetti. (Benim askerde intihar etmemden korktuğunu en net o zaman hissettim.) Konuşma bittikten hemen sonra da kayaya vuran dalganın çıkardığı sesler gibi gürül gürül ağlamaya başladım. O andan sonra onun trajik ölümüne kafamda annemin o yakarışı eşlik etti: Öyle bir çocuk değildi, şeytana uymuş... Bu benim  trajediyi rasyonalleştirmemi de sağlıyordu: Güvenlik personeli olmamasına rağmen şehrin ortasında gündüz günü özel tim mensupları gibi teçhizatlı geziyor çünkü şeytana uymuş, yan odada hasta annesi olduğu halde ablasıyla tartışırken üç el ateş ederek öz ablasını katletmiş çünkü şeytana uymuş, hemen akabinde kendi kafasına da sıkmış çünkü şeytana uymuş...

Annem o telefonu açmak için akşamı beklemişti, ve ancak beni aramaya cesaret edebilmişti, abimi aramaya eli gitmemişti. Ben acı haberi sabah abimden almıştım, toplantıda düşen bir cümlelik maili ve haber linkini okuyunca haşyetten bağırmıştım... Sonra abimle onun anılarını düşündüm, birisiyle olan samimiyetini ve sevgisini yapısı gereği az gösteren abimin belki de en sevdiği çocukluk arkadaşıyla ne kadar çok anısı olabileceğini... Kimseciklerin kalmaya gelmediği İstanbuldaki kira evimize geldiğinde bavulundan çıkan bowling topları (çünkü birden durup dururken ona merak salmıştı) ve battaniye (çünkü evimiz soğuk olurdu!), gece boyunca sohbet etmemiz, yazlıkta saatlerce abimle basket ve king oynamaları, İzmirde rastlaştığımızda başımıza gelen birbirinden tuhaf hadiseler, on sene kendisinden hiçbir şekil haber alamayıp abimin düğününe çıkıp gelmesi ve sanki her gün görüşüyormuşuz gibi bana arkadan usulca yanaşıp el şakalarından birini yapması, boks milli takımı için gittiği Erzuruma dair kamp anıları, kahveden bir büyüğümüz "ya senin boks işi noldu?" deyince onun "Cemil abi olmadı be. Kuraları kötü çektik, hep Kübalı geldi, Beyaz Rus geldi" demesi ve bizim gülmekten oyuna devam edemememiz... Bende bir çırpıda sayabileceğim anılar bunlardı, abimin durumunu tahayyül edemiyordum. Hep uçta yaşamıştı, body yapmaya kalkınca benchte Mike Tyson'ın rekorunu kırdığı rivayet edilir, bowling oynamaya başlayınca milli takıma girdiğini anlatırdı. Bütün bu hayat dolu neşeli anıların müsebbibi ve büyüklerine karşı inanılmaz derecede kibar birinin böyle bir üçüncü sayfa haberinin öznesi olması olacak şey değildi. Haber tüm yerel sitelerde ve gazete eklerinde birinci sayfadaydı, orospu evladı haber sitelerinden biri, onun sedyede bir görüntüsünü de basmıştı hatta...

Yüreğimde bir ağrıyla gittim cenazeye, serseri mayın gibi avluda dolaşırken neyse ki abimin arkadaşlarından biri seslendi. Hiç konuşmadık, olayın detayları öğrenmek veya üzerine konuşmak içimizden hiç gelmiyordu. Kabristana giderken bulunduğum arabada hiç tanımadığım kişilerle onun hakkındaki anılarımızdan söz ettik. Vardığımızda güneş alçalıyordu, şehrin ne yakasını düştüğünü hiç kestiremediğim bir dağ başındaydım, uçsuz bucaksız bir arazinin sadece bir kısmı doluydu. Gençten bir imam önce parseli yazdı, sonra duasını etti tam toprak atma kısmına geldiğimizde yakınlarından biri annesinin geleceğini söyledi. Bütün bültenlerde yatalak olduğu yazan 90 yaşındaki kadın iki tane sağlık refakatçisi ile ambulanstan indi, küçük adımlarla yürüyerek mezara yanaştı, imamın talimatıyla eline verilen toprak parçasını beyaz kefenin üzerine savurmadan önce dudağını belli belirsiz kıpırdattı ve elindeki toprağı mezara doğru fırlattı. Sonra bir daha. Sonra bir daha. Hiç ağlamadı. Hepimize çok uzun gelen bir zaman boyunca kimseden çıt çıkmadı. Derken yoruldu, bir sandalyeye oturttular. Defin işlemi bittiğinde annesi aynı ufak adımlarla kardeşinin mezarına yöneldi. Biz öylece kalakaldık. Hareket edemiyorduk. 

Dönerken düşündüm, çok uçlarda sıradışı birisiydi. Keşke o, biraz daha sıradan biri olmayı seçseydi, daha az düşünceli olurdu. Keşke her gün küfrettiği bordrolu bir işte vaktini harcasaydı, odağı başka yere kayardı. Keşke onu ne kadar sevdiğini tahmin ettiğim eşinden bir evladı olsaydı, tetiği çekmeden önce bir daha düşünürdü. Keşke arkadaşlarıyla irtibatını daha iyi tutsaydı, onlar belki buna telkinde bulunurdu. Keşke başımıza bunlar gelmeseydi. Keşke ben acımı dindirmek için bunları yazmadan durabilseydim, insanların mahrem olabilecek anılarını bir yazıya meze etmeseydim, abi beni affet...