11 Nisan 2011

Asker(ci)lik Anıları

“Neler yapmadık vatan için, kimimiz nutuk çektik. Kimimiz öldük”

Orhan Veli Kanık


Bazen mescitin önünde öylesine durup önümdeki manzaraya bakıyorum. Tekmillerimizin, uygun adımlarımızın, marşlarımızın (Çarşı’nın İnönü’deki her maçın sonunda sol yumruklar havada söylediği ve bir Grup Yorum bestesi olan Gündoğdu Marşı’nı söylememiz emredildiğinde içimden bayağı gülmüştüm, tezahürat versiyonunu garnitür olarak koyuyorum aşağıya) yankılandığı, bizi çamur, toz toprak demeden süründürdükleri eğitim alanına üzerinde bulunan parkurlardan hareketle pentatlon sahası deniyor, oraya bakınca acemilik günlerim hatırıma geliyor. Sahanın etrafındaki kavak ağaçları yeşillenmek için yazı bekliyor olmalı, ama sahanın kendisinin yeşermesi için bahar yetti- sahanın renginin sarıdan yeşile dönmesi bir gün sürdü sadece, gözle görmeden inanılacak bir tablo değil. O yeşillik Kars Çayı’yla sonlanıyor, çayın devamında bizim nöbet kulübemiz var. Rezilliğimizin dibe vurduğu, banyo için sıcak su bulamadığımız, yüzümüzün soğuktan kavrulduğu acemilik günlerinde bile buranın havalar ısınınca bir doğa harikası olacağını tahmin ediyorduk.
Geçenlerde yirmi yedi asker, asker demeye dilim varmıyor, çocuk Hakkari’ye intikal etmek üzere bizim taburdan ayrıldılar, sabah beşte kalkıp yarı resmi bir törenle onları uğurladık. Hududun şakasının olmadığını bir kez daha hatırlamış olduk, biz burada askercilik oynarken birilerinin evine ateş düşüyor, daha da düşecek. Geri gelenlerin hayatı alt üst olacak. Bir tanesiyle önceki gece konuşurken, onca gırgır şamatanın, bizim kafa bulmalarımızın ardından öylesine “şu an iki bira içip ağlamak istiyorum, başka bir şey değil” deyiverdi. O cümleden sonraki birkaç saniyelik sessizlikte ben ister istemez Selim Uzman’ı düşündüm, o Selim Uzman ki hikayesini biraz kurcaladığımda “bitmiş bir adamım ben, sen neyin peşindesin, bunları niye soruyosun?” demişti. Acemi birliğindeki imam arkadaşa “şimdi ölmüş bir adama kurşun sıkıyoruz diyelim, onun ruhu acımaz di mi” diye sormuştu. Bu çocukla konuşurken, onun da sonunun öyle olmaması için bir sebep olmadığın fark ettim. Anı bırakmak istemiyorum buraya dair, sırf bu yüzden taburda çekilmiş bir tane bile, kamuflajsız bile fotoğrafım yok, yemin töreninde annemlerle olanlar hariç. Halbüse dediğim gibi Britanya kırsalları gibi yerdeyiz. Geçenlerde bunun ne kadar işlevsiz bir boykot olduğunu fark ettim, çünkü bu blog var, buraya yazdığım gırla yazı var. Bunları silmeye kalksam bile çok geç, bu anıları size naklettim bile. Paradoks şu ki yazı yazmak, bu blog benim artık sönmek üzere olan yaşama sevincimi artırdı, bana yarenlik etti askerlik boyunca. Ama daha fazla yazmak/konuşmak istemiyorum askeriyeye dair bir süre boyunca, bu kadar yeter…