24 Aralık 2014

Balık Çorbası

Restoranın tüm masalarını görecek kadar müstahkem köşesinde oturuyorum. Yengeç, benim gittiğim en iyi balık lokantası, sahibi vaktinde sigara şirketinde çalışırken istifayı basıp açmış. Aralığın sonu, yılın en soğuk ve kısa günlerinin içindeyiz, ama mekan Urla İskeledeki tüm mekanların aksine dolu. Blogumun okuyucusu olmamasının rahatlığıyla alenen yazıyorum, bilhassa İzmire geldikten sonra can yoldaşım olmuş Fatihle oturuyoruz. En favori yemeğimiz balık çorbasını götürmüş ve koltuğumuzda gevremişiz (Lokantayı deneyeceklere tavsiye: siparişi bir günden önce vermeniz lazım). Balık çorbasını seviyorum, hem hafif hem besleyici oluyor. Ayrıca aklıma yıllar sonra İstanbuldaki öğrenciliğime benzer bir hafta yaşadığım Mavi Turu getiriyor, mürettebattaki yarıdeli aşçı çok iyi yapmıştı ilk içtiğim balık çorbasını. Sadece lokantayı değil Urlayı ve verdiği sayfiye duygusunu da seviyorum, İzmirin henüz sayılı adette olan ex-patları; İstanbuldan ikrah etmiş, dünyalığını yapmış ve emekliliğine gün sayan beyaz yakalar (ki arasında yazılı medyanın amiral gemisinin eski kaptanı ve refikası da var) İzmirin bu şirin sahil kasabasını mesken tutttular son birkaç yıl içinde. Şehir merkezini iskeleye bağlayan iki taraflı ağaçlı yolu seviyorum, bana memleketimin kasaba yollarını anımsatıyor. O yolun sonunda çıkan ve hava güneşliyken her gidişimde mutlaka uğradığım Karantina adasındaki devlet hastanesinde çay içmeyi, adayı karaya bağlayan tek şerit asfalt yolda arabamı park edip yürümeyi seviyorum. Yemyeşil adanın çoktan AKPye yakın bir müteahhite siteye çevrilmek üzere satıldığını duydum, bir daha giremeyeceğimi bildiğim o mutena adayı her bakir gördüğümde gaz pedalına biraz daha hevesle basmayı seviyorum. Adaya birkaç yüz metre ötedeki iskelede yan yana duran rengarenk balıkçı teknelerinin fotoğrafını çekmeyi, biraz ilerideki parktaki Tanju Okan heykeline bakmayı seviyorum. Bütün bu ritüelleri haftaiçi iş çıkışı yapmayıysa daha çok seviyorum, İstanbulda bulamayacağım ender tatlardan biri.

Bütün bu mutluluk kırıntıları, köşemde otururken içimin melankoliyle dolmasına engel olamıyor. Yan masamda orta yaşlı bir çift var, onları gözlüyorum, yeni çıkmaya başlamışlar gibi, oğlan çizgili gömlek ve kanvasla oturuyor, iş çıkışı gelmiş olmalılar bizim gibi, enerjileri yüksek, hitabetleri mültefit. Yılbaşı planlarından konuştuklarına kulak misafiri oluyorum. Kara kara gelecek hafta gönderildiğim zorunlu iznimde nasıl vakit dolduracağımı düşünüyorum. Elalemin sevgilisiyle ve yakın arkadaşlarıyla gününü gün ettiği önemli günler ve haftalar (kafadan yılbaşı ve sevgililer gününü listebaşı olarak yazabilirsiniz, doğumgünüm bile o klasmana girdi 2014 itibarıyla) bende geçirilmesi gereken birer çocukluk hastalığı gibi. Yılbaşını aileyle geçirsen olmaz (Sanki borç alıp iş kurup batırmışsın da, geçinmek için ailene sığınmışsın gibi bir ikiyüzlülük), evde tek başına geçirmen tam bir eziklik. İnsanlarla tanışmaya ve samimi olmaya dair son yıllarda kendime has teşebbüslerim akamete uğradı, davranışımda gelmez bir yan var, belli. Hayatım içime kapanmak ve kendimi yaptığım işe/hobilerime vermek arasında salınım yaparak geçiyor, işteki durumum da pek parlak değil, tıpkı özel hayatım gibi, takdirden, takdiri siktir et, fark edilmekten mahrum. Niyeyse ve nasıl mütekebbir bir haleti ruhiyeyse işteki tarzımdan ve performansımdan memnunum, aslında özel hayatımdaki davranışımla da barışığım, belki bu yüzden döngüden çıkamıyorum, aynı şeyler yapıp farklı sonuçlar bekleyecek kadar alık olduğum için. Sonra geçen Bayramla konuşmamız geliyor aklıma, kendimize en büyük haksızlığı yaşadığımız sorunları biricikleştirmede yaptığımıza karar verdiğimiz o uzun telefon konuşması. Etrafımda benim yaşımda birçok insan farklı statüde ama benzer duygulardan şikayetçi, halbüse bende sadece kendi işim yolumda gitmiyormuş yanılsaması var. Bu gerçeği hatırlamakla, yani kendi mutlu olma ihtimalimle değil, başkasının mutsuzluğuyla teselli oluyorum. Birden yazı yazma duygum depreşiyor, zaten pek konuşmuyorum masada, hesabı istiyoruz. Dönüş yolunda caz müziği çalan bir radyo istasyonu buluyor ve cazın Amerikadan sosyal tarihindeki önemini öğreneceğimiz kaynağı nereden bulabileceğimizi tartışıyor, zifirikaranlık otobanda yol alırken, enerji sıkıntısından kırılan ülkemizin sağa sola büyüklük taslamasının trajikliğinden konuşuyor, zaman zaman ufuk çizgisinde beliren yeniayın etkileyiciği karşısında büyüleniyoruz.