9 Kasım 2014

Ne İçindeyim Yıldızların Ne Dışında

Bir filme izleyip biter bitmez birheves duygularımı buraya yazmayalı ne kadar olmuş... Neyse ki Christopher Nolan var.

Christopher Nolan, ta Mementodan beri, takibi zor twistli senaryoları sevdi, bize de sevdirdi, çoğu hikayesinin senaryosunu kendisi yazdı, fanlarını üzmek istemem, ama hepi topu bir çizgi roman kahramanı olan Batman'e üçlemesiyle vurduğu damga bile aynı seriye ait onlarca film arasından ampul gibi parlıyor. Nolan, şahikası saydığım Prestige'i de aşan bir yapımla vizyonlarda bu hafta: Interstellar (Yıldızlararası). Filmde yönetmenin favori aktörü Michael Kane'le beraber, hastası olduğum iki aktris de oynuyor: Anne Hathaway ve Jessica Chastain. Esas oğlanımızsa geçen sene tertemiz bir oyunculukla ve yine Güneyli aksanını kullandığı Dallas Buyers Club'daki rolüyle Matthew McConaoughey. 170 dakikalık filme ilk sahneden itibaren yakalanıyor ve eski bir Nasa kaşifinin dünyayı kurtarma macerasına eşlik ediyorsunuz.

---bu bölümde spoiler veriyorum arada, çirkinleşiyorum---

Kendi kişisel beğenimle 10/10 zaten, bana yazı yazdırmış, daha ne olsun... Bende filmin ilk çağrışımı Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'iydi, bu filmin de zaman içinde onun kadar kültleşeceğini düşünüyorum. Bir Holywood prodüksiyonunda bilimkurgu filminin etkileyici efektlere sahip olmasını şıtandart bir özellik olarak değerlendirebiliriz, ama uzaya ilk çıktıklarındaki o mutlak sessizliğin yarattığı etki, parayla sağlanabilecek gibi değil. 

Filmde beni en çok etkileyen detaysa lisans eğitiminde fizik dersleri almış birisi olarak kuantum teorisiyle ilgili kavramların (görelilik, karadelikler, uzay-zaman düzlemi vs vs) filmde kullanılmasındaki derinlik ve yerindelikti. Hele solucan deliği bahsinde uzayın iki boyuta indirgenmesini anlatırkenki kadar yalın ve örnekli izah, bir de Geleceğe Dönüş filminde Emmett Brown'ın tahta başında geçmişte yolculuğu anlattığı meşhur sahnede vardı, öyle diim size.

Filmin en duygusal anıysa, kahramanlarımız ilk gezegenden döndüklerinde, zamanın göreliliğinden ötürü 23 sene geçmiş olduğunu öğrendikleri ve mesaj kutularında biriken mesajları okudukları sahnelerdi, görelilik kuramının etkilerinin neler olabileceğini oldukça çarpıcı biçimde kazındı hafızalarımıza.

Eksi hane kısmına gelirsek Matt Damon'ın gezegeninde geçen sahnelerin biraz uzun tutulduğunu düşünüyorum. (Bu arada Matt Damon'ın filmde rol aldığı film vizyona girene kadar saklanmış, ben de yukarıda filmin pazarlama stratejisine riayet ettim :)) Bir de Cooperın (McConaughey) oğluyla ilgi sahnelerin işlevsiz olduğunu düşünüyorum, Casey Affleck her ne kadar çok sevdiğim bir oyuncu olsa da.

Filmin twistli senaryosunun hünerleriyse astronotumuz uzay deliğinde tıkılıyken, beşinci boyutun hikmetiyle beraber ortaya çıkıyor. Filmi izlerken benim de dikkatimden kaçmayan ve filmle ilgili eleştirilerde bahsi geçen konuysa, astronotumuzun ikilik sistemde koordinatları vermesinin yarattığı paradoks: zaten o koordinatları bulduğu için bu göreve çıkmamış mıydı? Burada kafamın karıştığını itiraf etmem lazım...

---bu bölümde spoiler veriyorum arada, çirkinleşiyorum---

Filmde Hathaway'in hayat verdiği Brand'in belirttiği üzre, zamana da oksijen ve yakıt gibi sınırlı bir kaynak olarak bakmamız gerekiyor. Hem Tanpınarın Saatleri Ayarlama Enstitüsünden fırlamış gibi duran bu cümlesini felsefi ve bilimsel olarak hatırlatan bir film çektiği için (saatin bozulması kısmına hiç girmiyorum, utanmasam Nolanın kitabı okuduğunu iddia edeceğim), hem de 170 dakika boyunca gözünü kırpmadan izlenebilecek bir bilimkurgunu filmini bu kadar altını doldurarak yarattığı için, Christopher Nolan çağdaşları arasında işinin en iyisi.

PS: Yazımın bonus materyali olarak NASA, filmin vizyona girdiği vakitte, Voyager'ın interstellar seferinden bir kayıt paylaşmıştı: http://youtu.be/LIAZWb9_si4 Bu kıyağımı da unutmayın :)