7 Ağustos 2012

Son Berber Hikayesi

Söylemek için değil, söylememek için yazılır
Louis Gouilloux

 - Zafer nerde?
- Burlardaydı, telefonla konuşmaya çıktı şimdi, dışarıda değil mi?

Çocuğu ilk kez görüyordum, benden büyüktü. Bir Kurtlar Vadisi prototipi: Kirli sakal, yakası açık beyaz gömlek, boyunda siyah muska. Berbere yeni girmiş olmalıydı, ama çocukta çırak olacak yaş yoktu, benden büyüktü çocuk. Bir de traş etmekteydi müşteriyi, Zafer bir çırağa hemen traşı teslim etmezdi. Bütün bu düşünceler peşisıra zihnimden uygun adım geçerken, benim Zafer’e baktığımı fark eden dışarıdaki biri Zafer’i parmağıyla işaret etti. Son aylarda o kadar zayıflamıştı ki sırtından görünce tanıyamamıştım. Sol eliyle tuttuğu telefonunu kulağına dayamışken, boşta olan sağ elini bana uzattı, kuvvetlice sıktı. Elinde çok küçük bir pansuman ve bileğinde hastanede takıldığı belli olan bir künye vardı. Sırf geçmiş olsun demek için oturdum bekledim. Zafer beni hep bekletirdi. Bir işi vardı hep, ya ek gelir olsun diye birine bir şey satmaya çalışır, ya biriyle lafa dalar, ya da facebookta öylece takılırdı. Sabırsız bir adam olduğumu bildiği için de yalandan özür dilerdi her defasında. Tanpınar’ın lafı aklıma geldi o esnada: “Şark, oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.” Konuşmalarına kulak misafiri oldum, birine abartılı bir sevgi gösterisinde bulunuyor, başlarına geleni beraber atlatacaklarını bahsediyordu. Telefonu kapatınca bana döndü:

 Naber Mehmet?
 İyi abi, hayırdır geçmiş olsun, neyin var?
- Neyim yok ki? Karaciğerimde tümör varmış, pankreasa vurmuş. Kanserim ben. (Aklıma hemen Steve Jobs geldi. Bir de pankreasın ne kadar ölümcül bir kanser türü olduğu. Ondan sonra Zafer'in son zamanlarda niye bu kadar kilo verdiği. Şüphelenmediğim için kendi kendime kızdım.)

Yerimden kalktım, onu tabureye oturttum. Kemoterapiden geliyordu. Geçen hafta kemik ağrılarına dayanamayınca doktora gitmişti. Doktor teşhisi koyduktan bir hafta sonraya kemoterapi koymuştu. O kadar vahimdi yani durum.  Az önce dükkanda konuştuğum çocuk bu sırada kapı önüne çıktı. Zafer onu tanıttı:

- Bu Serdar, benim trekten arkadaşım. (Geçen traş olduğumda, beni ne kadar ısrarla treke çağırdığını hatırladım. Her defasında başka bir bahaneyle onu ektiğim için içim cız etti) Berber ama yapmıyor mesleğini. Bak Serdar, ben üç dört ay gelemicem, burası sana emanet. Maksat müşteri kaçmasın, zaten senin elin de iyi. Vergi işini falan ben ayarlayacağım şimdi, sen sadece z raporunu alacaksın günlük. Maliyeden gelirlerse, sen sadece dükkanda duruyorsun, açık kalsın diye. “Fiş” derse Mehmet senin arkadaşın, onu traş ediyorsun, para almıyorsun bile, ne fişi? Bu sorulara hazırlıklı ol diye söylüyorum… Müşterilerimden 15 veya 20 lira alırım, 3-4 kişi 50 lira verir, ‘ne alıyordu sizden Zafer Abi?’ diye sorarsın, onlar zaten verir. Burası bana ve aileme baktı, eğer sen buraya bakarsan, sana da bakar, bana da bakar. Sen şimdi bugün git, oradan da biraz para al, yarın 9’da gel.

- Tamam abi. Hadi eyvallah.
- Para al lan!
- Tamam abi görüşürüz.
Çocuk para almadan gittikten birkaç adım sonra Zafer arkadan seslendi:
- Olm Serdar!
- Söyle abi!
- Bugün vaktinde açmadın zaten, ulaşamadım sana!
- Abi sabah mahkemem vardı dedim ya.
- Olm ortada bırakma beni lan…

Bu cümleyle birlikte bombok oldum.İki çocuğa ve çalışmayan eşine o bakıyordu ve bu adam şu anda ayakta duramıyordu, zayıflıktan damağının kemiği görünür hale gelmiş, zorlukla soluk alıp veriyor, kelimeler ağzından tıslayarak çıkıyordu. Ama belagati hala yerindeydi. Çocuk biraz durdu, Zafer’in gözünün içine bakıp, “yarın gelicem  sen merak etme abi” dedi. 

Bu yazıyı aslında yazmayacaktım. Bir insanın en önemli mahremi sağlık durumu, ondan bir yazı devşirmek bana bu durumu ticarileştiriyormuşum gibi geliyor, bu ahlaksızlığı işlemekle tanık olduğum sıkıntıyı sizinle paylaşarak hafifletmek arasında gidip geldim bir hafta boyunca. Önce abime sonra ailemin geri kalanına bahsettim, annem ağzımdan hiç hayırlı bir laf çıkmadığını öfkeyle söyledi bana. Haklıydı.  Hikayeyi bu kadar detaylı olarak sadece dün Deniz’e anlattım, bundan bahsetmek bile yeteri kadar acı veriyor. Belki de o yüzden yazıyorum, Gouilloux’nun dediği gibi.

Dün evine gittim. Evde sadece annesi vardı, durumun vahametine dair bir emare daha: Türk erkeğinin sadece çok muhtaç ve müşkül olduğu zaman annesine sığındığını bilecek kadar bu ülkede yaşadım ben. Ayağa kalkamadı. Beni yanına oturttu, annesine beni ne kadar eski tanıdığından, tavlada beni ne kadar feci yendiğinden bir çocuk gibi bahsetti. Aklıma Demirkubuz’un Kader filmindeki Uğur'un (Vildan Atasever) yatalak babası geldi. On dakikadan fazla duramadım evde, kızının onu öptüğünü görür görmez çıktım. Ben kapıdan çıktıktan sonra bile Zafer, ‘herkese selam söyle’ diye bağırıyordu arkamdan.

Dükkan bir haftadır kapalı. Artık önünden geçerken kafamı çeviriyorum. Saçım papaz gibi oldu. Bugün gidip traş olacağım başka birine. Kendi kendimi traş edebilmeyi hiç bu kadar istememiştim.

2 yorum:

ggg dedi ki...

bazi teraziler icin boylesi sikletler cok agir metus, maneviyatin olmasa intihar etmistin yahut muptezeldin.
ggg

metus dedi ki...

katılıyorum.

bu hikaye dün bitti, ama sanırım yazamayacağım. tek düşündüğüm kendi kendimi nasıl traş edebileceğim.