Mutfaktaki meyve tabağından portakalı alıp
soyduktan sonra yüzümü ekşittim:
- Anne geberik
bu be!
- Niye oğlum?
- Ya anne baksana
buruşukluğuna, neeerde babaannemin bahçesindeki portakallar?
Annem dalgın
gözlerle cevapladı: Bu seneki meyvalar güzel olmadı oğlum, doğru düzgün
sulanmadı bahçe. Biraz durdu: “Babaannen tüm torunlarını unuttu, ama seni son
gün bile unutmadı” deyiverdi. Babaannem hakkında –di’li geçmiş zaman kipini
kullanmaya başlayalı 10 gün olmuştu. Hemen izaha yeltendim: En küçük torunundan
dokuz yaş küçüktüm ben, bu tip hafıza problemlerinden muzdarip hastalar,
bilgisayar bellekleri gibi en son anıyı diğerlerinin üzerine yazdığı için
benimle ilgili anıları daha yeni olabilirdi, hem dedemin adını (ve soyadını)
taşıyordum, biraz zor doğmuştum… Ama
elhak annem haklıydı: Babaanemi ölümünden önce en son gördüğümde, kurban
bayramında, önce ne kadar para kazandığımı, sonra o paraları naptığımı, ve tabi
ki ne zaman evleneceğimi sormuştu, o iki gün boyunca daha mantıklı ve gündelik
hayata dair başka bir cümle duyamamıştık ağzından… Vefat günü bana mahalleden
tanımadığım birkaç kişinin bana kendilerini hatırlayıp hatırlamadığını sorduğundan
bahsettim anneme, acaba bana söylendiği gibi, ben babaannemde diğer torunlarından
daha mı çok kalmıştım? “Doğru” diye yanıtladı annem. Biraz evden ve
anılarımızdan söz ettik sonra. Artık şehrin de içinde kalmış küçük bir bahçeli
evden, oradaki bayramlaşma merasiminden, dedemin hayatının son senelerinde sanki
o bayram son bayramıymışçasına iki dirhem bir çekirdek giyinmesinden, babaannemle
dedemin didişmelerinden, babaannem kadar hayata bağlı birinin eşi ve
kardeşlerini peşisıra kaybetmesi sonucu duyduğu kuvvetli ölüm korkusundan, evin
soğukluğundan, döşeklerde, yer yataklarında o soğukta sıkı sıkı örtünüp erkenden
uyanmanın keyfinin yarattığı mutluluk duygusundan, Çağan Irmak filmi dekoru
gibi mahalleden ve buna benzer bir sürü anıdan, tekrar barışmayı hayal ettiğim eski
bir sevgiliden bahseder gibi, sanki çok iyi anlatırsam o zamanları tekrar yaşayabilirmişim
gibi sadakatle bahsettim. O evin (ve tabi ki evin sakinlerinin) hepimizde benzer
duyguları yaratmasıysa hayranlık uyandırıcıydı. Ölüevinin selamlığı belli olsun
diye kapının önüne rastgele sıralanmış kırmızı plastik sandalyeleri görünce,
sünnetim sadece benim aklıma gelmemiş, annem de aynı şeyi anımsamıştı: Ben
hatırlamayacak kadar küçük olsam da, o evdeki sünnetimde yine aynı yerde, aynı
tip plastik sandalyelerde aynı insanların oturduğunu aklım baliğ olunca,
videodan izlemiştim. Abim “en mutlu anılarım orada” demişti o evde kaldığı
günleri kast ederek.
Taşrada insanlar
tuhaf bir tevekkül geliştiriyor başlarına gelenlere ve tabi ki ölüme karşı. Hayatında
bir kitap alıp okumuşluğu şüpheli akrabamın biri, kanser olduğunu öğrenince, “Bunda
bir şey yok, herkesin geçtiği yoldan ben de geçerim” demiş. Babaannem defnedilirken
doyasıya ağladıktan sonra babamın yanında saf tuttuğumda insanların diline sirayet etmişti o mütevekkil hal: Emir Allah’ın. (Bizim orada zaten taziyeye gidilmez, “emrallahın”a
gidilir)
Babaannem, güneşli
bir mart sabahında, kocasından on iki sene sonra Allah’ına yürüdü. Meltem Gürle hocamızdan öğrendim, vefat, vefa kelimesinden türetilmiş. Yaşarken ne kadar kaypak olsak da ölürken (ölerek) sözümüzü tutuyoruz
yani. Artık babaannemlerin bahçeli evinde yaşayacak kimse kalmadı, birkaç gün
sonra kapısını kilitlemişler, kıyafetleri, içindeki işe yarar eşyaları dağıtmış
babamlar. Geçen haftasonu, babama hatıra kabilinden o evden bir eşya istediğimden bahsettim, hala
çalışan transistörlü radyo olabilirdi ama o benim küçük odama sığmazdı, ahşap
duvar saati zaten yıllar önce başka birine verilmişti. “Tamam” dedi babam, “ben
ayarlayacağım sana bir şeyler.” Pembe yemenisini alabilirdim mesela, eğer
mezarında baş ucuna koymasaydık… Barış Manço’nun “Gülpembe”yi babaannesi için
yazdığını biliyorsunuz değil mi…
Ben bir aydan daha
uzun bir süre önce, bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşımın hatırlayıp kutladığı
bir 9 Şubat günü 29 yaşına girdim. Babam bu yazının yazılmasından bir hafta
sonra 69’a girecek kısmetse. İsmet Paşa, kendisini devirmek üzere toplanan
Ecevit ile onu destekleyen Mülkiye cuntasına, "sizin için istikbal
olan şeyler benim için mazidir" demiş. Herkesin doğumgünü de kendine,
hüznü de.
PS: 1) Diğer yazılarım
gibi –hatta belki onlardan fazla- iç karartıcı olduğu için kusura kalmayın,
yazmamak için çok direndim, ama beceremedim.
2) Hüznün şahane tanımı http://other-wordly.tumblr.com/post/45234902424/pronunciation-hu-zun dan araktır, ki sitenin kendisi de şayanı tavsiyedir...
2 yorum:
tum blogu okuduktan sonra basa donup su huzun tanimini tekrar tekrar okudum
diyecegim su ki bu blogun basligi vakti zamaninda istemeden bir sirrini acik etmis olmanin verdigi mahcubiyetle sanki bana soylenmis bir sitem gibi geliyor.
gereksiz alinganlik belki
gelmis olsaydin buraya gorecektin, turkiyeden yanimda getirdigim az sayida kitabin yaninda ozenle dosyaladigim ancak okumaya cesaret edemedigim sana ait bir sey var.
elbet onun da zamani gelecek gec bir saatte bir bahar aksami yapayalniz duymazliktan gelemezken ic sesimi okunacak dudaklari kipirdatan turlu bir okumayla (icten ice sessiz sessiz degil, yazarin sesini cikarmaya calisarak yani)
her yazdigin birbirinden guzel, hepsi gonul telimi titretti.
bir de bir kadin olarak mescid soylesine katilma sansim nedir? dindar hanimlarla degil bu isin felsefesine kafa yoran beylerle yapilan bir sohbettir niyetim
tekrar diyorum maneviyati ogreten bir ailen olmasi buyuk sans. kendi kendine ogrenmek hem yorucu hem de hataya cok musait.
bir de allahi fenafillahta aramak var, allah muptezellikten korusun herkesi.
saglicakla kal
ggg
eyvallah ve estağfurullah.
yazdığım bir şey artık salt bana ait değil, okuyana da ait biraz, çünkü kimin okuyacağı, kimin ne hissedeceğini kestirmen mümkün değil. dolayısıyla bunu kabullenerek ve kendimi buna hazırlayarak yazıyorum, içini ferah tut.
ben pratiği öğrendim ailede, teoriyi kendi kendime öğrenim diyebilirim, okuyarak.
ben de isterim ama benim de devam ettiğim bir meclis yok, bazen dost sohbetinde kafa ütüleyebiliyorum yerli yersiz. islam aslında bir cemaat vurgusu yapar, ama benimkisi biraz daha bireysel. teşekkürler tekrardan
Yorum Gönder