8 Kasım 2009

Demirkubuz’un Feneri

blogun üç sahibinin de sinemayla sahici bir ilişkisi var, beraber izleyip dostluğumuzda bir referans noktası oluşturmuş sürüyle film var, blogu açarken sinemanın da bizim esaslı konu başlıklarımızdan biri olmasına niyet etmiştik. Bununla birlikte, takipçilerimiz anlamıştır, her beğendiğimiz filmi/yönetmeni yazmıyoruz aslında ama Zeki Demirkubuz, bir istisna. Çünkü Zeki Demirkubuz, bu ülkede yaptıklarına kayıtsız kalınmaması gereken kişilerden biri. Son filmi, Kıskanmak Nahit Sırrı Örik’in aynı adlı eserinden uyarlandı, bu yazıda ziyadesiyle filme (kitaba değil) eğileceğim. (Uyarmadı demeyin yazının geri kalanı ağır spoiler içerir.)

Hikayemiz 1930 Zonguldak’ında geçmektedir, hayatı boyunca gün yüzü görmemiş, abisinin yanında sığıntı bir hayat yaşamış Seniha (Nergis Öztürk), orta yaşlı son derece çirkin bir kadındır. Abisi Halit'se (Serhat Tutumluer) kendi halinde güzeller güzeli genç eşi Mükerrem (Berrak Tüzünataç) ve kardeşiyle ilişkisi mesafeli bir mühendistir. Mükerrem, Seniha’ya her zaman yakın davranmakta, onu kendi ablası gibi bilmektedir, fakat Seniha’nın hem Mükerrem hem de Halit için bazı planları vardır. Bu planı uygulamaya koyması için İstanbul’dan yeni gelmiş şımarık, yakışıklı Nüzhet’in (Bora Cengiz) Mükerrem’i baştan çıkarmasına olanak sağlaması gerekmektedir…

Kitabın bu hikayesine senaryo birebir sadık kalıyor, aynı zamanda tıpkı kitaptaki gibi cumhuriyetin ilk yıllarındaki toplumsal çatırdamalar, alışkanlıkların değişmesinin orta sınıf üzerindeki etkileri ve taşradaki hayat da arka planda işleniyor. Sadece bir iki kanımca önemli detay filme yansıtılmamış. Örneğin Nahit Sırrı Örik, Seniha’nın kötücüllüğünü, daha önce Seniha’nın çirkinliğinden dolayı hor görülmesinin sebep olduğu hınca bağlarken (kitapta bununla ilgili örnekler de verilir), filmde burası daha yumuşak geçilmiş, yönetmenin niye böyle yaptığını anlamak aslında çok da zor değil. Zeki Demirkubuz sinemasında karakterler, her zaman hem iyi hem kötüdür. Kötülüğü, insan doğasının yaratılışının bir tezahürü olarak kendiliğinden ve çoğunlukla nedensizce yaparlar. Demirkubuz insanın bu karanlık tarafını deşmeyi kendine mesele edinir. Zeki Demirkubuz’un kitapta olmadığı halde filmde, en etkisinde kaldığı roman olan Suç ve Ceza’yı Seniha’nın eline tutuşturması boşuna değildir: Dostoyevski, otobiyografik özelliklerin ağır bastığı bu şaheserinde (Raskolnikov, Rusça asi demektir) yine nedensiz yere benzer bir kötülüğü yapmış, az bir para için ev sahibesini öldürmüş fakir bir delikanlının buhranlarını Rus modernleşmesi arka planında inceler. Kıskanmak kitabını okurken (ki film vizyona girmeden bir iki ay önce okudum) Suç ve Ceza’yla böyle bir bağlantı kurmak aklıma gelmemişti açıkçası, ama o sahne niye Zeki Demirkubuz’un böyle bir film yaptığını anlamamı sağladı.

Zeki Demirkubuz çok katı karakteristik özellikleri olan bir "auteur" sinemacı (ki siz buna "atar" da diyebilirsiniz), bu eserde bunlardan bazılarına ciddi oranda sadık kalırken, bazılarını da cesurca hiçe saymış. En önemli özelliği bu film önceki hikayeleri gibi minimalist ve düşük bütçeli olmaması, Kıskanmak bir dönem filmi, Kader’i bile günümüzde çekmeyi tercih etmiş biri için son derece radikal ve cesur bir karar. Filmin açılışındaki balo sahnesi bence, sinema tarihimizin en iyi açılış sahnelerinden biri, ve dönem filmi yaparken ne kadar titiz çalışıldığını gösteriyor. Ayrıca filmde müziğe yer veriyor ki bu da pek Demirkubuz’un bu zamana kadar tercih ettiği bir durum değildi. Bununla birlikte, kendisinin fanatiklerinin çok hoşuna gidecek birkaç detayla da filme imzasını atmış: Dostoyevski’ye olan açık göndermesini yukarıda anlatmıştım, her zaman için genç, ünlü ve oyunculuğu tartışmalı kadın oyuncuları tercih etmiş (Daha önce de Zeynep Tokuş, Başak Köklükaya, Vildan Atasaver gibi ünlü isimleri başrolde oynatmıştı) ve onları başarıyla yönetmiş biri olarak bu filmde de Berrak Tüzünataç’ı parlatmış. (Güzel kadın karakterini Berrak Tüzünataç’ın oynaması, kendisini her zaman tek geçen biri olarak beni fazlasıyla memnun etti açıkçası, bu dipnotu da düşeyim) Ayrıca, kapılar bu filmde de kapanmıyor ve fanatik Beşiktaşlı yönetmenimiz, birden çok sahnede de kulübüne selam çakıyor.

Kendisini yakından ve hayranlıkla takip eden herkes gibi dönem filmi çektiğini duyunca şaşırmıştım. Zeki Demirkubuz, hakkı yenmiş bir romanı, hakkıyla beyazperdeye taşımış, bunu yaparken de kendi sinemasını oluşturan özellikleri aynen korumuş. Halit’in kömür madeninde kullandığı fenerin mağarayı aydınlatması gibi, Zeki Demirkubuz, insanın karanlık tarafına ışık tutmaya devam ediyor.


Hiç yorum yok: