8 Kasım 2009

Dikkat bu bir futbol yazısıdır!

Dolu bir stada bir kere girmeyegörsün ademoğlunun feleği illa ki şaşar: “Kaynaşmış, sınıfsız, imtiyazsız bir kitle” tek renge bürünmüş kıyafetlerle hep bir ağızdan aynı marşı söyledikçe en antimilitarist geçinen adam mest olur, en burnundan kıl aldırmaz bildiğiniz adamlar golde hiç tanımadığı yanındaki adama sarılır, en mülayimler konu kendi takımları olunca aslan kesiliverir… Velhasıl, tribün psikolojisi başkadır, Beşiktaş tribününün psikolojisiyse bambaşka…



Bu videoyu geçen sene şampiyon olduktan hemen sonra kaydettim. Taraftar, bir coşku patlaması yaşıyordu adeta, kitlenin en baskın duygusu rahatlamaydı: Şükür .mınakoym’dı, nihayet şampiyon olunmuştu. Şampiyon olduğumuz Denizli maçının getirdiği sihirse, ertesi sene oynanan Denizli maçıyla bozuldu.

İstanbul’da yaşamanın en önemli cazibesi, sizi bir izleyici olmaktan çıkarıp, size tanıklık yapma, müdahale etme fırsatı vermesi. Beşiktaş’ı İstanbul’a gelmeden önce de aynı tutkuyla seviyordum ama tanık olmak başka: Geçen seneki şampiyonluk koşusunda Fener maçı hariç, tüm maçlarda staddaydım, efsane Liverpool maçını da stadda izlemek kısmet oldu, tüm bu ve benzeri maçlar için her fanatik taraftarın söylediği söz şudur: Evet, ben de oradaydım. Ben bu lafı daha çok edebilmek için bu sene hayatımda ilk kez kombine aldım, Eski Açık olarak tabir edilen deniz tarafındaki kaleden mümkün olduğunca maçları takip etmeye çalışıyorum. Artık sokaktan geçen vatandaş da biliyor ki (hep bu klişe lafı kullanacağım günü hayal etmiştim), Beşiktaş tribünü demek ziyadesiyle “Çarşı” demek. İnönü Stadı’ndaki izlediğim ilk maç hariç hiçbirini tribünün kalbi Kapalı'da izlemedim. Ama bu tribünün duygusuna ortak olmak için, kendinizi camiaya ait hissetmek için illa tribünün o kısmında oturmanız gerekmediğini biliyorum.

Kişisel algılamama göre “Çarşı” olarak adlandırılan tribün, Kapalı’nın üstündeki “kutu” olarak tabir edilen yere, ama daha çok da Kapalı üste konuşlanmış birkaç yüz kişiden oluşuyor. Bunların hemen hepsi Beşiktaş’ın yerlisi, orada esnaflık yapıyor veya oturuyorlar- bu kulübün geleneğine de uygun, eskiden futbolcular mahallenin topçuları gibi Köyiçi’nde Akaretler’de oturup, Kazan’a, kahveye takılıp maça çıkarlarmış. Birkaç yüzkişi dedik ama, tüm bir tribünü, Kapalı üst, kapalı üstü de, Alen Markaryan yönetiyor. Bu grup, yani Çarşı, sembollerindeki “A”’yı anarşinin A’sına benzetecek kadar politik, Mr. Niceguy’ın rivayet ettiğine göre aklına gelen tezahüratları Kazan’ın alt katında bulunan eprimiş bir deftere yazıp sonra bu marşları Abbasağa Parkı’nda çalışacak kadar organize, takım kötü gittiği “hepimiz kanseriz” pankartı açacak kadar nüktedan, takımıyla patolojik seviyede bir ilişki kuracak kadar saplantılı (Bunun son derece çarpıcı bir örneği için: http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5807), ekşisözlükte “yaratıcı Beşiktaş taraftarı” adlı başlığa sayfalarca tanım girilmesine vesile olacak kadar yaratıcı ve burada örnek vermemizi sakıncalı kılacak kadar küfürbaz bir grup. Yazıyı uzatmak pahasına şu küfür meselesine sona doğru tekrar döneceğiz çünkü burada manipülasyonun ve demagojinin alası yapılıyor…

Bununla birlikte, Çarşı’nın popülaritesinden nemalanmak isteyen binlerce taraftar var, bunlar genelde lise üniversite yaşlarındalar, Kazan’da içiyor, çarşıda dolaşıyor, ve takımını da sadıkça destekliyorlar. Yani tek bir Çarşı yok, yapılan yorumlarda bu nedense atlanıyor. O stadda, aşağıda gördüğünüz fotoğrafın olduğu yerde ben her devre arasında karton üstünde namaz kıldığına şahidim, ki eminim sorsanız, o namazı kılan adam için de varsa yoksa Çarşı’dır. Bununla birlikte Çarşı maalesef ki, emniyet “emredince” hemen “misafir olan”, yönetimle son zamanlarda fazlasıyla iç içe geçmiş, tribünün tamamına söz geçiremeyen, Sinan Engin’le hemencecik barışan yani tutarsızlıkları da az olmayan, neşesi derhal öfkeye ve şiddete evrilebilen bir grup… (satılmış Çarşı diye tezahüratı vallahi de billahi de duydum. Denizli maçında stadın yaptığı protestoya kapalı iştirak etmeyince staddan oraya büyük bir tepki yükselmişti. İşin iç yüzünü yani Demirören’in oraya adam sokup Kapalı tribünü terörize etmek suretiyle susturduğunu sonradan öğrenecektim) Emniyetle olan ilişki demişken, evet emniyetle olan gereksiz yakınlaşmaları rahatsız etse de, aşağıdaki videoda geçen tezahüratı bu şiddette de hiçbir taraftar gurubunun yapamayacağını teslim etmek lazım… (Çarşı’yla ilgili yazılmış en başarılı yazılardan biri için http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=881488&Date=04.06.2008&CategoryID=103)


Küfür meselesine dönecek olutsak, İnönü ve Çarşı bu konuda sabıkalı: Süleyman Seba gibi heykeli dikilmiş bir efsane, küfür kıyamet gösterilen tepkiye dayanamayıp istifa ederken, Süleyman Seba’nın yerine “Avrupa’nın beş büyüğünden biri” yapma vaadiyle gelip, sonra kendisine küfredildiği için istifa eden Serdar Bilgili, göreve gelirken Seba’ya gösterilen davranışı ayıplayan bir tek laf etmeye tenezzül etmedi. Hatta o küfürleri etmek için tribüne para yedirdiği rivayet edildi, ediliyor. Aynı Serdar Bilgili şeref tribününde kendisine bireysel olarak (organize değil) küfredilince gururuna yediremeyip arkasına bakmadan istifa edecek, onun yerine gelen Yıldırım Demirören de, ne tesadüftür ki Süleyman Seba’ya ayıbın büyüğü yapılırken ve Serdar Bilgili de küfür yüzünden istifa ederken üç maymunu oynayacak, aklı tepki okları kendine yönelince başına gelecektir, e ne de olsa etme bulma dünyası...

Bilgili ve Seba dönemleri benim yakından takip ettiğim ama en nihayetinde okuduğum, duyduğum, izlediğim kadarıyla bildiğim dönemler, hakikatle ilgili kuvvetli hislerim var fakat kesin konuşamam, ama bu döneme tanığım, bu sefer yutmam. Wolfsburg maçında 88 dakika staddaydım, “şerefsiz”den başka hakaret duymadım. Olaylı Denizli maçında da tribündeydim, ama o maçta da bir iki dakika dışında hiç küfür duymadım. Bir de taraftarın gözünden bakalım: Teknik heyetin telafisi yok dediği maç, 0-3'lük hezimetle bitti, bu ŞL’de alınmış en ağır iç saha mağlubiyeti, bu stadda daha önce Barcelona’lar, Milan’lar, Bayern Münih’ler, Manchester United’lar, Liverpool’lar böyle bir skor görmedi. "Telafisi yok kesin kazanmamız lazım" denen maçın ilk yirmi dakikasında verilmiş beş net pozisyon var. Bunlar konuşulmuyor, en ucuz biletin 75 TL olduğu maçta, içeri şemsiye sokmasına müsaade edilmediği için o sağanak yağmurun altında iki saatten fazla beklemek zorunda kalmış 30000e yakın kişiden ne yapması bekleniyor? Hayal kırıklığının düzeyini anlatmak için bir anekdot anlatayım: Maç çıkışında hiç tanımadığım bir kadın durup dururken bana “Ben fenerli kocama ne diyeceğim şimdi?” diye sordu. Yönetim "demokratik tepkiye saygılı”ymış “ama küfre karşı”ymış, ben 25 yaşıma gelmeden bu “ama”nın ne manaya geldiğini anlayacak kadar yaşadım bu ülkede. Ertesi gün on dört tribün liderini sigaya çekmesini bilen Emniyet, bundan dört hafta önce Denizli maçında stadın beş altı yerinde beşer dakika arayla kavga çıkaran kişiler için naptı acaba? Onların gözden kaçmasında Demirören'in adamı olmasının etkisi olmasın sakın? Yoksa küfredenleri tek tek tespit ettiği iddia edilen stadın içindeki yüz küsur kamera o zaman yok muydu? Hem taraftar da niye küfreder di mi sayın blogger yani terbiyesizliğin ne alemi var, hayatında okulda, askerde, evde fiziksel veya psikolojik şiddete hiç mi hiç maruz kalmamış, çevresinde hiç küfürlü konuşan biri olmamış biri nereden bilir di mi o küfürleri, günlük hayatında küfretmeyen adamlar nasıl gelip stadda küfrederler, çok ayıp .mınakoym.

Neyse, daha bu pilav çok su kaldıracak belli ki yazıya sıkıştıkça bu konunun etrafında dolaşabiliriz, ama son söz olarak şunu diyelim: Küfre karşı olanlar -ki dediğim üzere çok sert ve yoğun bir tepki tabi ki var, bu takıma destek veren herkesin hakkı, ama organize küfür henüz olmadı- bundan iki sene önce Demirören’in Ankaragücü maçında taraftara yaptığı hareketi hatırlamıyorsa ziyanı yok, en azından bu zamana kadar bu stadda başkalarına veya Seba’ya dakikalarca küfredilirken nerede olduklarını açıklamadan veya Demirören’in Wolfsburg maçında kameraların gözü önünde tribüne ettiği küfrün hesabını sormadan inandırıcı olmalarına imkan yok. Biraz taraflı oldu yazı affedin, Goethe’nin dediği gibi “samimi olmayı vaat edebilirim, tarafsız olmayı asla…”

Hiç yorum yok: