Her zaman için, Suç ve Ceza’yı okumamış birine tüm işini gücünü bırakıp, tez elden o kitabı bitirmesini salık veregeldim, size de başka şekilde davranacak halim yok açıkçası. Kitap okuma alışkanlığı olmayan biriyken, mahrumiyetin kralını yaşadığım lisede, sırf vakit geçirmeme vesile olur diye aldığım ve hoşuma gitmiş birkaç Yaşar Kemal kitabından sonra (ilk kitap tabi ki Çakırcalı Efe’ydi) elime aldığım ilk kitaptı Dosteyevski’nin klasiği, ve hasbelkadar kitap okuyan biri olmamda bu kitabın -Yaşar Kemal’le birlikte- etkisi yadsınamaz. Kitabı okumaya başlar başlamaz, kitabın içindeki ufunetin, Raskolnikov’un çaresizliğinin, fakirliğinin tesiri altına giriyordunuz. (Bir arkadaşım, o kitabı askerde okuduğunu söyleyip kafayı sıyırayazdığını söyledi, hakikaten o kitabı okumak için iyi bir zaman değil!) Kitap, birçok açıdan çarpıcıydı: Her şeyden önce, Dosteyevski’nin karakterleri, sokağı döndüğünüz zaman karşılaşacağınız kadar sıradan ve günahkardı. Hikaye, katil olmak durumunda kalmış bir öğrencinin, rüşvete bulaşmış bir devlet memurunun, sırf zengin diye sevmediği biriyle evlenmek durumunda kalmış genç kızın üzerinden aslında Rusya’nın yaşadığı modernleşme sancısının sıradan bireyler üzerindeki etkisini konu alıyordu. Tüm bunların üstüne, kitap size dönüp dolaşıp şu soruyu sordurarak nifak tohumunu sokuyordu: Gördüğünüz zaman kaldırım değiştirmenize sebep verecek kadar tiksindiğiniz, insanlara zarar verdiğini bildiğiniz birinin yok olması ne kadar suçtu? Bu suç mazur görülebilir, cezalandırılmayabilir miydi? (Bu sorulara yekten hayır diyebiliyorsanız ne mutlu, peki öldüğüne sevindiğiniz biri de mi olmadı hayatınızda, şimdi dönüp o soruları tekrar sorabilir misiniz?) Kitaptan hemen sonra, Dosteyevski’nin hayatının Raskolnikov’la paralelliğini öğrenip daha da şaşırdım: Raskolnikov gibi fakir, günahkar (kumarbaz!) ve sara hastasıydı, o hastalık kitap boyunca Leningrad sokaklarının dondurucu soğuğunda Raskolnikov’dan ayrılmayacaktı. Adi suçtan değil, ama rejim muhalifi olarak önce idama mahkum edilmiş, kurşuna dizilecekken, çar tarafından affedilmiş ve cezasını tıpkı Raskolnikov gibi, kürek mahkumu olarak çekmişti. Kitabın sonunda Raskolnikov, tıpkı Dosteyevski gibi bir “aydınlanma” sonucu koyu bir Ortodoks olur. Bu bile başlı başına, Batı modernleşmesinin (“aydınlanmasının”) antitezidir- Ortodoksluk, bilindiği üzere Hıristiyan teolojisinde Katolikliğin bir kliği, ve merkantilizme ve sonrasında Sanayi Devrimi’ne ortam sağlayacak Protestanlık’ın hasmıdır.
Bütün bunları yazmama vesile olan, NTV Yayınları’ndan çıkan Çizgi Roman Dünya Klasikleri Serisi’nin bir eseri olarak, Suç ve Ceza’nın çizgi romanı. Zaten çizgi roman okuma alışkanlığı olan biri değilim, ayrıca seride daha önce okumadığım hiçbir eserin çizgi romanını okumayı düşünmüyordum, çünkü bir edebi eseri tam anlamıyla yansıtamayacaklarını biliyordum. Ama bu biraz çizgi romana haksızlık olacaktı, çünkü sinema da bir kitabı kopyalamıyor ama yorumluyor, bazı detayları öne çıkarırken bazılarını hepten yok ediyor, son kertede o hikayeyi baz alan daha farklı bir hikaye yaratıyordu. Sinemaya defalarca verdiğim bu imkanı çizgi romandan esirgemek elimden gelmedi. Ukalaca ahkam kestiğime de bakmayın, yukarıda edindiğim izlenimler dışında olay örgüsü bağlamında kitaptan çok fazla şey de hatırlamıyordum aslında. (Genelde kitaplardan, hatta filmlerden aklımda kalan bir cümle/sahne veya -zaman zaman o zamanki ruh halimin de tesir ettiği- bir duygudur, tüm beğenme beğenmeme yorumlarını bu hükmün üzerinden icra ediyorum, bu konuda öznel hissiyatımı aktarmaya çalışıyorum sadece, büyük yorumlara/sentezlere varıyormuş gibi görünmek istemem, bu vesileyle de günah çıkarmış olayım…) Bununla birlikte, kitaba olan hayranlığım, bana çizgi romanı da aldırttı, pişman olmadığımı peşinen söyleyeyim.
Her şeyden önce çizer Alain Korkos ve eseri uyarlayan David Zane Mairowitz, kitabı aynen aktaramayacaklarının bilincindeymişçesine, kitabı cesurca günümüze uyarlamışlar: Arka planda birden çok karede –Çar benzetmesi yapılan- Putin’in portreleri asılı, Mac’ler ortalarda dolaşıyor, duvarlarda God Save Queen afişleri, Pepsi reklamları kol geziyor. Rusya için, şu an da çalkantılı bir dönemden geçtikleri yorumu yapabilir, yani Dosteyevski’nin dertleri hala güncel… Çok fazla psikolojik çözümlemeye girmeden, siyah beyaz çizgilerin de yardımıyla daha çok surattaki ifadelere ve iç konuşmalara yer vererek o ufuneti hissettirmeyi tercih etmişler, kestirme ve akıllıca bir metot bence, spoilerları uzatıp tadınızı daha fazla kaçırmadan, kitabı okuduysanız çizgi romanı da tavsiye ederim şahsen. Bu eserin bir başka yeniden yorumunu ise, Zeki Demirkubuz’dan bekliyoruz, Suç ve Ceza’yı onun gözünden göreceğim günü dört gözle bekliyorum…
Çizgi Roman Dünya Klasikleri iyi iş yapmış olmalı ki, ntvmsnbc.com’da hangi Türk romanını çizgi roman olarak görmek istersiniz diye anket yapılmış ve Yaşar Kemal’in İnce Memed’i açık ara birinci olmuştu- Benim için ne hoş tesadüf! Yine de, gönül ondan önce İhsan Oktay Anar’ın bir romanını görmek ister değil mi sevgili blogger. İhsan Oktay Anar demişken, üstadın Puslu Kıtalar Atlası’yla ilgili çok özel bir yazıyı, Ocak’ın ikinci haftasında buradan okuyabileceğinizi belirteyim de biraz ağzınız sulansın…
"Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız." Oğuz Atay - Günlük
29 Aralık 2009
Suç’un Çizgisi, Ceza’nın Romanı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
lise ikideydm, odtude okuyan bi erkek arkadsim vardi (okulu bitiremedi) bu edebiyat sinema ve ders calisma islerine o bulastirdi beni.
suc ve cezayi hediye etmisti bana, ilk kitap suc ikinci kitap ceza uzerine demisti.
ayni anda ergenlikten muzdarip bukowski de okuyordum.
tenefus aralarinda kulagimda walkman ile okudum okudum okudum bitirdim.
agir depresyon teshisini ben koydum kendime sonrasinda.
ergenlik de var serde, kiyafetlerle kuvete su doldurup girmeler, imgesel hareketler vs.
bir o odtulu eleman bir de yuregime dokunan edebiyat eserleri mahvetti hayatimi.
aklima gelmisken meltem gurleden duymustum, bir edebiyatcinin siir icin yaptigi bir tanimlama
"iyi siir icinizde ruzgar estiginde suyun uzerinde yaptigi titresimi yapar" gibi birsey
o degil de gece gece monolog-diyalog gibi oldu
okudukca yazdiklarini sohbet ediyor gibiyim
saglicakla
ben de lise ikide okumuştum onu.
bende dediğin etkiyi müşfik kenterin seslendirdiği orhan veli şiir kasedi bırakmıştır. dön baba dönelim
Yorum Gönder