10 Ocak 2010

Tesadüf

Hafta içi Taksim’e çıkmanın bende yarattığı duygu, hayatı ıskalama hissidir. Geçtiğim her vakitte, İstiklal o kadar kozmopolit, cıvıl cıvıl ve vaatkardır ki, ben gelmeden önce de, gittikten hemen sonra da hayatın aynı hızla devam edeceğine kani olurum. Fakat heyhat! Benim sürem hep kısıtlıdır, hafta içi Taksim’e çıktığımda zaten servisten akşamın bir saatinde inmiş, dışarıda olduğum gecenin ertesi sabahında şehrin köpekleri, temizlik işçileri ve fırıncılarıyla aynı saatte kalkmak zorunda olduğum için de Taksim’deki teneffüsümü kısa kesmek zorunda kalmışımdır.

Bütün bunları düşünüp, kalabalığı yardır Allah yararak Tünel’e geldiğinizde, gittiğiniz barın önündeki kalabalığı görünce yüzünüz ekşir. Yanınızdakileri birbirinize sesinizi duyurmak için bağırmanızı gerektirmeyecek bir yere götürmeyi teklif etseniz, çok mu ayıp olur diye düşünürsünüz. İçeride ne olup bittiğini merak bile etmezsiniz. İnsanları kandırıp götün götün (bu vesileyle bu deyimin anlamını genişlettiğimi, bundan sonra yerli yersiz kullanacağımı ilan ve itiraf ederim, her yazıda doğru yerde kullanacağım diye bin dereden su getir nereye kadar çok afedersiniz) favori pasajınıza doğru yollanmaya hazırlanmışsınızdır ki bir el tokalaşmak için uzatılmıştır. -Hemen heyecanlanma metus, bir kız eli değil bu. Burayı Danimarka mı sandın?- Karşınızdaki çocuk isminizi söyler: Metus Mehmetus mu acaba? “Evet.” Çocuğu tanımadığınızı çaktırmadan edemezsiniz. Anıları hatırlamakta bu kadar başarılı olan hafıza, nolur biraz da suratları ve isimleri hatırlasaydı! Babanızın ismini söyler, onu da teyit edersiniz. Eliniz artık daha sıkı sıkılmaktadır. Bin kere duyduğunuz “hiç değişmemişsin” sözünü bir kere daha duyarsınız. Çocuk kendini tanıtır. İkinci cümlesi, “ben senin kitaplarından çok ders çalıştım” olur. O zaman kafanıza dank eder. Nazilli. Ortaokul. Kasvet. Alttaki dükkanda çalışan kadının fakir ama zeki çocuğuna verilen koli koli kitap, deneme sınavları, soru bankaları, hatta öğütler… Ama siz, bir şey yapmamışsınızdır ki zaten. O çocuk, söylediği üzere, yazıla çizile eprimiş, tekrar tekrar çözülmüş o kitaplara çalışarak mühendis çıkmış olabilir mi? Bilemezsiniz. Ama bildiğiniz bir şey vardır: Bu ülkede, adamdan sayılmanın, dikey olarak yükselmenin, itibar görmenin en kestirme yolu, okumaktır. (En azından sizin kıt muhayyilenizde öyledir.)

İşe yaradığınızı hissettiren bir tesadüfle karşılaşmışsınızdır. Bir anda, hakkınızın geçtiğini düşündüğünüz ve artık görmediğiniz diğer insanlar aklınıza düşer. Acaba onlar, şu an ne yapmaktadır? Şehre ve kaderinize güvenin, nasıl olsa onu da başka bir tesadüfle er geç öğreneceksinizdir.

2 yorum:

Ozan Önen dedi ki...

Bu yazıyı oldukça naif ve şık buldum. Çok hoş bir duyguya temas etmişsin; komşunun oğlu mühendis çıktı mı bilinmez ama adam olamasak da temiz bir yerden geçen bu duyguya vakıf birilerini görebilmek halen güzel.

metus dedi ki...

O diil de Ozanım o tesadüflerden biri de İstiklal'de senle karşılaşmak olaydı... Meriç Erkan'ı gördüm len ben İstiklal'de :D