90ların sonundan 2000lerin ortasına kadar NBA'in “franchise” tabir edilen oyuncularının başında gelen Allen Iverson'ın (bu yazının geri kalanında takınılacak NBA yazılarında da geçen yavşak Amerikan aksanlı üslup uyarınca kendisinden AI olarak bahsedilebilir) Beşiktaş'la görüştüğü haberin bağlantısını en yakınımdakilere yollayıp üzerine espriler türettiğimizi hatırlıyorum, şu ansa tüm o yaratıcı espriler “Beşiktaş'ın çocuğu Allen Iverson” tezahüratının yanında kötü bir fıkra gibi kalıyor. AI, benim için tüm zamanların bir numaralı oyuncusuydu, Jordan'lar, Vince Carter'lar, Kobe'ler falan hikaye. (Tüm zamanların takımı da Payton'lı, Kemp'li 97 finalini oynayan Seattle'la, Larry Brown'un coachluğunu yaptığı 2006 finalini oynayan Detroit)
Kendine münhasır bir tarzı olan bir point guard'dı AI, 1.83 boyunda, (az önce bir yorumcu 6 feet'in NBA için psikolojik bir sınır olduğundan bahsediyordu), seksen küsur kilo, fizik olarak olan çelimsizliğine rağmen çabukluğu ve süratiyle driplinglerle rakip savunmanın dengesini bozan skorer bir point guard... Her yenen basketten sonra, hızlıca gidip baskete cevap vermesinden ötürü lakabı “the answer”dı. Sokaktan gelen, hapis cezasına çarptırılmış biri olarak sokak tarzı bir basketbol oynuyordu, ki NBA'de bu tarz o zaman prim yapıyordu, ne de olsa NBA sırtını, büyük yıldızlara, fiziksel olarak rakibinden üstün franchise atletlere, bireysel olarak rakibi ekarte ede ede dikey olarak yükselmenin mümkün olduğu rekabetçi Anglosakson kültüre yaslıyordu. Çok yürekli ve fedekar tarzı, kısa zamanda basketbolseverlerin sevgisini kazanmasına yetti, 13 kere All Star ilk beşine seçilmesini, taraftarının bu teveccühüne borçluydu, geçen sene kendi takımında ilk beş oynamıyorken, maçların yarısını kaçırmışken bile ilk beşin halk oyuyla seçildiği Doğu takımının en çok oy alan oyuncusuydu. 2004te Rüya Takım özel maç için Abdi İpekçi'ye geldiğinde, LeBron'lar, Carmelo Anthony'lerin AI'ın yanında sönük kaldığını hatırlıyorum. Tarzı saha dışında da farklıydı, “i don' wanna be MJ, i don' wanna be Bird” diye konuşuyor, tarzı, dövmeleri, rap kültürüyle aykırı haliyle medyaya yeteri kadar malzeme veriyordu. Devamlı topu eline isteyen, topu paylaşmayı sevmeyen, takımın etrafında kurulduğu adam oldu, bu süreye dört sezon sayı krallığı ve bir normal sezon MVPsi sıkıştırdı.
Ama, gün geldi devran döndü... NBA'in belki en çok darbe alan, en çok faule maruz kalan oyuncusu, yıllar içinde fiziksel ve mental olarak yıprandı. İlk başlarda sorun yaşadığı ama sonra beraber NBA finaline çıktığı coachu Larry Brown Detroit'le yeni bir efsane yazarken, o önce 76ers'daki başrolü bir başka AI- Andre Igoudala'ya bıraktı, sonra bunu hazmedeyip Denver Nuggets'a gitti, ama oranın da horozu Carmelo Anthony'di. Kariyeri düşüşe geçmeye başlamıştı, artık NBA'de Steve Nash gibi, Jason Kidd gibi, Tony Parker gibi takımı oynatan point guardlar tercih ediliyordu, yıllar içinde NBA, Avrupa basketbolunun da etkisiyle bireysellikten ziyade daha çok pasa, sert savunmaya ve hücumda dış şuta dayalı basketbolun oynandığı bir forma dönüştü (Phil Jackson'ın üçgen hücumu hala şampiyon, o ayrı). Ne de olsa o Avrupa sosyal demokrasinin, sendikal hakların anavatanı olmasının basketboldaki izdüşümü olarak takım savunmasına, pas organizasyonuna ve daha az spektaküler hareketlere dayalı bir basketbol geliştirmişti.
Beşiktaş, Dünya Kupası'nda Türkiye'ye dönen ilgiyi son derece akılcı kullanarak Allen Iverson'ı napıp edip getirmeyi başardı, onu beyazların arasında kocaman tebessümüyle görmek benim için Al Pacino'yu Ezel'de görmekten farksız, napıp edip askere gitmeden bir maçına gitmek, onu dünya gözüyle görmek istiyorum. “The answer” törende biraz tutuk gibiydi, yirmi bin kişilik salonlardan, kazanılan on milyonlarca dolarlardan sonra üç bin kişilik bir salonda, en son ne zaman şampiyon olduğu kimse tarafından hatırlanmayan ve kurulduğundan beri ülkeyi hiçbir zaman Euroleage'de temsil edilmemiş bir takımda oynayacak, onun kariyeri için çok da parlak bir son sayılmaz. Yılda 2M€'dan iki yıllık bir sözleşme imzalanmış, onun 4M€'ya ihtiyacı olduğunu hiç zannetmiyorum, AI sanırım bir kez daha kendine bitti diyenlere sahada cevap vermeye çalışacak.
Kendine münhasır bir tarzı olan bir point guard'dı AI, 1.83 boyunda, (az önce bir yorumcu 6 feet'in NBA için psikolojik bir sınır olduğundan bahsediyordu), seksen küsur kilo, fizik olarak olan çelimsizliğine rağmen çabukluğu ve süratiyle driplinglerle rakip savunmanın dengesini bozan skorer bir point guard... Her yenen basketten sonra, hızlıca gidip baskete cevap vermesinden ötürü lakabı “the answer”dı. Sokaktan gelen, hapis cezasına çarptırılmış biri olarak sokak tarzı bir basketbol oynuyordu, ki NBA'de bu tarz o zaman prim yapıyordu, ne de olsa NBA sırtını, büyük yıldızlara, fiziksel olarak rakibinden üstün franchise atletlere, bireysel olarak rakibi ekarte ede ede dikey olarak yükselmenin mümkün olduğu rekabetçi Anglosakson kültüre yaslıyordu. Çok yürekli ve fedekar tarzı, kısa zamanda basketbolseverlerin sevgisini kazanmasına yetti, 13 kere All Star ilk beşine seçilmesini, taraftarının bu teveccühüne borçluydu, geçen sene kendi takımında ilk beş oynamıyorken, maçların yarısını kaçırmışken bile ilk beşin halk oyuyla seçildiği Doğu takımının en çok oy alan oyuncusuydu. 2004te Rüya Takım özel maç için Abdi İpekçi'ye geldiğinde, LeBron'lar, Carmelo Anthony'lerin AI'ın yanında sönük kaldığını hatırlıyorum. Tarzı saha dışında da farklıydı, “i don' wanna be MJ, i don' wanna be Bird” diye konuşuyor, tarzı, dövmeleri, rap kültürüyle aykırı haliyle medyaya yeteri kadar malzeme veriyordu. Devamlı topu eline isteyen, topu paylaşmayı sevmeyen, takımın etrafında kurulduğu adam oldu, bu süreye dört sezon sayı krallığı ve bir normal sezon MVPsi sıkıştırdı.
Ama, gün geldi devran döndü... NBA'in belki en çok darbe alan, en çok faule maruz kalan oyuncusu, yıllar içinde fiziksel ve mental olarak yıprandı. İlk başlarda sorun yaşadığı ama sonra beraber NBA finaline çıktığı coachu Larry Brown Detroit'le yeni bir efsane yazarken, o önce 76ers'daki başrolü bir başka AI- Andre Igoudala'ya bıraktı, sonra bunu hazmedeyip Denver Nuggets'a gitti, ama oranın da horozu Carmelo Anthony'di. Kariyeri düşüşe geçmeye başlamıştı, artık NBA'de Steve Nash gibi, Jason Kidd gibi, Tony Parker gibi takımı oynatan point guardlar tercih ediliyordu, yıllar içinde NBA, Avrupa basketbolunun da etkisiyle bireysellikten ziyade daha çok pasa, sert savunmaya ve hücumda dış şuta dayalı basketbolun oynandığı bir forma dönüştü (Phil Jackson'ın üçgen hücumu hala şampiyon, o ayrı). Ne de olsa o Avrupa sosyal demokrasinin, sendikal hakların anavatanı olmasının basketboldaki izdüşümü olarak takım savunmasına, pas organizasyonuna ve daha az spektaküler hareketlere dayalı bir basketbol geliştirmişti.
Beşiktaş, Dünya Kupası'nda Türkiye'ye dönen ilgiyi son derece akılcı kullanarak Allen Iverson'ı napıp edip getirmeyi başardı, onu beyazların arasında kocaman tebessümüyle görmek benim için Al Pacino'yu Ezel'de görmekten farksız, napıp edip askere gitmeden bir maçına gitmek, onu dünya gözüyle görmek istiyorum. “The answer” törende biraz tutuk gibiydi, yirmi bin kişilik salonlardan, kazanılan on milyonlarca dolarlardan sonra üç bin kişilik bir salonda, en son ne zaman şampiyon olduğu kimse tarafından hatırlanmayan ve kurulduğundan beri ülkeyi hiçbir zaman Euroleage'de temsil edilmemiş bir takımda oynayacak, onun kariyeri için çok da parlak bir son sayılmaz. Yılda 2M€'dan iki yıllık bir sözleşme imzalanmış, onun 4M€'ya ihtiyacı olduğunu hiç zannetmiyorum, AI sanırım bir kez daha kendine bitti diyenlere sahada cevap vermeye çalışacak.
2 yorum:
Lisedeyken en çok öykünülen basketbolcu kardeşimiz Allen Iverson idi. Hatta Doğucan geliyor aklıma, Iverson hayranıydı herkes; ne günlerdi ulan. O değil de, "Beşiktaş'ın çocuğu Allen Iverson!" tezahüratının "bizden" tavrına hayranım. Böyle içi dolu, duygu yüklü, samimi, sahiplenici bu tezahüratın sonu umarım ki "O..... çocuğu Allen Iverson!"a dönüşmez günün birinde. İşte burada öfke patlamaları yaşayabilirim. Iverson, basketbolu BJK'de bırakmayı düşünüyorum demiş en son. İşte buna da sevindim. Dedim ki "Hah, işte şimdi oldu." Çünkü, adam da yani Iverson da bu güzel ilişkiyi içselleştirebilirse, işte o zaman manzara tadından yenmez olur. Bir tür Pascal Nouma kafası yaşarız, hatta daha da lezizi olur. Şahsen, zamanımızın idolü Iverson gibi bir ismin BJK'de oynuyor olmasının resmen masal gibi olduğunu düşünüyorum. Dahası, kim ne derse desin, her ne kadar başarılı bir teknik adam değilse bile Maradona'yı teknik direktör olarak getiren kazanıra birkaç bin Euro birden yatırmak istiyorum. Düşünsene, atıyorum, Bursaspor falan Maradona'yı getiriyor teknik direktör olarak. İşte o gün benim de Bursasporlu olduğum gündür. Yok Beşiktaş getirecekse o da olur. Kim getirirse getirsin, gider Maradona forması yaptırır, o tüm maçlara da bilahare giderim. Ama ben derim ki bir BJK taraftarı olmasam da en çok BJK'ye yakışır Maradona. Deplasman forması olarak da Arjantin formasına benzer formalar talep ediyorum efendim. İşte o gün forma satışlarının da rekorların rekorunu kırdığı gündür. Her ne kadar endüstriyel futboldan yana gönlümüz yoksa da, 10 nuamralı Maradona formalı insanları Çarşı grubunda görmekten büyük zevk var mıdır şu iki günlük dünyada? Hey gidi. Bu da olur günün birinde.
ya maradonayı ahmedinejad irana getirecek yaz kenara.
ama maradona bize yakışır narkotik durumlar örtüşür o ayrı.
sportif direktör de sergen olsun oldu olacak ak.
Yorum Gönder