Askerdeyken telefonla konuşmak birkaç açıdan hayati: Her şeyden önce kısa dönem bir askerin dış dünyayla tek bağlantısıdır telefon. (Kısa dönemseniz internete ancak çarşı izninde erişebilirsiniz) Haftasonu oynanan derbideki tartışmalı pozisyondan, Ortadoğu’da dönen dolaplara, bedelli tartışmalarından lise arkadaşınızın ne zaman evleneceğine bir sürü gelişmeden haberdar olmanın yegane yolu açıp birine sormak. (Haberdar olmakla ilgili komik bir askerlik anım var: Bir arkadaş bizim taburun içindeki fırından poğaça alırken fırıncı çocuktan, ‘bilader poğaçaları bugünkü gazeteye sarabilir misin?’ diye ricada bulunmuş. Fırıncı ‘ya kardeş’ demiş ‘hani Haydarpaşa yandı ya, benim işte dün haberim oldu bundan.’ [olayın oluş tarihine bakılırsa bir aylık gecikme söz konusu] ‘Sen’ diye tiradına devam etmiş, ‘kuşların uçmadığı, denizlerin coşmadığı, insanların birbirine “seni seviyorum” demediği bir yerdesin, 8.Hudut’tasın, ne günlük gazetesi!')
Tabi dışarıda ne olup bittiğini takip etmeseniz veya geç öğrenseniz bir şey kaybetmezsiniz pek, sadece sivil hayattan biraz daha kopmuş olursunuz. Ama bilgi akışı çift taraflı, aileniz başta sizi merak edenlerle tek rabıtanız da Telekom’un tuhaf biçimde sms atabildiğiniz ama çoğu geri aramaya kapalı olan iğrenç mavi ankesörlü telefonları.
Bir husus daha var tabi, benim askerlik yaptığım yerde şimdi detaylandırmayacağım sebeplerden iletişim zamanlaması benim inisiyatifimde diyebiliriz, ailemle haftada iki kez sabit saatlerde görüşüyorum, onun dışında özlediğim kişiyi istediğim zaman arıyorum, müsaitse konuşuyorum. Genelde haftasonu kimseyi aramamaya çalışıyorum, zamanın iyice yavaşladığı ve sivili daha çok düşündüğüm bu zaman diliminde aradığım eşin dostun Kanyon’dan, Moda’dan, Bebek’ten çıkması ziyadesiyle moral bozucu- Bir arkadaşımı dayanamayıp cumartesi akşamı aramıştım, çocuk da o sırada tesadüfen memleketindeymiş, ‘seni taşrada yakaladık yani’ diye sevindirik olduğumu hatırlarım…
Acemilikte her gün bir kişiyi arıyordum, zaman geçtikçe ruh halime bağlı olarak arama sıklığım değişti, çok depresif olduğum zamanlarda kimseyle konuşmak istemiyordum, sonra rahata erdikçe çenem düştü, şimdi ara yoldayım diyebiliriz. Kel alaka diyeceksiniz ama ben birini aramayı festivalden film bileti almaya benzetiyorum, aramadan önce ne konuşacağıma dair kafamda bir fikir olabiliyor, ama diyalogun temposuna, ikimizin moral durumuna veya karşıdakinin müsait olup olmamasına göre telefon konuşmaları bir dakikayla bir saat arası sürebiliyor. Festivalde de üstünkörü seçtiğim filmlerden bazılarının tesirinden günlerce kurtulamayıp eşe dosta şiddetle tavsiye ettiğim gibi (12, Grizzly Man vs) uyuduğum filmler de oldu şimdi ne yalan söyleyeyim. Yine de festival takip etmeyi, film seçme ritüelini, sevdiğim birini olur olmaz bir Japon/Rus/İran filmine sürüklemeyi, hayranı olduğum bir yönetmenin dışarıda kolayca erişemeyeceğim filminin izini sürmeyi severim, eşi-dostu olur olmadık zamanda arayarak türlü sululuklarla güldürmeyi sevdiğim gibi.
Tabi dışarıda ne olup bittiğini takip etmeseniz veya geç öğrenseniz bir şey kaybetmezsiniz pek, sadece sivil hayattan biraz daha kopmuş olursunuz. Ama bilgi akışı çift taraflı, aileniz başta sizi merak edenlerle tek rabıtanız da Telekom’un tuhaf biçimde sms atabildiğiniz ama çoğu geri aramaya kapalı olan iğrenç mavi ankesörlü telefonları.
Bir husus daha var tabi, benim askerlik yaptığım yerde şimdi detaylandırmayacağım sebeplerden iletişim zamanlaması benim inisiyatifimde diyebiliriz, ailemle haftada iki kez sabit saatlerde görüşüyorum, onun dışında özlediğim kişiyi istediğim zaman arıyorum, müsaitse konuşuyorum. Genelde haftasonu kimseyi aramamaya çalışıyorum, zamanın iyice yavaşladığı ve sivili daha çok düşündüğüm bu zaman diliminde aradığım eşin dostun Kanyon’dan, Moda’dan, Bebek’ten çıkması ziyadesiyle moral bozucu- Bir arkadaşımı dayanamayıp cumartesi akşamı aramıştım, çocuk da o sırada tesadüfen memleketindeymiş, ‘seni taşrada yakaladık yani’ diye sevindirik olduğumu hatırlarım…
Acemilikte her gün bir kişiyi arıyordum, zaman geçtikçe ruh halime bağlı olarak arama sıklığım değişti, çok depresif olduğum zamanlarda kimseyle konuşmak istemiyordum, sonra rahata erdikçe çenem düştü, şimdi ara yoldayım diyebiliriz. Kel alaka diyeceksiniz ama ben birini aramayı festivalden film bileti almaya benzetiyorum, aramadan önce ne konuşacağıma dair kafamda bir fikir olabiliyor, ama diyalogun temposuna, ikimizin moral durumuna veya karşıdakinin müsait olup olmamasına göre telefon konuşmaları bir dakikayla bir saat arası sürebiliyor. Festivalde de üstünkörü seçtiğim filmlerden bazılarının tesirinden günlerce kurtulamayıp eşe dosta şiddetle tavsiye ettiğim gibi (12, Grizzly Man vs) uyuduğum filmler de oldu şimdi ne yalan söyleyeyim. Yine de festival takip etmeyi, film seçme ritüelini, sevdiğim birini olur olmaz bir Japon/Rus/İran filmine sürüklemeyi, hayranı olduğum bir yönetmenin dışarıda kolayca erişemeyeceğim filminin izini sürmeyi severim, eşi-dostu olur olmadık zamanda arayarak türlü sululuklarla güldürmeyi sevdiğim gibi.
1 yorum:
"bir dakikayla bir saat on sekiz dakika arası" sürebiliyor aslında...
Yorum Gönder