17 Haziran 2011

Erken, Ama Ne İçin?

Elveda İstanbul. Hiçbir yazım bu kadar erken olmamıştı.

Elveda okulum. Orada bulunduğum zaman boyunca, Boğaziçi’nin birikimine, çoğulculuğuna, yetiştirdiği enteljensiyaya olan hayranlığım sürdü. O güruhun bu ülkede egemen olmasını istedim, bu hayranlık, benim gibi taşralılarda biraz kıskançlık da barındırır, kendi kaderinize, bu havayı bu kadar geç soluduğunuza isyan edersiniz. Okulu ve tayfasını biraz gaddarca eleştirdiysem bundan ve insanların umursamazlığına duyduğum tepkidendir, affola.

Elveda tuttuğum takım. Şehrin merkezinde, şehrin taşrası: Beşiktaş. Sadece taraftarının gürültücülüğü ve nüktedanlığıyla değil, maç olmayan günlerde çarşıda meydanda gördüğünüz formalı adam sayısının fazlalığıyla da diğer takımlardan ayrılır. Blog yazarken ne zaman konuya sıkışsam bu takım üzerine ahkam kesmenin ekmeğini çok yedim, ama hepsi boşuna, hiçbiri o stadda o taraftarla nefes nefese verip bu mütevazı takımı izlemenin yerini tutamaz. Tuttuğum takımın gözümün önünde şampiyon olmasını görmek nasip olduğu için, gittiğim tek Fener maçı 3-0 bittiği için, sırf o efsanevi Liverpool maçında o kalabalıkla beraber olduğum, her bir kritik golde kendimi tanımadığım adamlara sarılmış bulduğum için gözüm açık gitmeyecek. O takımın cam ekrandan izlediğim her iç saha maçında içim cız edecek.

Elveda şehrin bana içirememiş meyhaneleri, balıkçıları, elveda meyhaneci. İçkinizi bilmem, ama mezelerinizi unutamam. Bazen sevdiğiniz bir şairin anısı vardır orada, bazen esnafa aşinalıktır sizi çeken. Sebebi nolursa olsun fark etmez, boğazı gören bir yerde balık yiyebildiğiniz sürece mutlu olabilirsiniz bu şehirde. Elinizi boğaza uzatıp gözünüzü kapattığınızda sanki görünmez bir el sizi elinden tutar, havalandırır. Martılarla beraber uçarsınız. Martı demişken, elveda şehrin martıları. Merak etmeyin, bu şehrin kıymetini bilenler sizi simitsiz bırakmayacaktır, bana ihtiyacınız yok.

Elveda ömrümden ömür çalan trafik. Şehrin çirkin yüzü. Şehrin sinir katsayısının yüksek olmasının müessibi faktörlerinin önde gideni. Keşke bu kadar imkansız kılmasaydın burada yaşamayı…

Elveda Galata Kulesi. O kuleden birinin bundan dört yüz küsür sene önce uçmak için atladığına ve hayalini başarıp karşı yakaya indiğine inanmak zor. Keza o daracık sokakların birden o devasa yapıya çıktığına inanmak da. Bir keresinde Deniz’le Karaköy’den çıkarken karşımıza dikilivermiş kuleyi görünce, Deniz bana dönüp, “dur abi geri dönüp tekrar gelelim, bakalım yine görecez mi” demişti. Galata’ya hiç çıkmadım. Galata’yı kafamda hep o sözle yaşattım. Hezarfen rüyasının peşinden gitti. Ben neyin peşinden gidiyorum acaba…

Elveda şehrin sarayları. Elveda o sarayların önünden geçen kimsenin bilmediği asude sokakları. Süleyman muhteşem, Osmanlı masum değildir. Süleyman “Kanuni”dir, Osmanlı kalıplarını zorlayan, önce düşmana sonra zamana direnen bir imparatorluk. Padişahım sen çok yaşa!

Elveda yağmur. İstanbul’da dört mevsim de hakkıyla yaşanır, ama en belirgin olan, şehre en çok damgasını vuran yağmurdur. Altında şemsiyesiz gezdim sekiz sene, tavsiye ederim.

Elveda şehrin camileri. Elveda o camilerin hiç tanımadığım cemaatleri. Bir an İstanbul’da olduğunuzu unutursunuz kubbenin altına geldiğinizde, eğer caminizden şehrin silueti görünmüyorsa. Zaman sizin için çok yavaşlar. Sırf o anı durdurmanın hazzı, verdiği başka bir yerdeymiş hissi için, eyvallah.

Elveda dostlarım. Bana bu anıları siz yaşattınız. Beni siz tamamladınız.

Elveda aşklarım.

Elveda İstanbul, tekrar görüşeceğimiz güne kadar.

2 yorum:

ggg dedi ki...

istanbulu arkada birakmanin huznu bile baska huzunlerden guzel
ama inan ozlemiyorum istanbulu
ozlediklerim bogazici ve dost sohbetleri
ggg

metus dedi ki...

ben özlüyorum ya.