Not: Aşağıda okuyacağınız yazı, Gökhan Özgün'ün 14.06.2008'de Taraf'ta neşrettiği bir metin. Önce bunu beraber hazmedelim, kafayı toplayabilirsem şike mevzu hakkında ukalalık etmekten geri durmama niyetim var. Velev ki bu niyet amele dönüşmezse, bununla idare ediverin, zaten bu kadar iyisini zinhar yazamam.
Bir futbol yazısı da benden
Futbola hiçbir ilgi duymayanlar bende hüzün duygusu uyandırır. Hiç su içmeden yaşayan bir dostum vardı bir zamanlar, su yerine çay, kahve, bira içerdi. O da bende aynı hüznü uyandırırdı.
Bir de futbolu vahşi ve ilkel bulanlar vardır. Onlara göre futbol neredeyse bütün kötülüklerin anasıdır. Gözü dönmüş milliyetçilik, vahşet, kötü olan her şey sanki stadyumdan memlekete yayılır. Bu kişilerden ise kendimi uzak tutarım. Bunlar hakikatin kör noktasında ikamet ediyorlardır. Bunlar eski Roma arenalarına benzetirler bir futbol stadyumunu. İnsanların ağızlarından kan damlayarak vahşete ortak olmaya geldikleri bir yere. Bu insanlar bilmek istemezler ki, eski Roma’da insanlar arenaya vahşet değil, adalet görmeye gelirlerdi. Arena bir kölenin özgürlüğü için savaşma imkânı olan tek yerdi. O zamanın o pis kokusu ve havasında arena, maalesef adalete en yakın yerdi. Futbol da öyledir. Adalete en yakın duran şeylerden biridir.
Futbolda milliyetçiliğin aymazlığı, densizliği, adaletsizliği öyle çok tutunamaz.
Milli takıma bir yabancı, bir siyahî insan alırsınız, ‘bir futbol yazar bozarı’, Türk takımında Türk olmayan bir yabancıyı hazmedemiyorum diye yaygara koparmaya girişir. Daha cümlesi bitmeden zavallının, sesi boşlukta kaybolur gider. Futbol yoluna devam eder. En ‘milliyetçisi’ bile, futboldan gözlerini ayıramaz, bu zavallıya yüz çeviremez. Aradığı teveccühten mahrum kalan bu Türk İnsanı, başını öne eğer, sesini keser. Onun bu böğürmesi, Türkiye Türklerindir gazetesinde bile yankı bulmaz. Futbol yürür gider.
Futbol yürüdü gitti. Biri Brezilyalı, iki tane siyahî futbolcu var Türk milli takımında. Karşısında Portekiz milli takımı. Orada da Brezilyalılar var. Almanya Polonya maçını, Almanya, Polonyalı oyuncusunun attığı gollerle kazanıyor. İsviçre’nin Türkiye’ye tek golünü bir Türk atıyor. Gol pasını da bir Türk veriyor. Milletler artık bir formadan ibaret. Milliyet ise hemşerilik gibi, belki hâlâ kuvvetli bir duygu, ama birçok kişi için sadece bir süs. Futbolumuz konuşmadan, tartışmadan, uzlaşmadan, dahası hiç vakit kaybetmeden bu durumu iyi kötü kavrayıverdi.
Yan mesleği imparatorluk olan antrenörümüz Fatih Terim bile, bu milliyetçiliğe gönül indirmedi. Hiç ikiletmeden, bir yabancıyı, Aurelio’yu takımın kalbine yerleştirdi. Yoksa ‘ölçüsüz milliyetçi’ Fatih Terim vatanı satan bir liberal mi? İşte Türkiye’nin liberalizmden anladığı.
Fatih Terim liberal mi, milliyetçi mi, kemalist mi bilmem ama, Fatih Terim Avrupa’da para ediyor. Avrupa’da saygı görüyor. Çünkü onlarla aynı basit oyunu, aynı basit kurallarla oynayabiliyor ve kazanabiliyor.
Demokrasi denen basit kurallı, basit oyunu, onlarla aynı sahada bir türlü oynayamayan Deniz Baykal kaç para eder Avrupa’da? Beş para etmez. Sosyalist Enternasyonal onun konvertibilitesini çoktan tahtadan kaldırdı. Alevileri tanımamakta ısrar eden bir AKP kaç para eder? Cemil Çiçek Avrupa’da kaç para ederse, tam o kadar eder.
Şimdi dünyada beş para etmezleri burada başımıza taç etmek milliyetçilik oluyor. Onlara müstahakkını vermek istemek ise liberalizm.
Avrupa’da da liberal var, milliyetçi var, sosyalist var. Ama bunların hiçbiri oynadıkları oyunu 50 yıl öncesinin sahasında oynamıyor. Bugünün Avrupası’nda oynuyor. Bugünün Avrupası ise 50 yıl öncesinin Avrupası’na göre 50 misli daha liberal bir zemin.
Ulus devlet ve onun engebeli, çamurlu zemini oyunu çirkinleştirince, oynanmaz ve seyredilmez hale getirince, Avrupa zemini yeniledi, baştan sona liberalleşti. Yalnızca sınırları açmak bile 50 yıl öncesinin Avrupası için neredeyse hayal edilemez büyüklükte bir liberal hamledir.
Dikkat. Dikkat. Zemini liberalleştirmekle oyunu liberalleştirmek arasında dağlar kadar fark vardır. Zemini liberalleştirmek toprak sahadan çim sahaya geçebilmektir. Safkan ‘askerler’den oluşan takımı insanlardan oluşan bir takıma çevirebilmektir. Oyuncularının, antrenörlerinin ve hakemlerin değerini dünyanın en iyilerine denk kılmaya çalışmaktır. Oyunu liberalleştirmek ise bambaşka bir şeydir. Mesela ofsaydı kaldırmaktır. Bir de oyunu değiştirmek var tabii. O da, 9 kuralı 18 kurala çıkarmaktır. Hakeme istediği takımın formasıyla sahaya çıkma hakkı tanımaktır.
Zemini liberalleştirmek isteyenlere bütün oyunu liberalleştirmek istiyor muamelesi yapılmasıysa yalnızca memleketimde yenip yutulacak bir pespayeliktir. Futbolu asla hor görmeyin. Futbola yediremedikleri pespayelikleri hepimize her gün yediriyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder