14 Temmuz 2011

Bu Ülkede, Bir Blog Yazarı

Bu ülkede bir takım tutarsınız. Takım tutmaya başlama yaşının yedi olduğu bir ülkede, bu tercih ne kadar bilinçli olabilir di mi. Biraz ailenin erkeklerine tepkisellik ve inat olsun, biraz da o zaman fırtına gibi esen bir takımın etkisiyle yaparsınız seçiminizi. Şampiyonluğu averajla kaybettiğimiz 8-0 biten Ankaragücü-GS maçı oynandığında on yaşında falandım herhalde, bakamadım şimdi biraz sinirliyim, çok da önemli değil zaten. O benim bu hayata isyan ettiğim ilk andı. Mercimek kadar beynimle, ortada bir haltlar döndüğünü hissediyor, ama hiçbir şey yapamıyordum. Benim bildiğim farklı biten maçlarda goller genellikle maçın sonlarına doğru olurdu, mesela bizim 8-0'lık Liverpool maçının ilk yarısı 2-0'dı. (Keza 6-0'lık Fener-GS maçının da) Fakat mesela o Ankaragücü maçında ilk yarı 5-0 bitmişti. O takımın yabancı kalecisinin maçın devre arasında daha maç bitmeden ülkesine gitmek için maçı terk ettiğini yazıyordu gazeteler. Neyse şimdi eski mevzuları deşmeyelim, demek istediğim şu ki bu takımı önce tuttum sonra sevdim ben. Zaman içinde anladım ki diğer iki takımdan farklıydı Beşiktaş. Daha mütevazıydı, semt takımıydı vs. defaatle anlattım bunları. Bir husus daha var, hep haksızlığa uğradı, bence. Tecrit edilmek, yok sayılmak istendi. Hakir görüldü, asıl rekabet FB-GS arasındaydı, bu dingiller niye yancı oluyo minvalinde muamelelere maruz kaldı. O stadda işlenen cinayet taraftarın barbarlığına delalet olarak gösterildi. Halbüse o olaydan mesela iki ay sonra Fatih Çarşamba'da bir kişi caminin içinde şeyhin birine saldırmaya teşebbüs etmiş, akabininde cemaat tarafından linç edilmişti. Taraftarın da bu ülkenin bir vatandaşı olduğu, bu ülkenin insanlarının niye bu kadar kolay provoke edilebildiği, şiddete eğilimli olduğu hiç konuşulmadı. Hiç.

Bir Türkiye Kupası Finali izledik askerde, asker anısı anlatmama konusunda yeminim var, bozayım: O zaman ben üç falan sayıyodum herhalde. Maçı izlememiz yönünde o geceki nöbetçi yüzbaşı tarafından kesin emir var, aksi gibi maç saati de adamın devriyesiyle çakışıyor. Zaten o aralar her hafta kıldan tüyden sebeplerle birileri cezaya gidiyor taburda, göt korkusundan iki erketeyle izliyoruz maçı, subay gazinosundan archvillain'i de aldık hatta. İttire kaktıra penaltılarla falan kazandı Beşiktaş. Şimdi diyorlar ki o maç şaibeliymiş. Hayatında cep telefonu olmamış, emekli maaşıyla geçinen Seba'nın takımına bak sen... Sanki biz o takımı kupa kazanıyor diye tutuyoruz. Sanki o takım orta sıralara oynarken, on beş senede iki kez şampiyon olabilirken tribünleri dolmadı. Sanki memlekette Yıldırım Demirören ve şürekasından başka bu takımı yönetecek adam kalmadı.

Cem Dizdar bir hikaye anlatmış, ben de askerde öğrendim. Sevdiği bir kız varmış, ama nasıl yapsa da aşkını ilan etse bilememiş. Kapalı-üst'e iki bilet almış, su mesajı atmış kıza: Kalbimdeki ve staddaki yerin seni bekliyor. Ne cevap vermiş biliyor musunuz kız, “arkadaşımın doğum gününe gidicem” demiş. Bu kadar sıradan bir cevap olabilir mi Allah aşkına? Cem Dizdar maça gitmiş, tabi ki tek başına. Yenilmiş Beşiktaş. “Kendimi Yakup 2'de içerken buldum” diye anlatırmış Cem Dizdar hikayenin devamında. Bunun gibi bir sürü örnek döşenebilirim buraya. Şimdi takımla böyle bir rabıtası olan bir taraftar güruhuna, böyle bir vebali nasıl anlatmayı düşünüyor acaba bu takımı yönetenler?

Bu ülkede, bu devirde bir kızı seversiniz. O sizi sevmez. Bu her devirde, her ülkede olur. Başınıza gelenle yaşarsınız, nedir yani di mi. İyi de bir sene boyunca, askere gidip geldiğiniz süre de dahil olmak üzere bir hoş geldin beş gittin mesajının bile sizden esirgenmesi ne demektir? Bunu hak etmek için ne yapmış olabilirsiniz?

Bu ülkede bazen bütün bunlardan sıkılıp, kendi kabuğunuza çekilirsiniz. Haftasonu evden dışarı adımınızı atmazsınız. Zaten çalmayan telefonunuzu siz de kullanmayıverirsiniz, dışarı çıkınca da sessiz, mahsun bir kıyıda oturursunuz arkadaş çevresinde. Ama bu ülkede mutsuzluğunuzu yaşamanıza bile izin verilmez. Çevreniz muhakkak ki iyi niyetle, ne olduğunu sorar. Niye üzgünsünüzdür. Normaldir ki, sizin canınızı sıkan şey, başkası için mevzu değildir. Birilerine durumunuzu açıklamak zorunda bırakılırsınız.

Bu ülkede, bir inanca sahipsinizdir veya her neyse. Bu tartışmaya girmeyelim. Gazetelerin çarşaf çarşaf yazdığı haberlere göre sizin bağlı olduğunuzu söylediğiniz dinin şeyhi iddiasında olan bir insan evladı, kendisinden teşvik primi ile ilgili icazet isteyen eşşek kadar adam olmuş bir futbolcuya, caizdir evladım der. İmam bu kadar ishalse, cemaatin sıçtığı bok nereye varır gelir dersiniz. Kim bilir bu insan evladı, başka ne haltlar yiyor, bunu düşünmek bile istemezsiniz.

Bu ülkede, yukarıda anlattıklarımın bir kısmı olmamış olabilir. Zaten yazdıklarınız dar bir zümre hariç kimse tarafından okunmaz, yazdıklarınız da kendi öfkenizi kusmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Tayfur Havutçu, Serdal Adalı, Beşiktaş camiası temiz olabilir. Bilmemiz gereken kadarı, birörnek haberlerle, sızdırma ifşaatlarla enjekte edilmekte bize. Usulca. Alçakça. Temizliğe kalkışıldığı söylenen işte bile çakallık, hedef göstermeler, itibarsızlaştırma operasyonları diz boyu. Bana bir mesajı çok gören kıza farkında olmadan çok yanlış bir hareket yapmış olabilirim. Daha önce yapmadığım şey değil. Şeyhe yapılan isnat tamamen yakıştırma olabilir, bu tip asparagasları az yutturmadılar bize. Ama şahıslar önemli mi? Sizin de burnunuza pislik kokuları gelmiyor mu? Bu ülke, sizi de isyana sürüklemiyor mu?

Hiç yorum yok: