Kedi: E, çaydan.
Şevket: Ne çayı, ne alakası var.
Kedi: Çaydan, çaydan... Bu durumlarda kahve her zaman daha
çok işe yarar. Bak, çayda kadınları rahatsız eden bişiy, böyle "yerel bir
tını" var.
Şevket: Yerel mi? Ne alakası var? Çay yerel, kahve değil mi?
Kedi: Bak, “benimle kahve içer misin?” sorusu, bütün
kadınlarda, hepsinde aynı rahatlatıcı çağrışımı yapar; beyaz fincan, porselen,
şık, mayhoş aroma kokusu, hele latin ezgileri heheeeyy neler neler... Ama çay,
çay böyle "başarısız erkek" gibi bişiy demek çay.
(Beş Şehir, Sen/Yön: Onur Ünlü)
İzmir’de en son bu kadar uzun kaldığım zaman
yıl 2006’ıydı. Çok paralı, çok kapitalist çok Amerikan bir şirkette staj
yapıyordum. Orada bir kız sevdim, ismi Nihan’dı, aha da ilk kez bu konuda
gerçek isim kullanıyorum blogda. Aynı servisteydik, gidiş dönüş yol boyunca
sohbet ediyorduk, ama benim açımdan derin manalar çıkarmaya gerek yoktu,
sonuçta zorunlu bir yol arkadaşlığıydı bu, bizim serviste o yaşlarda başka
kimse bile yoktu zaten. Bir keresinde başka biri Nihan’ın yanına oturunca,
servise binmekte olan beni gösterip, “arkadaş oturacaktı ama” deyip kaldırmıştı
adamcağızı. Ne kadar mutlu olmuştum, ne kadar kolay mutlu oluyordum o zamanlar…
Neyse bizim hikayemiz de iki ay sürdü. Yaz aşkı gibi bir şey, staj aşkı
diyelim. Stajın son günlerine yaklaşmışken tüm ekip Bostanlı sahiline gittik.
(Bilmeyen İstanbullular için, Caddebostan sahil kafası) Gittik gitmesine de, nası
dönücez, üniversitede öğrenciyiz o zamanlar kimsede araba yok. Dönerken Konak
vapuruna bindik, sadece ikimiz. Hafta içi son vapur, kimse yok, çıktık terasa,
aynı banka oturup ikimiz de birbirimize doğru döndük, elimizi çenemize
yaslayıp, içeriğini hiç hatırlamadığım havadan sudan şeylerden konuştuk, o
vapur yirmi- yirmi beş dakika falan sürer işte, o kadar. (O gün bugündür,
Bostanlı’ya da bir daha gitmedim zaten) Sonra staj bitti, o Ankara’ya gitti ben İstanbul’a… O kıza en çok yakınlaştığım an o andı.
Ama onunla bir kez daha baş başa buluştum… Üç
sene sonraydı sanırım, bir öfke anında sildiğim telefonunu ne yapıp edip bir yerden
bulup iki cümlelik mesaj attım, çat diye aradı. İstanbul’a taşınmıştı. Haftasonu
buluşmayı teklif ettim, öbür haftasonu olabileceğini, kendisinin arayacağını
söyledi. Ben kendimi tutmayı başarıp hiç aramadım, o on gün sonra cuma akşamı
aradı. Ertesi gün karlı bir İstanbul sabahında Bebek Starbucks’ta buluştuk. Kahve
içtik –vallahi çay değil!- takıldık birkaç saat, havadan sudan konuştuk yine.
Karşıya geçecekti, Beşiktaş’a gittik. Vapuru beklerken, “Mehmet” dedi, “bizim
üretimden x vardı ya” “Hee” dedim mal
gibi -çocuğu tanıyordum ama adını hatırlamıyorum şimdi harbiden- “ben
staj yaparken onunla çıkıyordum”. Bir şey demedim, ama yüzüm artık nasıl bir
hal almışsa, “ya tamam uzatma geçti zaten boşver,” dedi. “Senle birlikte
vapurla Konak’a geçtiğimiz o gün var ya, o gün falan kafayı yedi bu, çok salak
çocuktu zaten” dedi. Benim için önemli olan ama ona bir şey ifade etmemesi
gereken o detayı bile hatırlıyordu, demek ki ona karşı ne hissetiğimi o zamandan beri biliyordu.
(İnsanlara karşı hissiyatımı saklamak evvelden beri en başarısız olduğum
konudur, bir de buna kızların gelişmiş sezilerini ekleyin…) Bile bile… Kızın
bir ilişkisi olduğunu fark etmeyecek kadar salak ve öküz olduğum için
öfkeleniyor, en mahrem duygularım rezil rüsva edilmiş olduğu için kendimi aciz
hissediyordum. Gardım tamamen düşmüştü, sendeleyen bir boksör gibiydim, vapura
güç bela attım kendimi. İnince bir daha ne zaman görüşeceğimizi sordum, biraz
beklemek istediğini, acele etmememi söyledi.
Sadece bir hafta sonra cumartesi sabahının on
birinde Barbaros’ta tesadüfen karşılaştık. (Kadere bak ki, ne hikmetse tanıştıktan
sonraki beş yıl boyunca kendisiyle bir kere, o da buluştuğumuzun haftasında
rastlaşmıştık.) Yanındaki ev arkadaşına beni, “işte Mehmet bu” diye
tanıştırmıştı. Madara halimi demek ismini cismini unuttuğum bu kız da
biliyordu. İnsan bir kere düşmeyegörsün… Sonra birkaç kez aradım, o hiç
aramadı, benimle de bir daha buluşmadı, onu sıkboğaz ettiğimden yakındı
konuşmamızın sonuncusunda. Sonra telefonlarıma da geri dönmemeye, arayınca
açmamaya başladı. İzmir’de bir vapurda başlayan başbaşa muhabbetimiz de
İstanbul’da bir vapurda işte böyle son buldu anlayacağınız…
Eski defterleri karıştırmanın nereden çıktığını
merak edeniniz varsa - Before Sunrise ve Before Sunset’i izlememi, İstanbul’daki
buluşmamızda bana Nihan tavsiye etmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder