Bir
aşk orta yerde yaşanmaya başladığı zaman, yok olmaya yüz tutar.
Hannah Arendt
İftarlardan
bir iftar, Kadıköy Çiya’dan Osmanlı yemeği yemiş olmanın mutluluğuyla kalktık,
benim de rengimi belli etmemle, Moda’ya yollandık. O zamanlar Moda semti, Barış
Manço’nun 7’den 77’ye’sinin sonunda bahsi geçen bir yerden pek fazlası değildi
benim için, yine de dar sokak aralarından görünen denizin laciverdinin göğün
mavisiyle birleştiği eşsiz manzarasıyla, mukimlerinin bütün gece dışarıda
salınmasıyla, restoran zincirlerine feda etmediği özgün dükkanlarıyla
(Starbucks istisna!) farklı olduğunu hissettirmişti bana. Ben tabi kan
şekerimin yükselmesiyle çenemin yavaş yavaş düştüğü günün en savunmasız zaman
dilimindeyim, böyle karnı tok bebeklerin sırtını pışpışlayıp onları fazla oyun etmeden
hebelehübele diye kandırırsınız ya, onlardan pek bir farkım yok, alık alık
dolaşıyorum. Bu alıklıkla artık ben mi cesaretimi toplayıp yanaştım, yoksa
ilahi bir lütuf muydu günün mana ve ehemmiyeti doğrultusunda bilmiyorum, arkadaş
grubundan biraz arkada kaldık hikayemizin kahramanıyla. Bana bir şey göstermek
istediğini söyledi, karşıya geçtik. Bak dedi, burası Süreyya Sineması, tarihini
anlattı, operaymış herhalde eskiden, ona dair bir şeyler söyledi sanırım. Baylan
Pastanesi’ni gösterdi sonra. Hiç duymamıştım adını. Taşralılar bilir, İstanbullular,
gezerken kültür seviyelerinden bağımsız olarak, büyük bir tevazuyla
bildiklerini anlatırlar İstanbul’a dair. Siz ne kadar entel dantel toplar
peşinde koşsanız da sıkıla sıkıla izlediğiniz sanat filmlerinde de soktuğumun
kitaplarında yazmaz bir kısmı. Ben de, sevdiğim kızın yanında bu durumdaydım
işte. Halimi hiç önemsemiyordum aslında, beni adamdan sayıp mahremini bağışlar
gibi, bir sırrı fısıldar gibi zarifçe anlatmıştı ya bütün bunları benim için büyük
merhaleydi. Başka bir yemek masasında, kardeşini nasıl sevdiğini göstermek için
avuç içiyle yanağıma belli belirsiz dokunması kadar büyük.
Keşke,
diyorum, bu silik ve de salak hikayeden daha kuvvetli bir anım olsaydı
onunla beraber paylaştığım, belki o zaman daha az canım yanardı. Belki o zaman,
beni –beş ayı doğuda bir hudut taburunda yaptığım askerlikten müteşekkil- bir
tam senedir aramamasını kabul edebilirdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder