9 Kasım 2011

Baylan


Bir aşk orta yerde yaşanmaya başladığı zaman, yok olmaya yüz tutar.
Hannah Arendt

İftarlardan bir iftar, Kadıköy Çiya’dan Osmanlı yemeği yemiş olmanın mutluluğuyla kalktık, benim de rengimi belli etmemle, Moda’ya yollandık. O zamanlar Moda semti, Barış Manço’nun 7’den 77’ye’sinin sonunda bahsi geçen bir yerden pek fazlası değildi benim için, yine de dar sokak aralarından görünen denizin laciverdinin göğün mavisiyle birleştiği eşsiz manzarasıyla, mukimlerinin bütün gece dışarıda salınmasıyla, restoran zincirlerine feda etmediği özgün dükkanlarıyla (Starbucks istisna!) farklı olduğunu hissettirmişti bana. Ben tabi kan şekerimin yükselmesiyle çenemin yavaş yavaş düştüğü günün en savunmasız zaman dilimindeyim, böyle karnı tok bebeklerin sırtını pışpışlayıp onları fazla oyun etmeden hebelehübele diye kandırırsınız ya, onlardan pek bir farkım yok, alık alık dolaşıyorum. Bu alıklıkla artık ben mi cesaretimi toplayıp yanaştım, yoksa ilahi bir lütuf muydu günün mana ve ehemmiyeti doğrultusunda bilmiyorum, arkadaş grubundan biraz arkada kaldık hikayemizin kahramanıyla. Bana bir şey göstermek istediğini söyledi, karşıya geçtik. Bak dedi, burası Süreyya Sineması, tarihini anlattı, operaymış herhalde eskiden, ona dair bir şeyler söyledi sanırım. Baylan Pastanesi’ni gösterdi sonra. Hiç duymamıştım adını. Taşralılar bilir, İstanbullular, gezerken kültür seviyelerinden bağımsız olarak, büyük bir tevazuyla bildiklerini anlatırlar İstanbul’a dair. Siz ne kadar entel dantel toplar peşinde koşsanız da sıkıla sıkıla izlediğiniz sanat filmlerinde de soktuğumun kitaplarında yazmaz bir kısmı. Ben de, sevdiğim kızın yanında bu durumdaydım işte. Halimi hiç önemsemiyordum aslında, beni adamdan sayıp mahremini bağışlar gibi, bir sırrı fısıldar gibi zarifçe anlatmıştı ya bütün bunları benim için büyük merhaleydi. Başka bir yemek masasında, kardeşini nasıl sevdiğini göstermek için avuç içiyle yanağıma belli belirsiz dokunması kadar büyük.

Keşke, diyorum, bu silik ve de salak hikayeden daha kuvvetli bir anım olsaydı onunla beraber paylaştığım, belki o zaman daha az canım yanardı. Belki o zaman, beni –beş ayı doğuda bir hudut taburunda yaptığım askerlikten müteşekkil- bir tam senedir aramamasını kabul edebilirdim.

Hiç yorum yok: