O günü hatırlıyorum. Notlarımın açıklandığı
gündü. 2007 senesi olduğuna göre sondan bir önceki dönemim okuldaki. Cuma öğlen
üç gibi abimin kira evine geldim uyumaya, akşam dışarı çıkacaktım kafa
dağıtmaya, senede iki kere yaptığım şeyi yapıp Deniz’le Taksim’de bara
gidecektik. Eve girince bir alışkanlıkla ve bütün bitkinliğimle televizyonu
açtım. CNN Türk’te eşşek kadar puntolarla Hrant’ın vurulduğu yazılıyordu.
Pardon vurulduğu değil, öldürüldüğü.
Belki ölmemiştir diyordum içimden, hani o
meşhur inkar aşaması vardır ya gerçekle karşılaştığınızda, o refleksle. Ama
ölmüştü. Hrant’ı bir kere Boğaziçi’nde görmüştüm, Edhem Eldem’in yönettiği
ifade özgürlüğüyle ilgili bir panelde konuşmuştu. Tanımıyordum yani aslında.
Ama çok etkilenmiştim ölümünden. Bir kere yabancıydı. Bu toprakların en kadim
geleneği gayrimüslime dokunmamaktı Osmanlı zamanında, demek bunu bile
kaybetmiştik. Ben ne kadar saf bir insanım, AB yasaları, yeni dönem falan,
artık bir daha hiç faili meçhuller olmayacak zannediyordum. 90lar geride kaldı
sanıyordum. Meğer bu ülkede hiçbir şey hakikaten değişmezmiş, Hrant’ın delik ayakkabısıyla yüzükoyun uzandığı kaldırımın bir sokak paralelinde, bir başka gazeteci Abdi İpekçi otuz sene önce bir başka 17 yaşındaki milliyetçi çocuk tarafından öldürülmüştü. Gazeteci olduğu için. Solcu olduğu için. Yok, aslında bunların hiçbiri için değil. Bazılarınız bilmeyebilir, ama öldürenler biliyordu: Yahudi dönmesi, çok satan kitabın günlük hayatınıza soktuğu terimle Sabetayist olduğu için. Eksik olmasın devlet o zaman da hiçbir şey değişmediğini
göstermişti, kararın ilk açıklandığı bugün de bu kararını onadı.
Akşam Deniz’le buluştum, Taksim’e gitmeyi istemediğimi
söyledim, ama eve de girmek istemiyordum. Zağar gibi dolaştık. Okan’a gittik,
onun da evine ilk gidişimdi. Kürşat Bumin NTV’de çok akıcı ve etkileyici bir
konuşmayla çok ağır hakaretler ediyordu önüne gelene. (Kürşat Bumin’i o gün
bugün severim.) Çıktık. Bayram’a gittik. Deniz’in çok yakın arkadaşından, benim
çok kadim, çok yakın arkadaşıma. Hani eskiden çok sık gördüğünüz, ama şartların
değişmesiyle o kadar görüşemediğiniz ama hukukunuzdan hiçbir şey
kaybetmediğiniz adamlar vardır, sizin için her şeyi yapacağınızdan eminsinizdir.
Sizin yoksa bilmiyorum, neyse ki benim için Bayram var. Gittik biraz, orada
lafladık, sakinleştim biraz. Oradan da çıktık Deniz’le Nispetiye’de yürüyoruz.
Bolulu Hasan Usta’ya oturduk, tatlı bir şeyler yedik kalktık, polis çevirdi.
GBT sordu. Bize. Napıyorduk Hrant’ın vurulduğu günün gecesi? Türkiye teyakkuzda
katilleri arıyordu. (Mesela İzmir’deki berberim, eski ülkücü tüm arkadaşlarının
sorgulandığını, dükkanının karşısında iki hafta boyunca bir simitçinin
dolandığını söyleyecekti) Veya biz ona inanmak istiyorduk. Abime döndüm akşam
yatmaya. Sabah Ogün Samast teşhis edilmişti. Polis büyük bir risk almış ve
resimleri basına dağıtmıştı. Ben çocuğun vurulacağını düşünüyordum ama, babası
oğlunu ihbar etti. Polisin kumarı tutmuştu. Abim bana yakalanmadan önce, “ya
katili bulurlar, katili bulmak ne ki” demişti. “Mehmet Ali Ağca mesela, kim
ki?” Onun bile ilk etapta gördüğü bu gerçeği görmem için beş sene geçmesi
gerekmiş.
Ertesi gün babam aradı, yalvar yakar benim cenazeye
gitmememi istedi. Bir provokasyon olabileceğinden endişe ediyordu. 77 1
Mayıs’ını kast ediyor olmalıydı. Ağzımdan bir söz aldı. Gitmedim. Deniz gitti.
Hayatımda utandığım şeylerden birisi de, o törene katılamamış olmaktır. (Bir
sene sonra, Agos’un önünde o kalabalıkla Hrant’ın anmasına gittim, ama geçen
senenin vicdan azabı ve törenin anmadan çok bir eyleme konu olması yüzünden çok
durmadan ayrıldım. Ölümüzü anmayı bile beceremiyorduk, hala beceremiyoruz)
Sonra çok ilginç bir şey oldu. Anamuhalefet partisi, Atatürk’ün partisinin
başkanı olacak Deniz Baykal, kalkıp törende atılan “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz
Ermeni’yiz” sloganını eleştiren bir konuşma yaptı. Yaşlılık ne zor diye
düşünmüştüm. Etrafımdakilerin ekseriyetinin de böyle düşündüğünü görünce,
hayrete düştüm. Mesela abim bile, "şehitler için de inşallah büyük kalabalıklar
yürür" dedi. Sanki yürüyeni tutan varmış gibi… Abime dair büyük
hayalkırıklıklarımdandır… Neyse. Bazı gerizekalılar “hepimiz Mehmet’iz” diye
karşı slogan bile geliştirmişti. Onlar değil, bendim Mehmet olan. Babam dedemin
adını vermiş. Ben seçmedim. Tıpkı Ermeni olanların Ermeniliği seçmediği gibi.
Ama hepimiz Mehmet’im demekle Mehmet olunmadığı gibi, tabi ki Ermeni’yim
demekle de Ermeni olunmuyordu. Orada söylenmek istenen, “senin acını anlıyorum,
seni kendimin yerine koyuyorum, senin başına geleni kendi başıma gelmiş
addediyorum” demekti. Peki bu slogan bu açıklamaya muhtaç mıydı? Bu ülkenin o
zaman için kayıtlı beş seçmeninden birini almış partinin kırk senedir siyasetin
içinde olan genel başkanının kafası buna basmıyor olabilir miydi? Hadi onu
geçtim, etrafımda okumuş etmiş onca adam? Bu soruları kendime hala soruyorum.
(Deniz Baykal, taziye ziyaretine neyse ki, haftalar sonra gitti. Beklemiyordum.
Mesela Ahmet Necdet Sezer, buna gerek duymamıştı. Bu kadarcık bir ziyarete bile
tenezzül etmemişti. Tıpkı Orhan Pamuk Nobel aldığında, bir cümlelik bir tebriki
ondan esirgemesi gibi. Aynı tebriki Deniz Baykal da esirgedi, bunlar kayda bir
de burada geçsin)
O zamanki AKP, kilisedeki törene Başbakan seviyesinde
katılmıştı. Taziye evine de o gün gittiler, hatta eve girerken o zamanki
İçişleri Bakanı M.Ali Şahin’in alkışlandığını hatırlıyorum. Şu an, öyle bir
teveccüh görmeleri imkansız… Zaten ailenin şimdiki şaşkınlığı en çok buna diye
düşünüyorum. Hrant’ın kardeşi Asrof Dink’in bundan birkaç sene önce
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talebiyle cumhurbaşkanlığında bir görüşme yaptığını da hatırlıyorum.
Fehriye Çetin “Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı,
kundakçı gibi sıfatlarla yan yana anılmasından çok rahatsız olanlar devleti
bundan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmediler.” derken belki bu hayal kırıklığını
ifade ediyordu.
O zamanki gazeteler içinde görebildiğim kadarıyla haberi
en adamakıllı veren, İsmet Berkan’ın Radikal’iydi. “Eserinle gurur duy Türkiye”
diyordu başlıkta. Türkiye’nin bir kısmının bu eserle gurur duyduğunu,
ekseriyetininse bu cinayetin abartıldığı kanaati taşıdığını hissedecek kadar bu
ülkede yaşadım ben. İsmet Berkan “Hrant’ı
hep beraber öldürdük" diyordu. "Ermeni olduğu için.” (İki cümleye de kesinkes katılıyorum,
yakında bu minvalde bir yazı daha yazacaktır zaten, orada kendisi daha iyi
ifade eder muhtemelen.)
Tabi sonra olayın perde arkasını öğrenmeye başladık.
Soruşturma benzer konudaki tüm soruşturmalardan farklı başlamıştı. Devlet,
tetikçiyle birlikte, onu azmettireni ve de onunla irtibata geçen Jandarma
muhbirini de buldu. (Abdi İpekçi’de mesela, M. Ali Ağca’nın yukarısına
çıkamamıştı, Dink davasındaysa, iki
basamak yukarı çıktı) Derken tuhaf şeyler olmaya başladı. Bıyıklarıyla ünlü
dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, olay için “milliyetçi duygularla işlenmiş bir
cinayet, örgüt işi değil” dedi. (Keza mahkeme de aynı hükmü verdi. Yalnız
Celalettin Cerrah, hükmünü mahkemeden beş sene önce, olayın ikinci gününde
vermişti. Böyle devlet adamı kolay kolay bulunmaz. Hal böyleyken ben mi olacam
Osmaniye Valisi, tabi o olacak) Hrant’ın vurulacağından bir biz garibanların,
bir de Hrant’ın haberi yoktu. Bir polisin, başka bir polise, “bunu sizin
adamlarınız mı yaptı” diye sorduğu, öbürünün “yok bizimkiler değil, aslında
planlandığı gibi olmuş, tek fark bizimki kaçmayacaktı, bu kaçmış” diye mukabele
ettiği telefon dinlemelerine takıldı, bunlar basına yansıdı. Tiksindiniz di mi.
Okuyun okuyun daha bitmedi. Kendi pisliğiniz, kendi pisliğimiz bunlar. Bütün
bunlar olup biterken sesimizi yükselteceğimize FB küme düşsün mü düşmesin mi,
hassiktir 19 Mayıs stad dışında kutlanacak, gitti güzelim rejim, Kıvanç’ın
baklavası, Hürrem’in götü bunlarla uğraşıyorduk biz. Bize az bile bunlar.
Askeri personelinin çokluğundan şikayet edilen ülkenin halihazırdaki asker
kaçağı sayısı silah altındaki asker sayısından fazla. Allahtan asker milletiz
yani yoksa beşle falan katlanacaktı herhalde. Her Türk Mehmet doğar. Her asker
Türk Mehmet. Bizim ikiyüzlülüğümüz burdan değil köye Fizan’a yol olur. Balya
balya adam tutuklanıyor aylardır KCK diye aslı astarı nedir bu işin diye
soruyorsunuz ben mi görmüyorum? Ama onlar kara kafalı di mi, bizden değil
onlar. Hem onlar da bizim askerlerimizi öldürdü. Onlar olmasın canım,
destekçileri. İkiyüzlülük milli hasletimizdir, linçle birlikte.
Erkan Goloğlu, Hrant İçin isimli yazısında “Bir ülke,
53 yıl boyunca bir evladını yok etmeye çalışır mı? Önce yetimevine bırakır,
baktı olmadı gözaltına alır, cezaevine atar, dava açar, adliyenin önünde
tükrükletir, yumurta attırır, yumruklatır.” demişti. Ona reva görülen muamele
buydu. Hala bu. Öldürdüğü Hrant’tan hıncını hala alamıyor devlet. Ama
devletimiz yıpratmayalım, devletimiz payidar kalsın yeter ki. Devlete bir şey
olmasın, geri kalanın ak ben.
Bugün bunu yazıyorum, belki yarın Cemil Çiçek’in
açıklamaları okuyacaksınız. Cemil Çiçek var ya Cemil Çiçek O 301’in meşhur
savunucusu, hani Boğaziçi’nde birkaç kendi halinde akademisyen topluluğu bir konferans
düzenleyecek diye en pespaye 60lardan kalma "Boğaziçi’nde viski içenler" edebiyatı yapan her devrin büyük devlet adamı, kendisi malumunuz ustalık
döneminde Meclis başkanlığına seçildi, hem de ittifakla. (Bu dönemde CHP’yle
AKP’nin ittifak yaptığı iki şeyden biri kendisi, diğeri şike yasası.) Sükunet
diyecek, yargıtay diyecek, adalete güvenin diyecek. Dalga geçer gibi.
Belki de açıklama yapmaz bilmiyorum. Çünkü yeni anayasa onun
koordinasyonunda yürüyor, yasamanın başı kendisi olduğu için. İşi çok.
Mesela Emin Çölaşan ne yazacak bilmiyorum. Kendisinin daha
önce Hrant için yazdıklarına bakabilirsiniz. Yine de zannetmiyorum, oh oldu
demez herhalde. Oha falan oldum diyebilir. Yeni bir tarz deneyebilir.
Mesela Ertuğrul Özkök var ya, Hrant’ı hedef gösteren
türkiyetürklerindirgaztesinin o zamanki patronu, o şimdi empati falan diyecek.
Bir Kenan Evren yıkama yağlaması yapacak. Belki tornistan da yapabilir, belli
olmaz. Ertuğrul Özkök bu. Fener yazısı da yazabilir mesela. Görüyorsunuz
Türkiye’nin önemli ve her daim kaim figürlerinin çizeceği yollar belirsiz. Ama
bizimki belli. En fazla, bir Gökhan Özgün yazısı daha okumak. (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=216410) Bir de, hiçkimsenin okumadığı
bloglara, eş dosttan başka kimsenin takip etmediği hesaplara sinirimizi
boşaltıp, tuttuğumuz tarafın belli olmasıyla avunmak. Belki günlerden bir gün,
bu ülke de başkası olarak gördüğüne tahammül eder, özeleştiriye açık, şeffaf ve
adil olur. O günlerde Ogünler, bebekken katil olmaz belki diye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder