2011, benim için de çok kötü bir yıldı. Bir
insanın sağlık problemi yaşamadığı, hiçbir sevdiğini kaybetmediği bir yıl ne
kadar kötü olabilir sorusunun cevabıydı sanki. Neden olduğundan bahsetmem
gerekecek. Aynı hikayeler, başka anılar, cevapsız sorular, karşılıksız
duygular, başkalarının ergen sorunları diye dalga geçmeyi, at oynatmayı sevdiği
bahisler. Bunu da geçiniz bir kalemde, şairin deyimiyle.
Bunları dedim yazacağıma, hiç yazmam daha iyi,
bloga yazmadığım diğer bir sürü konu gibi. Engin Ardıç’ın klasikleşmiş depresif
yılbaşı yazılarının 2012 için olanını okumasaydım yazmayacaktım da zaten…
Özledim
Sıkıldım... Hiçkimsenin içmeyeceği içkilerin ve
hiçkimsenin yemeyeceği yemeklerin tariflerinden, Noel ile yılbaşını ayırt edemeyen
geyiklerin Noel Baba geyiklerinden,"çam ağaçları kesiliyor" sızlanmasından
vazgeçmeyen entel mızmızlığından, "milli piyango size de
çıkabilir" basitliğinden, "sarhoşum gel
servisi" zevzekliğinden, "herkese sevgi, dünyaya
barış" saftirikliğinden sıkıldım...
Yılın olayından, yılın fotoğrafından, yılın erkeğinden
yılın kadınından, yılın bilmemnesinden, burcunuz ne diyor zırvasından, "karşı
cinsten bir sarışın size ilgi gösteriyor" şeklinde enayi
tuzaklarından, Eurovision, Oscar, lig şampiyonluğu teranelerinden, akşamdan
kalmalığın dayanılmaz biteviyeliğinden, ziyan olmasın diye yeni yılın ilk üç
günü bayat yemeğe talim etmenin kaderinden, tombaladan, birinci çinkodan,
ikinci çinkodan sıkıldım...
Televizyonun varoş eğlencelerinden, geceyarısı
dansözünden, on dokuz sekiz yedi altı beş dört üç iki bir geri sayımlardan,
uyku akan gözlerle sevinir gibi yapmaktan, sabahlama zorunluluğundan sıkıldım.
İnsanlara bugün ille Talcid ya da Kompensan tavsiye etmekten de (bu sene
hayatınızda bir değişiklik yapın, Rennie kullanın!)
Belki günler uzamıştır umuduyla bekleyip gene erkenden
hava kararınca hafif tertip bozulmanın her sene yinelenen iç burukluğundan
da... İşin kötüsü, her sene dön dolaş bunları yazmaktan da. Ne de olsa yaş
altmış.
İsmet Paşa, kendisini devirmek üzere toplanan Ecevit
ile onu destekleyen Mülkiye cuntasına, "sizin için istikbal olan şeyler
benim için mazidir" demişti.
Sizin için yeni bir yıl demek, bizim için ölüme bir adım daha yaklaşmak demek.
(Hemen belirteyim, "yok canım, daha dur bakalım" geyiğinden de sıkıldım, lütfen bana söylemeyiniz, daha saf tanıdıklarınıza saklayınız.)
Sizin için yeni bir yıl demek, bizim için ölüme bir adım daha yaklaşmak demek.
(Hemen belirteyim, "yok canım, daha dur bakalım" geyiğinden de sıkıldım, lütfen bana söylemeyiniz, daha saf tanıdıklarınıza saklayınız.)
Ama bazı şeyleri özledim... Hayır, tramvay biletinin
on kuruş olduğu günleri değil. Artık var olmayan koşulları değil, kişileri
özledim. Bir ciğerinin alınmasından sonra hırıltılı sesiyle Kemal Tahir'in
öfkelerini ve bana çıkışmasını özledim... Haldun Taner'in, kaldırımdan
geçerken, Divan Pastanesi'nden bana seslenip çağırmasını özledim. Demirtaş
Ceyhun'un saf, temiz, çocuk kahkahalarını özledim. Oğuz Atay'ın genizden gelen
kısık sesini özledim.
Edip Cansever'in Arnavutköy'de Kaptan Meyhanesi'nde kafayı bulup denize tabak çanak ve de çatal bıçak atmasını, garson Rafet'in de büyük bir titizlikle bunları hesaba eklemesini özledim. İsmet Ay'ın böbrek taşı düşürüp iç çamaşırında kan lekesi görünce, Ertuğrul'un Papirüs Bar'ına "çatlayın da patlayın, regl bile oldum sonunda" diye kahkahalar atarak girmesini özledim. Attila İlhan'la Maçka'dan Elmadağ'a kadar yürümeyi özledim. "1944 yılında şurada Altınbakkal tramvay durağı vardı" diye anlatırdı, şaşardım...
Hilmi Yavuz'un beni dumanlı kafayla Bebek'ten Beşiktaş'a kadar zorla yürütmesini özledim. İdman oluyormuş. Yaman Okay'ı, Yavuzer Çetinkaya'yı, Tuğrul Şavkay'ı özledim, tıpkı Rutkay Aziz'i, Cezmi Baskın'ı özlediğim gibi. Kimisi ölü, kimisi benim için ölü. Gençliğimin insanlarını özledim, o gençlik epey zor geçmiş olsa bile. Siz bana aldırmayınız, iyi seneler efendim...
Edip Cansever'in Arnavutköy'de Kaptan Meyhanesi'nde kafayı bulup denize tabak çanak ve de çatal bıçak atmasını, garson Rafet'in de büyük bir titizlikle bunları hesaba eklemesini özledim. İsmet Ay'ın böbrek taşı düşürüp iç çamaşırında kan lekesi görünce, Ertuğrul'un Papirüs Bar'ına "çatlayın da patlayın, regl bile oldum sonunda" diye kahkahalar atarak girmesini özledim. Attila İlhan'la Maçka'dan Elmadağ'a kadar yürümeyi özledim. "1944 yılında şurada Altınbakkal tramvay durağı vardı" diye anlatırdı, şaşardım...
Hilmi Yavuz'un beni dumanlı kafayla Bebek'ten Beşiktaş'a kadar zorla yürütmesini özledim. İdman oluyormuş. Yaman Okay'ı, Yavuzer Çetinkaya'yı, Tuğrul Şavkay'ı özledim, tıpkı Rutkay Aziz'i, Cezmi Baskın'ı özlediğim gibi. Kimisi ölü, kimisi benim için ölü. Gençliğimin insanlarını özledim, o gençlik epey zor geçmiş olsa bile. Siz bana aldırmayınız, iyi seneler efendim...
Eskiden öyleymiş,
anlatanların yalancısıyım. Egosu yüksek yazarlar ve müritleri varmış. (Sadık
okuyucuları için Engin Ardıç’ın Kemal Tahir’in ve Oğuz Atay’ın bir müridi
olduğunu çıkarsamak zor değil.) Ben, bunu çoook ucundan yakaladım. Yurtta
kaldığımda Fethullahçı çocukların bahsinden kulak misafiri olmuştum, Hilmi
Yavuz, bizim okulda cumartesileri felsefe dersi veriyordu. Zaman yazarı,
Boğaziçi’nde, felsefe anlatıyor. Gittim. (Audit etmek denir Boğaziçi jargonunda,
dışarıdan yancı yazılırsınız derse, kaparsınız bir sandalye, dersin
hayaletisinizdir, kayıtlı değilsinizdir, sadece dinlersiniz). Hilmi Yavuz’u
orada tanıdım, çok yaşlı bir adam, hatrı sayılır bir cemaatçi nüfusunun da
bulunduğu amfide, hayatımda hiç duymadığım şeylerden bahsediyordu. Birtakım
isimler havada uçuşuyordu, -adı geçenlerin hepsinin şeyh olmalarından
mütevellit, uçmaları normaldi de, ne de olsa, şeyh uçmaz, mürit uçurur!- Gazali,
Mutezile, Eşari, İbn-i Arabi, sonra oryantalistler, Renan, Hobsbawm, onların
tekerine çomak sokanlar, E. Said, Namık Kemal vs. vs. Bu adamların derdinin ne
olduğunu dili döndüğünce anlatmaya çalışıyordu Hilmi Yavuz, İslam dogmasının
esasları nedir, nasıl bir çatışma sonucu kurulmuştur, ondan bahsediyordu. (Ki
buna İslam ilminde, kelam denir.) Çok basitçe söylemek gerekirse, vahdeti
vurgulayan Gazali’nin, ve takipçisi Eşari’nin argümanları zaman içinde,
sorgulamacı, insan özgürlüğüne önem veren Mutezile akımına galip gelmişti
İslam’da. Bu Sünni İslam’ın bir süreliğine en kuvvetli temsilcisi Osmanlı
ideolojisi için de bulunmaz bir nimetti. Çünkü tek bir Allah’ın gücünü
vurgulamak, onun yeryüzündeki temsilcisinin de gücünü vurgulamak oluyordu, bir
sorumda bu yorumumu kabul etmişti Hilmi Yavuz. Tabi bütün bunlar benim ilgimi
feci cezbediyordu, dogma diye küçümsenen, birilerinin tartışılmasını yobazlık
bileceği teferruatlara bir başkalarının ömürlerini vakfettiğini bu sayede fark
ediyordum.
Neyse, bunlar konumuz dışında aslında, Hilmi
Yavuz’u ben bu vesileyle tanıdım. Tanır tanımaz fark ettim ki, cemaatten bir
halka oluşturmuştu etrafına. Said-i Nursi’ye (ve dolayısıyla Fethullah Gülen’e)
intisap etmişti sanki, bendeki intibaı oydu. Eski dostlarını bir kalemde çizip
atmış gibiydi, mesela, yine tahminim bir zamanlar müridi olduğu Attila İlhan
için, çok ağır bir yazı kaleme aldı, öldükten sonra. İlk eserlerinde öve öve
bitiremediği Orhan Pamuk’a da seneler sonra açıktan cephe aldı. Biraz acıdım. Çünkü
şairliğine aklım ermez, ama iyi bir yazar, çok iyi bir entellektüeldi Hilmi
Yavuz. Kıymetinin bilinmemesinin hüznü var gibiydi üzerinde. Belki de o değeri
kendisine cemaat vermiş, o da cemaate olan minnet borcunu ödüyordu. Bilemem,
günahına girmek de istemem. Geçen yıl İstanbul’un en havalı otellerinin
birinde, davetli olduğum bir kahvaltıda yan masada gördüm kendisini.
Dayanamadım yanına gidip, halini hatrını sordum, doğal olarak tanımadığı halde
nezaketle mukabele etti.
Ne yapacağımı bilmediğim
bir yeni yıl ilk gününde eski defterleri açtıran da Hilmi Yavuz’la benzer bir
hayat eğrisini takip ettiğini düşündüğüm Engin Ardıç oldu. Kendisinin son bir
senedir iyice şirazesinden çıkmış yazılarına bu sebepten kızmıyorum. Benim için
özeldi bu adamlar bir zamanlar. Keşke Engin Ardıç da bu kadar kabiliyetliyken,
başka başka yazılar yazsaydı diyorum sadece. Bu kadar öfkeli ve geçmişine hınç
dolu olmasaydı.
Diyorum ama kendim için
aynısını yapamıyorum.“Kimisi ölü, kimisi
benim için ölü.” demiş Engin Ardıç. Allah’ıma bu yaşıma kadar
hiçbir arkadaşımın acısını göstermediği için şükrediyorum. Ama doğrudur, kimisi
artık benim için de ölü. Kalan kimi sağlara iyi 2012’ler olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder