-Aşağıdaki
yazı Unforgiven filmi hakkında spoiler’ın dibini içerir-
19. yy’da Vahşi Batı’sında küçük bir kasabada
yaşayan fahişeler, arkadaşlarının yaralanmasına kasaba şerifinin gereken cezayı
vermemesinin öfkesiyle üç kişilik bir çete tutarlar: Azılı katillik günlerine “tövbe edip” kendi halinde
sığırlarını otlatmaya çalıştığı bir hayatta debelenen kovboy William Munny
(Clint Eastwood), The Schofield Kid (Jaimz Woolvett)
namıyla maruf bir çaylak ve Munny’nin
en yakın arkadaşı Ned Logan’ın (Morgan Freeman) oluşturduğu zoraki bir çetedir bu. Clint
Eastwood, ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu, western filmlerinin tüm yerleşik
kalıplarını ters yüz ettiği bu filmi çekerek ve başrolünü oynayarak gösterir:
Filmde silahlar doğru dürüst ateş almaz, karakterlerin hepsi ölümden korkar,
tüm Western filmlerinde dekor malzemesi olan kadın karakterler filmin
merkezinde yer alır, hem de fahişeler olarak- Eastwood’un vizörü, bize onların
o sefil hayatlarını da alttan alta gösterip adeta westernle özdeşleşmiş cinsiyetçi bakış açısı için özür diler.
Ben, bu filmi
bambaşka bir sahne yüzünden severim. Filmin sonunda Ned’in öldürüldüğünü
öğrendiğinde, Kid’in elinden içkiyi aldığı ve ağır ağır diktiği sahnede o
zamana kadar biz izleyicileri de şüpheye düşürecek kadar sarsak bir portre
çizen Munny’nin ne menem bir şey olduğunu, Ned ölürkenki (yani Munny’nin
gıyabındaki) konuşmanın ona fahişelerin biri tarafından nakledilmesiyle yavaş
yavaş öğreniriz. İçer ve günaha girer Munny. İçer, ve masumiyette başarısız
olduğu hayatını terk eder. Azılı katil olduğu hayatına kesin olarak rücü eder o içkiden sonra. Onun Zeki Demirkubuz’un Muharrem’inin o yürek
parçalayan deyimiyle, “iyi olmaya çalışan ama iyi olmasına müsade edilmeyen” biri olduğunu
anlarız. Günah işlemenin, eskilerin “iğva”, elin Amerikalısının “temptation”
dediği halin ne kadar kaygan bir zemin olduğunu o sahne o kadar net gösterir ki
o suça, izleyici olarak siz de ortak olursunuz. Kendi hayatınızda da öyle bir
kırılma anınız olmasını beklediğinizi fark edersiniz. Masumiyetinizi
kaybettiğinizden emin olduğunuzda, birisinin içkisini elinden almak ve yavaş
yavaş içmek isterseniz. İçip sonra işleyeceğiniz günahı adım adım tasarlamak.
İçmek başlı başına günah olsa da katlanılabilir- katlanılamayan alkollüyken
yaptıklarınızdır, ve yapamadıklarınız. Hristiyanlıkta içmek zaten “haram” veya
men edilmiş değildir. Hristiyanlıktaki günah mefhumu da farklıdır- Şeytan iyi
bir Hristiyan’ın mutlak düşmanı, onu yoldan çıkaran bir figürdür. Hristiyan bu
yolda kendi başınadır, doğru yolu kendisinin bulmasının gerektiği bir patikayı
şeytanla çarpışa çarpışa çıkacaktır. Müslümanlıktaysa, emirler ve yasaklar
aşikardır. Şeytan, ancak ona izin verileni yapabilir- mücadeleyse içeridedir,
insanın ruhuyla, nefsi arasında. Müslüman neyin haram/günah olduğunu bile bile
yapar seçimini.
Eğer kronik ve
stabil bir isyankar henüz olamadıysam o sınırı geçince yapacaklarımdan
korktuğum kadar, ayılınca/dönüp arkama bakınca kendime duyacağım tiksintiyle
boğuşmak istemediğim içindir biraz da. Affedilmeyecek bir hayatı zımnen
kabullenmediğimdendir. Henüz.
2 yorum:
insan kendine ragmen yasamamali zira metus.
belki coktan izledin belki izlemedin
tony gatlif Vengo ve Gadjo Dilo
izlemeli, zor bulunabilir ama zahmete deger
ggg
yazdım filmleri :)
Yorum Gönder