Cuma günü son
dakikada Romanya pasaportunu alıp bu sabah Bükreş üzerinden pırpır bir
pervaneli uçakla Kars’takine rahmet okutacak Yaş havaalanına indiğimizde, bizi
karşılayanlar, tamamı atarlı kamu görevlileri (insan ister istemez Fatih Akın’ın
o şiir gibi Im Juli filminin pasaport polisini hatırlıyor: “no passport, no
Romania”), İzmir’den beter bir nem, yarısı tarihi, öbür yarısı restorasyonda ve
şantiye halinde bir şehirdi. Yine de, her ne kadar zorla bir yere gönderilseniz
bile, hiç bilmediğiniz ve bir daha hiiç gelmeyeceğiniz bir şehirde avare avare
dolaşmak insanda bir tatil illüzyonu yaratıp insana kendini iyi hissettiriyor.
Akşam
yemeğinde arkadaşlara bu akşam fırtına beklendiğinden bahsettiğimde, havada tek
bir bulut bile yoktu. Yemek yediğimiz restoranın karşısında bir çocuğun keman
çaldığı kafeye oturduğumuzda da… Önce gök gürlemelerini duyduk, sonra da
bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru. Tepemiz şemsiyelerle tamamen kapatılmış
olmasına rağmen, Allahın temmuz ayında öyle öfkeli bir yağmur yağıyordu ki,
oturma düzenimizi değiştirmek ve safları sıklaştırmak zorunda kaldık, benim
daha işe başladığımın birinci ayında keşfedilmiş cenabetliğimle ilgili peşisıra
espriler patlattık karışılıklı. O sırada masadaki arkadaşlardan en ağırbaşlı,
en beyefendisi arkamızdaki masada oturan kızı gösterdi.
- Olm bu arada
Mehmet arkanda en başından beri bir hatun var. Evliyim ama bakıyorum yani,
yapacak bir şey yok.
- Neyse abi
kalkarken bakarım ben de. Tek mi? (Yine yanlış yere oturmuştum. Herhangi bir mekana
gittiğimde masanın en kör yerine oturmayı nasıl bu kadar iyi becerebiliyordum?)
- Valla bir
çocuk vardı karşısında ama kalktı gitti, epeydir de tek başına oturuyor.
Yağmurun beni
ıslatmayı başarmasıyla ve garsonun da önerisiyle yandaki masaya geçtik. Hesabı
ödemiştik, ama o kadar kuvvetliydi ki fırtına, yerimizden kıpırdayamıyorduk.
Aslında bir başka arkadaşın taksi çağırma önerisini alelacele bertaraf
ettiğimize göre kıpırdamak da istemiyorduk. Kıza ilk o zaman baktım, ve bok
atmaya çalıştım: “Büyük olm bu” “Yok be abi” Siyah giyinmişti, simsiyah. Uzun
siyah saçları omzunu geçiyordu. Bu haliyle kime benzediğini biliyordum aslında.
Ama bu daha uzun boyluydu, ve açıkçası daha güzeldi. Masada Yaş’ın Moldova’ya
olan yakınlığıyla ilgili manasız bir laf açıldı. Ben az önce çalan müziği
hatırlattım arkadaşlara. Kemanlı çocuk Scent of a Woman’daki dans sahnesindeki
müziği çalmıştı. (Bir kere de Barcelona’da yine bir kafede bu kez Sinan’la
benzer bir sahneye denk gelmiştik. Sadece orada öyle bir kız yoktu, zaten ona
gerek de yoktu. İçim orada da cız etmişti. Bu şarkıya dair ne hissettiğimi sevgilimle
hiç paylaşmadan ölecek miydim?) Bu şarkının geçtiği sahneyi ve bu filmi ne kadar sevdiğimden bir
iki cümleyle alelacele birkaç dakika önce masadaki arkadaşlarıma bahsetmiştim zaten. Derken yağmur iyice çıldırdı,
beni oturduğumuz masanın etrafında nereye oturursam oturayım ıslatıyordu. Arkadaşım
ciddi ciddi kızın masasına oturmamı teklif etti, kızın karşısındaki sandalye
hakikaten mekanda hiç ıslanmada oturulabilecek tek sandalyeydi -veya ben öyle
görmek istedim (İçeri oturmaktansa dışarıda arada bir ıslanmayı ve kızın güzel
yüzüne bakmayı ben de yeğlemiştim). Birden kafamda o an havada çakanlara benzer
keskin bir şimşek çaktı: Scent of a Woman’da o müzik çalıp Yarbay Slade (Al
Pacino)’le o kız o müzik eşliğinde dans etmeden önce, o kız da erkek arkadaşını
beklemekteydi. Bunun gibi simsiyah giyinmiş bir kız. Masadakilere bunu tasvir
ettiğimde, herkesin sahneyi gözünde canlandırmış olduğunu ve kastettiğim
benzerliği anladığını mutlulukla fark ettim.
Birkaç dakika
sonrası, kızın sevgilisi olduğunu el ele tutuşmalarından anladığımız çocuk, üstü
başı yamyaş kafeye geri geldi. Tüm masa, bu kadar güzel bir kızı bir saat kadar tek
başına mekanda bıraktığı için bağıra çağıra sövüp rahatladık. Yağmur durmuştu.
Canlı müzik bitmişti. Onunla tanışmamıştım. Ama benim için önemli değildi, ben
nasıl olsa buraya bir vazife için gelmiştim.
3 yorum:
çok ormantik bir yazı olmuş bu seferki... Romanya da tam romantizm mekanı, böö, 4 gün kaldım Bükreş ve Craiova'da ülkemi daha çok sevdim. İş bahane, gezmek şahane, hadi bakalım.
Malum narin bir kişiliğim var, normal.
Tabi, fonetikleri bile aynı, romanya~ romantizm.
Yorum Gönder