Hacc, 37
Takva, Allah’a
bir evlat için, yani soyun devamı için yıllar yılı dua edip, muradına erince
ona “Allah işitti” manasında “Eşma-el” adını koymaktır. O uğurda yıllar yılı dua
ettiği evladı Eşmael (İsmail)’i gık demeden kör bir bıçakla Allah’a
soğukkanlılıkla kurban etmeye nazır olmaktır takva.
Kurban
bayramı, çocukluğa, babaannenin evinin bahçesine geri dönüp, yitip giden zamana
ve etkilerine lanet etmektir: Artık limonlar o bahçedeki ağaçların çok
yukarılarındadır, toplamaya kalktığınızda dikenleri kolunuza batar, kolunuz
çizilir. Zihnen ve bedenen erimiş babaannenizin gözünün içine sırf manalı bir
cümle kursun diye bakarken de yüreğiniz... O kadar çizilir ki, siz takva sahibi
biri olmasanız da Allah sizi işitir. Giderken babaanneniz, “Oğlum ne zaman
geleceksin ders çalışmaya?” diye sual eder. O kadar ileri hasta olmasına
rağmen, sizin onu ziyaret etmeniz için bir dahaki bayramı bekleyeceğinizi ve o çocukluğunuzun
hatrına yanında olduğunuzu bilir. Bir sokak ötede, sadece bir sokak ötede
dedenizin kardeşinin bahçeli evi müteahhite verilmiş, bahçenin yerinde yeller,
kagir evin yerinde ise üç katlı bir binanın sevimsiz pimapenleri esmektedir. Her
katın bir kardeşe verildiğini yüzünüzü buruşturarak dinlersiniz. Sadece
müteahhitler mi insanlar mutlu olsun ister acaba bu devirde? Bir müteahhitle
babaannemin mutluluktan anladığı aynı şey olabilir mi hiç peki?
Geçenlerde Sırrı Süreyya Önder yazdı, “nakledilir ki
Cebrail-i Emin üç gündür hiçbir şey vahyetmemişti. Peygamber sahabeye dönerek ‘Ya
ashaplarım! Diliyorum ki biriniz bir güzel hikâye veya bir macera söyleyiniz.
Biraz onunla meşgul olayım. İnşallah kardeşim Cebrail gelsin ve vahiy getirsin.’
dedi. “Hikâyenin iyisine” der Sırrı Süreyya Önder, “vahiy dileyen peygamberler
bile muhtaçtır.” Hal böyleyken dört aylık yeğeninizi eğlemek için hikaye
uydurma zorunluluğuna şaşmamalı. Kurban bayramı aynı zamanda küçük bir
bebeğin sayesinde geleceğe gidip hayal kurmaktır. Anlattığınız bir hikayeyi
beğendiği zaman dudağı ve gözleriyle güldüğü anda birden ve nedensiz yere o
hikayeyi kesip, onu bir daha gördüğünde yürümeye başlamış olacağını ona
fısıldamaktır. Akşam körfez manzarasına bile bakmayacağınız evinizde yapayalnız
ve onsuz ne yapacağını o bebeğe sormak, onun suratının/suretinin birden
ciddileşivermesini izlemektir. Bir arkadaşımın şahane tanımlamasıyla küçük bir
bebeğe verebildiğiniz tek duygu olan sevginin artık neredeyse elle tutulur bir
hal almasıdır. Kurban bayramı onun size verebildiği tek karşılık olan o
gülücüğe kurban olmanızdır, ondan ayrıldıktan sonra arabanızın onun kokusuyla
dolması, o kokunun ara ara sizin burnunuza gelmesidir.
Kurban
Bayramı, yıllar yılı peşinden koştuğunuz kızla hiçbir şey olmamış gibi, eski
günlerdeki gibi, (yani Nazım Hikmet’in o enfes dizesindeki gibi, herkes gibi)
konuşmaktır. O “dargınlar barışır” safsatasının gerçeğe en yakın olduğu an,
işte o andır. Sizin ilk olarak yazlıkta bir zamanlar esnaflık yapmış, ikinci
olarak da ateist bir arkadaşınızdan telefon almanızdır bayram tebriki olarak. Telefonda
bayram sabahı İstiklal’in, Galatasaray Lisesi’nin önünün ne kadar ıssız olduğundan
bahseder size, sırf o ıssızlığı bertaraf etmek için aramıştır sizi. “Dargınlar
barışır” olmasa da, “dostlar konuşur”, bir bayram gerçeğidir.
Bu bir kurban
güzellemesi değildir, bir bayram güzellemesidir. Geçmiş kurban bayramınız, ey
ehl-i blogger, mübarek ola.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder