Müdavimlerim de onaylayacaktır, yazı yazmak bizatihi konu olarak üzerinde kalem oynatmaya değerdir benim için. Niye yazıyorum? Nasıl yazıyorum? Bazı toplara niye hiç girmiyorum? Yazdıklarım ne kadar sansürsüz? Hepsine muhtelif vesilelerle değindim de aslında ama hala tatmin edici cevap verememişim gibi gelmiyor değil...
Öncelikle kıyıda köşede kalmış konularla ilgili didaktik yazılar yazma merakım olduğunu itiraf edeyim, ben şahsen Stockholm'e giderken bir nasıl yapsak da gezsek yazısı çok aradım fakat bulamadım, biz çektik başkası çekmesin di mi Güntekin? Bu tema, ister istemez bu tip gezi yazılarının başka bir alana geçişkenlik göstermesine vesile oluyor: Tavsiye yazıları. Şurada şu kebapçı açılmış diye sufle vermek, sakın Nou Camp'ta maça gitmeden Barselona'dan dönmeyin diye caka satmak, Kıskanmak iyi bir uyarlama mıdır diye aklımın ermediği konulara girmek bu kategoriye dahil...
Yine de yazı yazmak benim için temelde bir vicdan meselesi- Her ne kadar kendime mukayet olmaya çalışsam da, yazı yazarkenki o memleket kurtaran üslup ve blogun tepesindeki manasız cümle sanırım buradan geliyor. Ciddi konularda genellikle kimsenin görmediğini gördüğümü zannederek bir haksızlığa isyan etmenin öfkesi ile yazdığım çok sayıda yazı olduğunu biliyorum. Politik konuları bloguma malzeme etmekten imtina ettiğimi düşünürseniz, bu üslubun daha çok bireysel siyasete, “küçük insan”ın meselelerine, yani benim gibi birinin günlük meşgalelerine sirayet ettiğini söyleyebiliriz sanırım. Beslendiğim bu öfke sayesinde, kafamı bozan bir mevzuda bitirmeye çalıştığı şiirinin son dizesi birden ilhamla kendisine bildirilen amatör şairler gibi, gözümün önüne birkaç tema ve cümle geliyor ve “hah” diyorum, “bunu yazmam lazım, yoksa başkası yazmaz”. Hayatının bir evresinde yazı yazmış biri, bu zehri kusması gerektiğini bilir. Sizi iğrendirmeden kusma eylemi hakkında düşündürmek istiyorum: Kontrol edemediğimiz, istemsiz ama bizi rahatlatan bir harekettir, gördüğümüze dayanamayıp hemen sifonu çeker ve pirupak halde hayatımıza devam ederiz. Bulantınız geçtiyse bunun yazınsal alandaki izdüşümünü düşünelim: Uç uca eklenen, dibine kadar samimi ve kontrolsüz, doğaçlama desek günah yazmayacak kurgudan yoksun cümleler... Peki kurgudan yoksun bir metin hiç edebi olabilir mi? Ama işte vaat rahatlama olunca bu günahı da işliyorsunuz- veya ben işliyorum desem daha doğru...
North Shields'da başıma gelen olay bir “yazmazsam olmaz”dı, toplumun din algılamasıyla ilgili sayfalarca yazı yazılabilir sırf o olay üzerinden. Bir de benim mutlaka bahsetmek istediğim ama ondan yazı çıkaramayacak kadar kabiliyetsiz bir yazar olduğumu hatırlatan bazı ufak “şey”ler var, mesela mesela... Cahilliğe gel -Cem Karaca'nın yürek dağlayan Herkes Gibisin şarkısının sözünün Nazım Hikmet'in şiiri olduğunu yeni öğrendim. E şimdi bunu gel de yazma kardeşim! Bu ve üzerinden yazı devşiremediğim başka hinlikler için bir adet tivıtır hesabına arz olduk, bu kadar numarayı onun promosyonu için yaptığım pek belli olmuyordur umarım: http://twitter.com/metusmehmetus
Öncelikle kıyıda köşede kalmış konularla ilgili didaktik yazılar yazma merakım olduğunu itiraf edeyim, ben şahsen Stockholm'e giderken bir nasıl yapsak da gezsek yazısı çok aradım fakat bulamadım, biz çektik başkası çekmesin di mi Güntekin? Bu tema, ister istemez bu tip gezi yazılarının başka bir alana geçişkenlik göstermesine vesile oluyor: Tavsiye yazıları. Şurada şu kebapçı açılmış diye sufle vermek, sakın Nou Camp'ta maça gitmeden Barselona'dan dönmeyin diye caka satmak, Kıskanmak iyi bir uyarlama mıdır diye aklımın ermediği konulara girmek bu kategoriye dahil...
Yine de yazı yazmak benim için temelde bir vicdan meselesi- Her ne kadar kendime mukayet olmaya çalışsam da, yazı yazarkenki o memleket kurtaran üslup ve blogun tepesindeki manasız cümle sanırım buradan geliyor. Ciddi konularda genellikle kimsenin görmediğini gördüğümü zannederek bir haksızlığa isyan etmenin öfkesi ile yazdığım çok sayıda yazı olduğunu biliyorum. Politik konuları bloguma malzeme etmekten imtina ettiğimi düşünürseniz, bu üslubun daha çok bireysel siyasete, “küçük insan”ın meselelerine, yani benim gibi birinin günlük meşgalelerine sirayet ettiğini söyleyebiliriz sanırım. Beslendiğim bu öfke sayesinde, kafamı bozan bir mevzuda bitirmeye çalıştığı şiirinin son dizesi birden ilhamla kendisine bildirilen amatör şairler gibi, gözümün önüne birkaç tema ve cümle geliyor ve “hah” diyorum, “bunu yazmam lazım, yoksa başkası yazmaz”. Hayatının bir evresinde yazı yazmış biri, bu zehri kusması gerektiğini bilir. Sizi iğrendirmeden kusma eylemi hakkında düşündürmek istiyorum: Kontrol edemediğimiz, istemsiz ama bizi rahatlatan bir harekettir, gördüğümüze dayanamayıp hemen sifonu çeker ve pirupak halde hayatımıza devam ederiz. Bulantınız geçtiyse bunun yazınsal alandaki izdüşümünü düşünelim: Uç uca eklenen, dibine kadar samimi ve kontrolsüz, doğaçlama desek günah yazmayacak kurgudan yoksun cümleler... Peki kurgudan yoksun bir metin hiç edebi olabilir mi? Ama işte vaat rahatlama olunca bu günahı da işliyorsunuz- veya ben işliyorum desem daha doğru...
North Shields'da başıma gelen olay bir “yazmazsam olmaz”dı, toplumun din algılamasıyla ilgili sayfalarca yazı yazılabilir sırf o olay üzerinden. Bir de benim mutlaka bahsetmek istediğim ama ondan yazı çıkaramayacak kadar kabiliyetsiz bir yazar olduğumu hatırlatan bazı ufak “şey”ler var, mesela mesela... Cahilliğe gel -Cem Karaca'nın yürek dağlayan Herkes Gibisin şarkısının sözünün Nazım Hikmet'in şiiri olduğunu yeni öğrendim. E şimdi bunu gel de yazma kardeşim! Bu ve üzerinden yazı devşiremediğim başka hinlikler için bir adet tivıtır hesabına arz olduk, bu kadar numarayı onun promosyonu için yaptığım pek belli olmuyordur umarım: http://twitter.com/metusmehmetus
2 yorum:
Doğru yoldasın, tek doğrunun olmadığı bu dünya üzerinde.
eyvallah abi, sorular çalışmadığımız yerden sonucu bulamıcaz belli, bari gidiş yolundan puan alalım :D
Yorum Gönder