Varlığıyla ve vicdanıyla yüreğime
su serpen bir yazar var, twitterdan takipçilerim hemen hemen her yazısını artık
sapkınlık derecesinde paylaştığım için kimden bahsettiğimi tahmin
edebiliyordur: Umur Talu. Galatasaraylı
(lise), Boğaziçili (üniversite), Beşiktaşlı (takım!) çok genç yaşta Milliyet
yayın yönetmenliği yapmış, her zaman demokrat, muhalif ve antimilitarist olageldiğini
eski yazılarından şak diye anlayabileceğiniz, televizyona pek çıkmayan,
mütevazılığıyla da diğerlerinden ayrılan birisi. Bu kadar taşı gediğine koyan,
bir de Gökhan Özgün’ü tanıdım matbuat aleminde, öyle diyeyim size, okuyun
okutun üstadı.
Aslında çok politika
yapmaktan imtina etmeye çalışıyorum, malum endoktrinasyonları sevmem, ama yazı
yazmanın böyle bir tarafı da var maalesef: Ben tanık oldum, siz de tanık olun
deme merakı baskın kalemle uğraşan bünyelerde. (Merak etmeyin islamla ilgili
son bir iki yazımın da tarzım dışında olduğunun farkındayım, neden öyle oldu,
girmeyeceğim toplara girer oldum, harbi bilmiyorum J) Yazarın 20.03.12 tarihli Habertürk'teki ibretlik yazısını önce okuyun, sonra her ne kadar bu yazının üstüne başka bir
söz kalmamış olsa da, bir iki cümle de ben edeceğim:
Özgürlük, başbakan itibarından önce gelir!
İÇ SAHA: Başbakan,
gazeteci Erbil Tuşalp ve Birgün’ü, iki ayrı yazıda “itibarına saldırı”dan
toplam 12 bin 847 TL 46 kuruşa mahkum ettirdi. Yerel mahkemeler ve Yargıtay bu
yönde karar verdi.
DIŞ SAHA: Tuşalp
Türkiye’yi, ifade özgürlüğü ihlal edildiği için, Başbakan’a ödemeye mahkum edildiği
tazminatı geri ödemeye mahkum ettirdi. AİHM Türkiye’yi Tuşalp’e 5 bin Avro
manevi tazminata da mahkum etti.
Bu para mütevazı şartlardaki
Tuşalp ve Birgün için elbet önemli; muhtemelen Türkiye ve Başbakan için
önemsizdi!
Ama dava yürütmeye,
yargıya, yasamaya, medyaya, halka başka önemli bir şeyler anlatıyor:
Basın, ifade, eleştiri
özgürlükleri halk için öyle mühimdir ki; elbet korunması gereken itibarınız, bazen
ondan epey sonra gelir!
Eleştiriyi, bazen
provokatif, hatta kaba, hatta meşru şekilde saldırgan ifadeleri bile kabulleneceksiniz.
Madem bu makamlardasınız, böyle kabul edeceksiniz; gücünüzü eleştiriyi
susturmak için, itibarınızı iktidarınız için kullanamazsınız!
Başbakan’ın,
hükümetin yerel yargıda kabul edilen; AİHM’de “Türkiye’nin savunması” olan
açısı şuydu:
1. Basın, fikirleri
tartışmak ve halkı aydınlatmak için, bağımsız ve tarafsız haber için belli
imtiyazlara sahiptir ama bunlar da sınırsız değildir.
2. Siyasetçi ağır
eleştiri hedefi olma yükünü üstlenmeli, yüksek makamlar kışkırtıcı eleştiriye hoşgörülü olmalı
ama sınırları bulunmalı. Makaleler, kabul edilebilir eleştiri sınırını aşıyor, Başbakan’ın
onuruna, itibarına, haysiyetine saldırı teşkil ediyor.
3. İfade özgürlüğü,
yerel mahkemelerin takdir kullanıp siyasi tartışmanın hakarete dönüşmesine engellemek
adına karar almasını engellemez.
4. Başbakan’ın başvurduğu
hukuk yolu, itibarına saldırılmış herhangi bir bireyin başvurabileceği bir yol.
AİHM ise
Türkiye’ye, Başbakan’a, hükümete, yerel yargıya şunları bildirdi:
Sayın Erdoğan’ın kişisel
haklarının korunması için açtığı davalardaki hükümler, Sözleşme’nin garanti ettiği
ifade özgürlüğü hakkına müdahaledir.
Makalelerdeki
konular, demokratik toplumda siyasi tartışma kapsamına girer; bunlardan
haberdar olmak halkın meşru çıkarınadır.
Basının demokratik
toplumda vazgeçilmez işlevi; başkalarının itibarı ve hakkı başta, belli
sınırları aşmaması gerektiği halde, halkı ilgilendiren tüm konularla ilgili
bilgi ve görüşleri açıklamaktır.
Basın özgürlüğü
bazı durumda aşırıya kaçma hatta provokasyona rücu edebilir.
Davacı, Başbakan’dır.
Kabul edilebilir eleştiri sınırları sıradan şahsa göre daha geniştir; daha
büyük hoşgörü göstermesi gerekir. [Bu
cümlede Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e olan nasihatını hatırlamamak mümkün değil:
"- Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana...
Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik
yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar,
anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize;
bağışlama sana” MD]
Yerel mahkemeler, Başbakan’ın itibarını koruma yönündeki kişisel çıkarının, gazetecinin ifade özgürlüğü hakkından ağır bastığına kanaat getirmiştir. Ancak, bazı ifadelerin provokatif ve kaba, bazılarının meşru şekilde saldırgan diye sınıflandırılabileceği varsayılsa dahi, bazı gerçekler, olaylar ve gelişmelerle ilgili değer yargılarıdır.
Yerel mahkemeler, Başbakan’ın itibarını koruma yönündeki kişisel çıkarının, gazetecinin ifade özgürlüğü hakkından ağır bastığına kanaat getirmiştir. Ancak, bazı ifadelerin provokatif ve kaba, bazılarının meşru şekilde saldırgan diye sınıflandırılabileceği varsayılsa dahi, bazı gerçekler, olaylar ve gelişmelerle ilgili değer yargılarıdır.
Sadece olumlu,
zararsız, tarafsız bilgi ve fikirler değil; demokratik toplumun gereklilikleri
olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan ve rencide
eden, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve fikirler de koruma altındadır. Bazı
kaba ifadeler üsluptur; ifadenin içeriğiyle birlikte koruma altındadır.
Böyle ceza ve
tazminat miktarları, başkalarını kamu görevlilerini eleştirmekten caydırabilir;
bilgi ve fikirlerin serbest dolaşımını kısıtlayabilir.
İfade özgürlüğü
hakkını kullanmaya müdahale; demokratik toplumda, başkalarının itibar ve haklarını
korumak için gerekli görülmez.
Not: Bu aynı
zamanda Türkiye’nin “iç hukuku” üstünde bir hukuk. Dolayısıyla, başbakanların bakanların,
başka türlü bakanların; ileride bu mevkilere heves duyanların bunu böyle kabul
etmesi, sindirmesi, benimsemesi gerekiyor.
Ayrıca, dün başka
iktidarlar ve güçler yanından borazan olanlar gibi, bugün de iktidar yanından gazetecilik
(veya hukukçuluk) yaptığını sananlar da bu kararları saklasın.
Çünkü, kudret onu
da vurur, seni vurur…
Ancak, özgürlük ve
hak, onu da korur, seni de korur!
Ne kadar basit değil mi?
Üzerine yazmak bile zul aslında. Dert Tayyip değil, en azından benimki o değil.
Başka biri de olabilirdi, bizde ifade özgürlüğüne olan baskı, ülkemdeki diğer
baskılar gibi sistematiktir. Bu gerekçeyi mesela, bu davayı açan savcı, bu
cezayı veren yerel mahkemedeki hakim, AİHM’de ülkeyi savunan avukat okuyunca acaba
hissediyor? Hiç mi utanmıyor? Hukuk okumuşunun böyle olduğu ülkede Tayyip
olmasa mesela, başkası başbakan olsa çok mu farklı olur? Velev ki çok farklı
oldu, bunu hak etmiş olur muyuz sizce?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder