3 Ekim 2010

Bir Yalnızlık Eğlencesi Olarak Cep Telefonu

Şu an nasıl feysbuk konusunda mutaassıp ve mantıktan yoksun bir muhalefetim varsa, (blogger burada geleceğe yol yapıyor) ben lise ikinin yarısına gelene kadar (2001!) cep telefonu da benim teknoloji düşmanlığımdan nasibimi almıştı. O zaman yatılı kaldığımız ve bütün bir yatakhane olarak dış dünyaya ulaşma babında belli saatler arasında kullanabildiğimiz tek bir ankesörlü telefona baktığımız için, tüm arkadaşlarımın haklı olarak teker teker birer cep telefonu edindiği ilk bir buçuk yıl boyunca annemlerle konuşmak için arkadaşlarımın telefonuna sulandığımı şu an utanarak hatırlıyorum.

Açıkçası ne oldu da benim şanlı direnişim kırıldı, çok da hatırımda değil, her zaman için “mainstream” (blogger burada anglosakson olmaya başarısız bir yeltenme daha yapıyor) olan markalardan uzak dura dura, harbiden birbirinden işe yaramaz telefonlar abimden miras kaldıktan veya ailem tarafından bana alındıktan sonra, maaşımı ilk harcadığım nesne olan Sony Ericcsson w580i'mle birlikte üç senedir falan düzeyli bir birlikteliğimiz var. Bütün bu süreç içinde, cep telefonumun benim vücudumun bir uzantısı, kendimi ifade etme şekli olduğunu fark edeli de bayağı oluyor diyebilirim, onca zamandır cep telefonum benim için çoklukla ahbaplarımla vakit geçirmeme yarayan bir yalnızlık eğlencesi olduğu kadar, maç (veya maç muhabbeti) dinlemek için, uzun ve hergün birbirini sıkıcı biçimde tekrar eden servis yolculuklarımın uyku tutmayan bölümlerinde radyo eksen'le veya java oyunlarıyla eğlenmek için de bir vesile.

Öncelikle o Hakkı Devrim'in oynadığı kıytırık telefon reklamlarındaki mal torunlar var ya, onlardan biri de benim, kandillerde, bayramlarda alakalı alakasız benden yaşça büyük insanları arar veya mesaj atarım, ve evet doğru duymuşsunuz, aranmayınca da atar yaparım (yazar burada atarını meşrulaştırma çabasına giriyor).

Telefonun bana müstakil hale gelmesinde, yüklediğim şarkıların, atadığım zil tonlarının ve hatta çektiğim resimlerin hatrı sayılır bir payı var (blogger burada bu davranışın kabiliyetsiz yazarlarda görülen mesaj kaygısının başka bir tezahürü olduğunu okuyucuya çaktırmamaya çalışıyor), birkaç sanatsal fotoyu sizden esirgemiyorum, bu kıyağımı da unutmayın.

Bundan ayrı olarak, ayrıca listede ismi kayıtlı insanların ekserisinin bende resmi de kayıtlıdır, o küçük ekranda ararken veya kim aramış diye bakarken arayacağım kişinin resmini görmek hoşuma gidiyor.

Zil seslerindeyse hikaye daha eğlenceli. Bir ara bokunu çıkarıp aileme ayrı, yakın arkadaşlarıma ayrı, genel olarak ayrı tonlar atamıştım. Aile için seçimim Godfather'ın giriş şarkısıydı (bence o film bir mafya filmi olduğu kadar, bir aile filmidir), fırlama yazlık tayfası aradığında Snatch'ten Hava Nagila çalardı, aynı filmden Golden Brown'la birlikte Zorba the Greek'in Lock, Stock & Two Smoking Barrels'daki versiyonu da bir ara telimi tıngırdatıyordu, görece uzun bir süredirse sadece O Leyli çalıyor, o şarkıyı, sözlerini, Cem Karaca'nın tok sesini, şarkının girişteki ritmini çok seviyorum.

Ama bütün bunlar bahane, ben telefonda konuşmayı seviyorum, canımın hiçbir şey yapmak istemediği, nefessiz kaldığımı hissettiğim zamanlarda, öylesine yakın veya uzak bir arkadaşımı arayıp boş boş konuştuğum veya dert yandığım vakidir, hiç unutmam, pek de hayırsız olarak niteleyebileceğim bir arkadaşım benim için, “bir insanın telefonunun hiç çalmadığı günler olur metus” demişti, “sen o günlerde arayan kişisin.” Öyle olup olmadığını bilemiyorum, bildiğim bunun hayatımda beni en mutlu eden iltifatlardan biri olduğu. Telefonun mesaj fonksiyonunu da aynı yersizlikle, çoğunlukla muhatabından başka kimsenin bir şey anlamayacağı göndermelerle ve kısa metinlerden müteşekkil zincirler halinde kullanırım, hep söylerim hepsinin kafası farklı.

Bundan iki veya üç sene önce gazetede okuduğum bir haber beni çarpmıştı, istatistiklere göre insanlar telefon konuşmalarının fahiş bir oranını üç kişiyle yapmaktaydı. İnsanların bütün o network kafasına, sosyalleşme çabalarına, teknolojinin o paralalde gelişmesine rağmen arayıp arayabileceğiniz adam üçü geçmiyor denebilir yani. Ben de o istatistikten muzdarip olanlardan biri olduğum için, istemsiz olarak, bilhassa canımın sıkıldığı zamanlarda telefonumu kontrol ediyor, eski mesajları goncukluyor, birilerini aramayı aklımdan geçiriyor, sonra vazgeçiyorum. (Vavien'in ana karakterin her mesaj öttüğünde bir heyecanla telefona davranıp, sonra spam masajı atan firmaya -bir kablo firması hatırlarım!- küfrettiği sahneyi hatırlamamak mümkün değil!) Hey gidinin modern zaman meseleleri, neyse beni aşar bu mevzular, ben iyisi mi gidip telefonumu şarja takayım, mazaallah gecenin birinde arar biri de bulamaz...

7 yorum:

bellatrix dedi ki...

"telini tıngırdatmak"
güzelmiş :)

bahator dedi ki...

Telefonuma bakiyorum metustan gelen son mesaj: "H9"

"O gunlerde arayan kisi"dir blog yazari. evet.

i19

metus dedi ki...

bahator- şeyhimizin şehadeti şer'en kafidir, eyvallah.

bellatrix- müzikle aramın pek iyi olmadığını söylemiş miydim, hayır yok ki şöle müzik tavsiye edecek bi arkadaşımız ki görgümüz artsın...

bellatrix dedi ki...

metus, senin hikaye gerçek oluyor galiba :) SMS'le dama mı oynuyorsunuz, hayırdır?

ama ama ama sen benim dediklerimi dinledin mi bi kere. fikrini söyleyeceksin ki ben de devam edeyim. dimi.

metus dedi ki...

gibi gibi. ne diyolla "such a life came close to never happening..."

dinledim, muvaffak.

ggg dedi ki...

meslek icabi olabilir telefonla konusmaktan nefret ederim. ha goruntulu konusmaya okeyim zira kulagim terlemiyor.
saka bir yana babam cok sever be o leyli'yi. bazen ozlemden dinleyemem o denli
dusundum de bir kiz cocuk senin melankolini silip goturebilir metus.
yapsana cocuk sen
ggg

metus dedi ki...

yapılmış aliim istiyosan. tövbeee

sırayla bu işler ggg, önce beraber çocuk yapmak isteyecek bir hatun bulmak lazım değil mi.