2 Mart 2011

Cumaları Kaçırma

Hayattaki anormalliklerimden biri de çalışırken cuma öğleden sonraları sevmememdi. Genelde bir plan denk getiremezdim cuma akşamlarına çünkü. Herkesin içip sıçmak için iple çektiği organizasyonları, beraber vakit geçirecekleri sevgilileri, trafikte heder olmamdan mütevellit asla yetişemeyeceğim seansa alınmış film biletleri varken ben, çoklukla cuma aşamlarını evde tek başıma 22'' lcd'mde ntv izleyerek (sırasıyla vedat milor, saffet üçüncü ve rıdvan) veyahut o akşamki ruh halime göre bir filme takılarak zayi ederdim. Eğlenmediğimi söyleyemeyeceğim, ama yine de işlerken zevk alınan bir günahtan sonra hissedilmiş bir pişmanlık duygusu gibi, film izlediysem sözlükteki ve imdb'deki geyikleri okuduktan sonra, NTV izlediysem gece 11 haberinin jeneriğine mal mal bakarken yalnızlığımı anımsar ve hüzünlenirdim.

O cumalardan farklı bir cuma olması için sebep yoktu, ama o gün olan iki olay tüm günün akışını değiştirdi: Biri akşam beş gibi abimin apandisit teşhisi için apar topar hastaneye kaldırıldığını öğrenmemdi, ama bunu yazmayacağım, bundan yaklaşık bir saat kadar önce çalan bir telefon ve sonrası konumuz...

Serdar'ın beni pat diye aramasında bir ipnelik vardı, günde birkaç kez mailleştiğimizden mesai saatleri içinde telde pek konuşmazdık. İsmini ve resmini telefonda gördüğümde içimden "hayırdır" dedim. Açtım, müsait miydim -al sana bir ipnelik daha, bu kadar yakın bir arkadaş için çok resmi bir giriş, birkaç saniye istedim, hızla turnikelerden çıktım, evet müsaittim. Bana uzun gelen bir anlık sessizlik oldu, belli ki doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordu. "Bunu" dedi -normaldekinin aksine duraksayarak konuşuyordu- nasıl söylesem bilmiyorum ama sanırım Gözde'nin bir ilişkisi var- veya bir ilişkiye başlamak üzere. Sakin bir ses tonuyla istihbaratı nereden edindiğini sordum. Serdar bir ipucundan yola çıkarak gerçek olması kuvvetle muhtemel bir tahminde bulunmuştu. Daha önce de benzer istihbaratlar gelmişti, onlara itibar etmemiş ve haklı çıkmıştım, ama bu sefer içimden bir ses duvara tosladığımı söylüyordu.

Gerçeğin ne olduğunun da aslında pek önemi yoktu, Serdar'a teşekkür ettim, canım konuşmak istemiyordu, telefonu kapattım. Tüm konuşma bir buçuk iki dakika kadar sürmüştü. İki elimi belime koydum ve düşünmeye başladım: Yine yenilmiştim Beckett'ın sözündeki gibi, ama daha iyi mi yenilmiştim? Emin değildim. Evet Gözde'yle bir geçmişimiz, iyi kötü bir hukukumuz vardı. Beraber seyahat etmişliğimiz, sinemada güzel bir Türk filmi izlemişliğimiz vardı. Boğazda yediğimiz balıklar, ettiğimiz kahvaltılar buradan köye yol olurdu. Baktıkça beni hayata bağlayan onlarca fotomuz vardı, fotojenikti namussuz, hayatta kimseyle olan fotolarım onunkilerle olanlar kadar güzel değil. Bir tepeden aziz İstanbul'u bile seyretmiştik. Ama bunların hiçbirinde başbaşa değildik, bundan resmen kaçıyordu. Aramızda hiçbir cinsi temas olmamıştı. Sevdiğim kıza eğer çıkmıyorsam ezelden beri dokunamam, o zaman itibarıyla neredeyse yanağından bile öpmemiştim. Objektif bir göz Gözde'nin bana aslında en başından beri hiçbir teveccühü olmadığına, yerli yersiz vakitlerde ezberden okuduğum divan şiirine ait bir iki dize ve ustalıkla sattığım etimolojiyle ilgili bir iki numara hariç benden hiçbir zaman etkilenmediğine yemin eder ve yalan konuşmuş olmazdı. Hiçbir mailimı, mesajımı cevapsız bırakmadı, ama her zaman ilk atışı ben yaptım.

Bütün bunları düşününce ne olmasını bekliyordum ki? Bir yandan da şunu düşünmeden edemiyordum: Hadi ben işe yaramaz bir kaybedendim, ona dokunduğu, onunla seviştiği hatırıma geldikçe kafayı yiyeceğim adam benden ne kadar iyi olabilirdi? Daha mı iyi belagate sahipti? Daha mı anlayışlı davranırdı? Daha mı iyi öpüşürdü? Daha mı entellektüeldi? Eyvallah ben yakışıklı bir adam değilim, hele Gözde gibi güzelliği üzerinde ittifak edilmiş bir kız için hiç, ama herif de manken değildi ya? Sonrasını düşündüm sonra. Kendimi birden geri çekmekte, insanlara soğuk davranmakta, hüznümü içeri atmakta, başıma gelenle yaşamakta mahirimdir, bunun da üstesinden gelebilirdim. Bütün bunlar Gözde'nin ilk zamanlardaki ulaşılmaz, dokunulmaz yerine, yeryüzünden gökteki yarı tanrıça pozisyonuna geri dönmesi demekti. Artık o, benim zırt pırt sms'le, maille taciz edebileceğim, romantik komedi filmlerini takas edebileceğim, hiçbir zaman gerçek olmayacak tatil planları tasavvur edebileceğim biri değil, ancak bir vesileyle rastlaşırsak eski günlerin hatrına sıcak bir merhaba vereceğim geçmişimde kalmış bir anıydı. Derhal unutmam gereken bir anı.

Kafam tüm bu düşüncelerle sütlaca dönmüşken beni hayata döndüren Alper'in ofis camından bağırması oldu "lan ne dikiliyon kaç dakikadır sap sap!" İki elim hala belimdeydi, saatime bakınca bir on dakika kadar hareketsiz durduğumu fark ettim. Kafamı kaldırdım, Alper'in yüzünde birazdan haftayı bitirecek olmanın, cuma öğleden sonrasının mutluluğu vardı. Göz göze gelince çocukcağızın gülümsemesi suratında dondu, bana ne olduğunu sordu, bir şeyim yoktu, o gece Gözde'nin bana verdiği filmlerden birini takıp sonrasında doya doya ağlamayı hayal ederek kararlı adımlarla içeri bilgisayarımın başına döndüm.

Ama olmadı- abimin rahatsızlığı birden ortaya çıkıp bıçak altına yatması icap edince tüm gece onun peşinde koşmak durumunda kaldım. Fakat heyhat- acısı bir şekilde çıkıyor işte, şu an Gözde'yi çok aramak istiyorum. Ne kadar kaypak bir adam olduğumu bildiğim için askere gelirken eşin dostun telefon nolarını yazdığım kağıda onun telini yazmadım, böylece onun telini bulmak için harcayacağım sürede kendimi bir şekilde onu aramaktan vazgeçiriyorum. Bu yazıyı da okuyacağını sanmıyorum, bloga girmişliği varsa da müdavimlerinden olmadı hiçbir zaman, üzerinden birkaç ay geçtiği için de on kere unutmuştur diye düşünüyorum.

Ulan o diil de bi arayıp sesini duysam mı yav...

5 yorum:

Elif Karaca dedi ki...

güzel yazı, bu askerlik güzel bişi demek insanın yazım gücünü geliştiriyor...

metus dedi ki...

ya ne demezsin.

ama sen eskiden de yazılarımı beğenirdin diye hatırlıyorum ellyf hanım...

Elif Karaca dedi ki...

bunu da beğenmişim işte fena mı? :)

ggg dedi ki...

ask mesk mevzuuyla ilgili diyecegim sudur ki o cok buyuttugumuz tanrisal kildigimiz insanlarin hepsi sabah kahvaltida zeytin yiyip kimse yokken sesli osuruyorlar.
bazen maneviyattan ote cok basit sey insan. gozde midir nedir kiymet verdigine gore iyidir hostur elbette.
ama dedigim gibi ici kimya dolu hucreler yiginiyiz biraz da.
love is overrated.(en azindan insana duyulan ask) yoksa kedi kopek kus bocek allah askinda dur durak yok bence.

metus dedi ki...

bilmiyorum, ama bilmiş olmayı çok isterdim. bilmek için hikayenin sonu mutlu bitmeliydi.