- Ya sorma, ipnenin biri geldi sinirimi bozdu.
- Bana küfrediyorlar mesela duymazdan geliyorum ben, kafamı
çeviriyorum. Bak eskiden hem konuşup hem tıraş edebilirdim, artık yapamıyorum,
ellerimi falan kontrol edemiyorum. Ben uğraşmak istemiyorum artık, onun
gırtlağına yapışayım, berikini yere yatırayım bi tane asılayım istemiyorum. Bir
şey anlatmak da istemiyorum. Benim evimdeki iki çocuğum olmayacak, sokağın
ortasına yatırır adam keserim, sokağa çıkartmam kimseyi, polis kafayı çevirir,
öyle de deli gücü var bende.. Ama işte, Rabbim biliyor, bağlıyor beni. Kenarda
bir kuruş param, tek bir toplu iğnem yok benim. Bu dükkan işlemezse benim
çocuklarım aç kalır. O yüzden sabrediyorum. Bu benim imtihanım. Çocuklarım için…
Gitti, kapıyı kapattı. Eşşek kadar adam ağlamaya başladı.
Ölümlerde hiç ağlamadığından bahsetti. Bu yanıyla bana benziyordu. Utandım onu
konuşturduğum için, pişman oldum. Adam Zeki Demirkubuz filmlerinden fırlamış
gibiydi hakikaten. Hiç durmaksızın aynadan gözümün içine baka baka, bağıra
çağıra konuşuyor, etrafımda elinde makas dolaşıyor ama hakikaten saçıma
dokunamıyordu. Arada beni taltif ediyordu, ama biliyordum ki bu kadar açık
konuşmasının benle bir alakası yok. Bana anlatıyordu, bana herkes anlatır.
Birçoğunun hayatında hiçkimseyim ben. O insanların etrafından başka tanıdığım
bir insan yok, gidip söylediklerini eşlerine, arkadaşlarına gammazlayamam
istesem de. Göz temasını kaçırmadan, anlattıklarını sessizce
dinliyor, küfrettikçe elimde olmadan gülüyordum, o kadar da akıcı konuşurdu.
(Bütün bunları dinlemek bana acı veriyordu, yazmak da acı veriyor, özelini faş
ederek ona ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum)
- Mesela senin fabrikana geleyim ben, yüz kişiyi göster,
hangisi esrarkeş, hangisi akşam ne işler çeviriyor, hangisi namaz kılıyor,
hangisi adi köpek söylerim sana. Burada para verirken, parayı cüzdandan
çıkartışlarından, parayı uzatışlarından, kime bu ücret çok gelir, kim istemeye
istemeye verir, anlarım. İnsanlar işsiz bu ülkede, insanlar hakkını alamıyor.
Birbirlerine sarıyor, birbirlerini gözetliyorlar o yüzden. Her yerde erkekler
birbirlerini çekiştiriyorlar konuşmaya başlar başlamaz, kadınları geçtiler.
Para için, bir lira için, üç lira için “vallahi billahi” diye yemin ediyo
adamlar. “Anam avradım olsun” diyor. “Çocuğumun ölüsü üstüne” diyor. Para için!
- Ama işte benim çocuklara zaafım var… Dün bir çocuk
geldi mesela. Eline beş lira sıkıştırmış annesi yollamış. Girdi içeri, elinde
para, utana sıkıla sığıntı gibi oturdu kenara. Çocuk o yaşında biliyor ki, o
para ile burada tıraş olamaz. Ama annesi çok akıllı, kendisi getirse bana
çocuğu, benim gerçek fiyatı söyleyeceğimi biliyor, o yüzden çocuğu yolluyor.
Ben çocuğu geri çevirsem, gidecek bir kasabın önüne oturacak, onu koyun kırpar
gibi kırpacak o kasap da. Geldi böyle oturdu koltuğuma, başını okşadım onun, bu
sefer aslında ona iyilik yaptığımı hepten anladı ve daha çok utandı çocuk. Ama
çocuk kıt kadar aklıyla bunları düşünüyor, kendi saçına her gün fön çektiren
annesi çocuğun ezileceğini düşünüp eline bir beş lira daha sıkıştıramıyor.
Önleri kesmedim bu sefer çok, iyi mi böyle?
Teşekkür ettim, sandalyeden kalktım. 2001 krizinin hemen
ardından, memleketi yeni yeni kurtarmaya başladığımız zamanlarda matematik
hocam bir sohbet sırasında, -yine gözümün içine bakarak- “hayattaki temel soru
şudur Mehmet" demişti: "Ne pahasına?” O soru, az önce dükkandan çıkarken yine
aklıma teğellendi. Bir gün cevabını bulursam, söz sizle de paylaşırım, başlığa
aldırmayın siz.
4 yorum:
catch up yapiyorum
cok guzel yahu
memleketin berber hikayesi bitmeeez.
ahir zaman kahvehaneleri :)
dukkani kapatip hastalanan berber bu mu?
insallah degildir, boyle iyi insanlar olmesin hastalanmasin
ggg
evet o.
Yorum Gönder