2 Eylül 2012

Güneybatı Sahillerinde 1000 km

Yine sıfır yaratıcılık ve hayalgücü muhteva eden klasik bir gezi yazımla (rota: Göcek-Fethiye-Ölüdeniz-Kaş) karşınızdayım sevgili müdavimler. Bu yazıda da yediğim bıldır hurmalardan, başıma gelen tuhaf loserlıklardan, çektiğim Dadaist fotolardan kupleler bulacak, benzer bir rota çizecek olursanız ve beğenime güveniyorsanız işinize yarayacağını düşündüğüm birkaç tüyodan istifade edeceksiniz. Yazı konseptini benim için son zamanların en yürek burkan romantik komedisi 500 Days of Summer’dan apartarak km km yediğim naneleri sergilemek suretiyle oluşturdum, yerseniz. Yahut okursanız.




335: Benim evimin önünden (İzmir Tarihi Asansör) Göcek’te gayet konforlu Arion Otel’e (tek eksisi odalarının biraz ufak olması) gitmek için yapacağınız km miktarı. Göcek, çok klas olduğunu her açıdan size hissettiren bir tatil beldesi. Şirin demek isterdim ama bildiğin kodaman yuvası, oranın denizinde beachinde sağımda solumda milyon dolarlık teknelerle beraber yüzmek bana yağmurda hızlı hızlı yürüyüp ıslanmamaya çalışırken yandan geçen lüks bir otomobil tarafından tepeden tırnağa sıçan gibi ıslatılma hissi verdi. Zaten Türkiye’de başka hiçbir tatil beldesinde bu kadar yatçılığa dönük dükkan tabela vs görmedim. MM Migros’ta bile yatlara servisimiz yapılıyordu tabelası vardı, artık o derece abartılı olay, bizi bile daha çok in ve cinlerin takıldığı beach’e limandan bir zodyakla götürdüler.


                                                                             
Şehirde bir km içinde görebileceğiniz üç adet marinadan en afillisi, Doğuş Holding’in akıllara seza D-Marin’i. Henüz bitmemiş birkaç büyük bina ve içinde marina, Swissotel’e ait bir butik otel ve aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz “şey” var. Şey diyorum, zira bence buna ev demeye bin şahit ister. Evin önünden geçen kanal marinaya bağlanıyor, evinizin önündeki zodyaklarla marinaya gidip oradan yatınızla Göcek'in mavisine dalabilirsiniz.


… veya sahilden 12 adalar denen ufak adacıklara açılan tekne turuna katılır, hem maviyi, hem yeşili aynı denizde yan yana, iç içe ve peşisıra görebilir, ayrıca kaptanın akıcı Acun İngilizcesiyle (alfınaursivimdaym) dilediğinizce dalga geçebilirsiniz. Koyların hepsi birbirine benziyor, yine de yüzme merakı varsa sıkılmanız mümkün değil- bununla birlikte tabi büyük tekneli turlarda verilen hizmetten beklentiniz fazla olmasın.


                                                                                         
Keyfinizi kaçırmak gibi olmasın ama bu 12 adalardan bazıları mesela Zeytin Adası, Türkiye’nin önde gelen zenginlerine ait olagelmiş. Özal zamanında Asil Nadir’in, sonra Cem Uzan’ın, şu anda da Ahmet Nazif Zorlu’nun… (Rantın, hadi ayıp olmasın, sermayenin son otuz yılda nasıl el değiştirdiği de herhalde daha basitçe anlatılamaz) Keza Simavi ailesina ait de bir başka ada var.

Akşam yemeğini Can Restaurant’ta yedik, biraz tuzlu olmakla birlikte çok da fena değildi, tüm gezide İzmir’de uğrak yerlerimiz olan balıkçılar kalibresinde bir yer göremediğimizi belirteyim yalnız.

Beldede hatrısayılır oranda Amerikalı turist olması ve bisikletin de bir Türk beldesine göre ortalamanın üstünde bir sıklıkla kullanılması da ilginç geldi bana, demek insanlar çok pahalı oyuncaklardan sıkılınca çocukluklarına mı dönüyorlar, nedir…

342: Maruz kaldığımız kodaman radyasyonundan arınmak için İnlice Köyü’nün yakınlarındaki İnlice Halk Plajı’na gidip orada çekip fotosunu Zaytung’a koyabileceğimiz kuma gömülmüş amcalarla beraber denize girmek de isteyebilirsiniz. Ayrıca bu eşsiz deneyiminizde nasıl olup da kumda terlikle yürürken belinize kadar kum sıçratmayı başarabildiğiniz üzerinizde derin derin düşünme imkanınız olacaktır. Gün sonunda plajın oradaki marketten alacağınız magnumla da mutluluğun dibine vuracak, ergenken yılda sadece birkaç kere cornetto almanıza müsade edilen yıllarınızı gülümseyerek anımsayacaksınız.

366: Fethiye Marina’da, fiyat performans olarak şiddetle tavsiye edeceğim Alesta Otel’e varışta kadranda okuyacağınız km. Ama esas film, Fethiye’de değil, Ölüdeniz’de dönüyor, oradaki oteller de daha az lüks olmasına rağmen görece daha pahalı. Fethiye Liman’dan kalkan tekneler de Göcek’teki 12 adalara götürüyorlarmış, ama daha uzun bir deniz yolculuğuyla, dolayısıyla o tura Göcek’ten çıkmayı tavsiye ediyorum. Balık yemek isteyenler için Fethiye Balık Hali, İzmir Güzelbahçeyi andıran bir atmosfere sahip, çok matah olmamakla birlikte Hilmi’nin yerini tavsiye ediyorum.
376: Ölüdeniz. Namını kesinlikle hakeden bir yer. Öncelikle bitki örtüsü ağaçlık (daha çok çam) ve diğer yerlerden daha da abartılı olarak denizin bittiği noktadan itibaren ağaçlar yükselmeye başlıyor, mesela At Bükü’nde (at mı bükü?) çam iğneleriyle beraber yüzmek çok keyifliydi. Burada yapılacak temel aktivite, tekne turuna katılmak: Burada da kendine faydası olmayan bir başka adam Fatih Tabak’la beraber birnevi askerlikte acemilik günlerini anımsatan manzaralar görüp yurdum insanının neden böyle olduğuna dair felsefi tartışmalar yapmaktan arta kalan vaktimizde, hepsi birbirinden özgün koylarda ense yapma imkanı bulduk: Mavi Mağara, Aziz Nicolas’nın şöle bir uğradığına inanılan köy, -ki bu yörede bunlardan balya balya var- ve tabi ki Kelebekler -bizim deyimimizle Öberekler-Vadisi..




Tekneyle yanaştığınızda elektriğin bile olmadığı ve 95’te 1. Derece SİT alanı ilan edilmiş bir koy Öberekler; ismiyle müsemma bir kaya üstüne konuşlanmış bir Rock Bar, zorlayıcı bir parkurla gidip dönmesi kırk dakika alan küçük şelale, sağa sola konuşlanmış bilumum incik boncukçu ve billur gibi bir koy, bu vadinin diğer atraksiyonları. Teknenin burada bir saat civarında kalması benim için biraz asap bozucuydu, dediğim gibi tercihen daha küçük bir ekiple bir tur ayarlayabiliyorsanız, burada hiç sıkılmadan bir gün eğlenebilirsiniz, zaten yurdum hippilerinin tatilini bu koyda geçirdiğini duyagelmiş olmalısınız. Buraya dair duyduğum bir diğer rivayet burada tatillerini geçirenlerin, aslen teknelerin yanaştığı saat olan 11-4 arasında plaja hiç çıkmadıkları yönünde, bu da aslında benim plajda niye bu kadar az insan gördüğümü açıklıyor olmalı.




390: Faralya Köyü, bu vadinin tepesine konuşlanmış bir köy, hiç de fena olmayan bir asfalta sahip olsa da, yolun diğer tarafının uçurum olduğunu ve iki kere %10’luk eğim çıktığınızı belirtmekte fayda var. Öberekler vadisinin tepeden bir görüntüsü aşağıda, Faralya (yeni adıyla Uzunyurt) Köyü üzerinden son derece dik bir kanyonla bu koya inilse de, bunun özel kıyafetler olmadan yapılması imkansız, sarp yamaçta meydana gelen ölümlerle ilgili haberleri internette okuyabilirsiniz (Benzer eğim ve kıvrım uyarısını Kalkan-Kaş ve Kekova-Göcek arası için de yapabilirim, bu yolların hatrısayılır bir kısmı tek şerit, dolayısıyla sabırlı ve güvenli şoförlük lazım…) Köye giderken Kelebekler Vadisi'ni tepeden görme imkanınız olacak, vadinin tepeden görünüşünün çok daha etkileyici olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu köyün bir yolu Kelebekler Vadisi’ne inerken, bir diğer yolu Kabak Koyu’na iniyor.


396: Öberekler ne kadar hippi kafasıysa, Kabak Koyu da bir o kadar Hindu Kafası. Şaka gibi ama bir yoga merkezi bile var koyun içinde! Koya, kendi arabanızla inmeniz imkansız, ama ücreti mukabili Faralya Köyü'nden ring yapan nuh nebiden kalma ciplerle koya inebilirsiniz. Burada birkaç işletme Bungalow tipi evlerle (Mekanı parsellemiş olan SeaValley’nin geceliği 250 lira!) konaklama imkanı sunuyor, fakat çadırınızı da kapıp gelebilirsiniz. Öncelikle Kabak Koyu medeniyetin ulaştığı bir yer, (lütfen bunu elektrik var diye okuyunuz) mesela Sea Valley Restaurant hemen ön tarafına ufak bir havuz bile yapmış. Bilhassa sözlükte (harbi bir ekşisözlük vardı ona noldu?) bu durumu kötüleyen ve koyun orjinalitesinin bozulduğunu iddia eden birkaç yorum okudum, bence bu bir çeşitlilik sunmuş burada tatil yapacaklara: İsterseniz tamamen doğal şartlarda Kelebekler’de, veya yine bakir bir koyda ama daha pahalı ve daha nasıl denir… medeniyetin nimetlerinden faydalanan bir şekilde Kabak Koyu’nda tatil yapabilirsiniz, (Sea Valley plaja nazır beach cluba benzeyen bir restaurant da açmış ve adamlar mesela mekan önündeki minderlerden para almıyorlar!) Üçüncü bir seçenek de Kabak Koyu’nda çadır kurabilirsiniz -bungalow’ların önünde hindubaş gördüm ben gayet de. Öbereklerin kumsalı olmasa da denizi Kabak Koyu’na basar onu diim yalnız…

Ölüdeniz'e dair son not, yükseklik korkusuna sahip ve cenabetliğiyle maruf bloggerınız, kendine faydası olmayan ekürisi Fatih’i de kandırıp yamaç paraşütü yapmadı, paraşütleri dolanıp 700 metreden çakılanlarla konuşmadım, ne var ki yapan ve salimen yere inenlerin hepsi bunun dayanılmaz bir zevk olduğundan ve onsuz Ölüdeniz gezisinin bir anlamı olmadığından bahsediyor, eh bloggera zeval olmaz. Zaten ekürileri yardan uçuran bir tutam özgürlük…

496: Patara Ören Yeri Müzekart’ın (tıpkı Aziz Nicolas’nın köyü gibi) da geçtiği ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bir yapı, aynı biletle hem örenyerine hem plaja 5 tl’ye girebiliyorsunuz. Plaj, 18 km kumsalıyla Türkiye’nin en uzun plajı,  bununla beraber denizi açık olduğu için dalgalı, dolayısıyla esas hazine Likya devletine başkentlik yapmış olan Patara şehri.


Örenyeri çok geniş bir arazi üzerinde, ve bilinen ilk meclis olan Ulusal Meclis’le Romalılar zamanında inşa edilen tiyatro, birbirine bitişik. Tavsiyem buraya güneşin batmasına yakın gelin, hem havanın kızıllığında tarihe dokunmanın tadını çıkarın, hem de geniş alanda gezerken ziyan zebil olmaktan kurtulun





                                                    
Söyleyecek çok fazla bir şey yok aslında, Patara’ya 40 km mesafedeki Xanthos’la birlikte, burada büyük bir cevher yatıyor. Hem de tamamen saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde kendi haline bırakılmış (bilhassa UNESCO Kültür Mirası’nda olan Xanthos-Letoon şehirleri) çok kıymetli bir mirastan bahsediyoruz, neyse öfkemin birazını Xanthos bahsinde kusayım, Patara yine daha ehven diğerlerine göre- yine de saldım çayıra mevlam kayıra her manasıyla doğru, Patara’da da harabeler üzerinde koyunlar keçiler otlamaya devam ediyor- tıpkı Selçuk Efes’teki gibi.

537: Kaş tuhaf yer. Hatrısayılır bir 25-30 yaş civarı kitle var beldede ve merkez akşamları çok hareketli, ben yol üstünde üç tane canlı müzik yapan yer saydım. Bir Mavi Bar tutturmuş gidiyor herkes, ayıp olmasın diye biz de oturduk. Ondan gayrı buradaki dükkanların sattığı mallar da çok özgün, her gördüğümde, Kuşadası Kaleiçi’ni istila etmiş çakal esnaf ve onların sattığı sahte mallar aklıma geldi gezi boyunca, Kuşadası ne kadar şanssız bir memlekettir ya… Kaş’taki oteller apartmandan bozma, ama yine de Çeşme’dekilerden iyi. Gece marinadaki Vita Restauran’da yedik, çok boş olması dışında bir eksisi yoktu, biraz romantik kafalar biz iki erkek fatihle baya sakil durduk, yapacak bir şey yok, sayfalar yabışıyo.

Bomba hadise, son gün vuku buldu: O gün de bir tekne turu yapmak istiyor ama, bu 537 kmlik yolu geri gideceğimizi de hesaba katarak tam günlük bir tura katılmak istemiyorduk, bunlardan iki tanesini geçtiğimiz üç günde yapmıştık zaten. İstediğimiz iki üç saat boyunca gezeceğimiz ufak bir tekneydi ama bu iş iki kişi için çok tuzluydu. Bu sırada iki çift gördük, onlar da bizim gibi bir tur organize etmeye çalışıyorlardı, onlarla beraber biraz arandık, olmayınca ayrıldık. Saat sabah 11’de gözümüzün önünden tekneler bir bir kalkarken, iki kendine faydası olmayan adam bir banka oturmuş terimizi siliyor ve hiç konuşmuyorduk. Derken ben kalktım arabaya geri gitmeyi teklif ettim. Ne de olsa motoru olup dili olmayan siyah Polo’mla bir şekilde eğlerdim kendimi- veya buna ikna olmuştum. Tam o sırada dörtlü grubu ufak bir teknede gördük, bize heyecanla el ettiler, biz de kısa bir kararsızlıktan sonra onlara dahil olmaya karar verdik. İçeride bizim gibi birkaç kişi daha vardı, toplamda on kişilik ufak bir tekneyle tatilimizin en güzel gününü geçirdik. Dünya gözüyle cüssesine nazaran şaşırtıcı hızda hareket eden carettalarla yüzdük, Kaş’a niye balya balya insanın dalmak için geldiğini suyun altında geçirdiğimiz dakikalar boyunca daha iyi anladık, Bir Fatih Akın filmini anımsatan bir iştah ve muhabbetle aynı yemek masasının etrafında hararetli sohbetler ettik, kaptanın (sanırım adı Ömer’di) maharetli eşinin yaptığı zeytinyağlıları afiyetle yedik, kaptanın eski patronu olan İtalyan’ın nasıl olup da teknesine “Dua” adını koyduğunu anlamaya çalıştık, geminin ufak güvertesinde gölgeye kıvrılıp hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini onu gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmayacağımızdan emin olduğumuz için bildiğimiz hayaller kurduk. Bu turları Ölüdeniz’de ve Göcek’te de bu şekilde yapmamız gerektiğini işte o zaman anladık. Fakat heyhat! Anladığımızda, ben dönüş için kontağı çevirmiştim bile.

572: Ben Likya turunu tamamlayıcı olması hasebiyle UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde olan Xanthos ve Letoon’a da gitmek istedim, bir şeyler olduğunu kestirebiliyordum, ama karşılaştıklarım yine de beni dehşete düşürdü. Kapandıktan sonra gittiğimiz için sadece Xanthos’un ana meydanını görebildik, bize orada engel olabilecek herhangi bir görevli olduğundan değil, güneş batmak üzere olduğundan… Xanthos, trajik hikayesi bir yana, en meşhur eserleri British Museum’a kaçırıldığı için de talihsiz bir kent (ama hala mesela bilinen en uzun Lik yazıtı Xanthos’ta), ama en büyük talihsizliği bizim yönetimimizde olması sanırım, çünkü, Patara’da en azından göstermelik olan denetimler, yönlendirmeler, broşürler  buradan komple esirgenmiş, bir kere güvenlik hak getire, herhangi bir taşı insanlar çalıp evine koymuyorsa tamamen kendi iyi niyetlerinden… Sanırım sözlükte, şehrin altındaki su seviyesi yüksek olduğu için kazıların iyi gitmediği yazılmış, bunu anlayabilirim, zaten anlamak zorunda da değilim, aklım ermez… Ama şunu biri anlatsa sevinirim: Gördüğünüz mozaik toprağın sadece iki parmak altında, bunu ortaya çıkarmaktan bizi alıkoyan ne olabilir…


5 gün sabah 10-akşam 12-1 gezi, 1074 km, dört ayrı belde. Pekala karadan yapılmış bir mavi tur olarak adlandırabiliriz aslında, daha Saklıkent’e, Kekova’ya gidemedim. Güzel geziydi, bilhassa deniz tutkunlarına tavsiye ederim. Tuhaf ki pazartesi sendromunun en yoğun hissedildiği bu saatlerde bunları tekrar hatırlamak beni kötü bile yaptı: Çok eğlendiğin bir tatil sonrası sanki dergiye yazı yetiştiriyormuşçasına didinip yorulduğunda, yazını editleyip vazifeni yapmış olmanın rahatlığı geçer geçmez, el ayak çekilip yalnızlığınla bir başına kaldığında ve hayatında aslında hiçbir şey değişmediğini fark ettiğinde, kendine şu soruyu sorarsın: Benim hayatım hep böyle mi geçecek? İşte bu geziye, bu sorunun cevabını birkaç günlüğüne değiştirmek için bile çıkılır.

2 yorum:

humm dedi ki...

Öberekler vadisi?

metus dedi ki...

Kelebekler vadisine arkadaşlar arasında taktığımız isim