Inception'ı oruç kafayla (bu son zamanlarda hepten popüler ve dilime pelesenk olan “... kafası/kafayla” deyimi de en çok oruca yakışır ya) olmama rağmen pürdikkat ve tamamen kendimi kaptırmış bir halde izledim. Bu tarz filmler çok da ilgimi çekmese de hikayesi, oyuncu(luk)lar (Kadrolu Christopher Nolan oyuncuları “the” Michael Caine ve Last Samurai'deki karizmatik samuray Ken Watanabe'e ilaveten, Platoon'un unutulmaz kötü adamı Tom Berenger, 500 Days of Summer'ın esas oğlanı Joseph Gordon-Levitt ve “Juno” Ellen Page), çekimler vs. laf eden çarpılır kendi kişisel kanaatime göre. Yine de bunun bir Matrix etkisi yaratması zor görünüyor, bakacağız (fakat siz bunu gelin imdb'nin yaş ortalaması on altı civarında veya eski filmlerden bihaber olduğunu tahmin ettiğim kullanıcılarına anlatın, film tüm zamanlar içinde dört numaraya çıkmış durumda...)
Filmin üzerinden bir süre geçti malum, meraklısı sözlükten/sağdan soldan yeteri kadar okumuştur, ben filmden çıktıkan sonra aklıma takılan bir gözlemimi belirtmek istiyorum: Leonardo Di Caprio'nun ve Christopher Nolan'ın nasıl seviye atladığına hep beraber tanık oluyoruz gibime geliyor. Di Caprio, salt Holywood starı mertebesinden, senenin filminin oyuncusu başrol oyuncusu klasmanına Scorsese'nin de el vermesiyle çıkmıştı, kaç filmdir (Departed, Blood Diamond, Body of Lies, Shutter Island) döktürmediğini hatırlamıyorum... Benim için, Edward Norton, Johnny Depp, Jim Carrey kalibresinde ve döneminin en parlak oyuncularından biri kendisi, Al Pacino'lar, Jack Nicholson'lar mertebesine çıkıp çıkamayacağınıysa göreceğiz...
70/80'ler nasıl “üç sakallı”nın (Spielberg, Coppola, Lucas) domine ettiği, bundan ayrı olarak Scorsese/Milos Forman/Oliver Stone'un kendi dillerini geliştirdiği ve Holywood sinemasını dönüştürdüğü ve bu sinemaya saygınlık kazandırdığı bir dönemse, benim için 90/2000'lerin de bir çırpıda sayabileceğim büyük prodüksiyon çeken büyük yönetmenleri de Ridley Scott, David Fincher ve Christopher Nolan gibiler. (Daha kişisel, bağımsız ve az gişe getiren filmler yapan Coen'lere ve Paul Thomas Anderson gibilere de saygım sonsuz, ama bu kıyası film bütçelerine veya başrol oyuncularının yıldızlığına bakarak yapıyorum) Christopher Nolan, iç içe geçmiş hikayeleri, kronolojiyi ters yüz ederek, merkeze zaman zaman bir karı-koca ilişkisi koyarak ve seyirciyi anlattığı hikayenin gerçekliği/doğruluğu hakkında şüpheye düşürerek anlatmayı seven, ve tıpkı Scorsese gibi, bazı oyuncuları filminde inatla oynatan bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor, kendisi için Inception'dan çıktıktan sonra duvar çekse izlerim demişliğim vakidir...
Bu tarz bilimkurgu filmleriyle aram maalesef diğer arkadaşlarım kadar sıkıfıkı değildir, ama filmin merkezine rüyanın konması, benim de ilgimi bir kat daha cezbetmişti, hala pozitif bilimin gizemini tam olarak çözemediği, karşısında çaresiz kaldığı alanlardan biri rüyalar, bir konunun pozitif ilimce tam olarak açıklanamaması demek, konu hakkında mistik/dini referanslara hala başvuruluyor olması demek malum... Hal böyleyken, rüyanın Arapça "görmek" demek olduğunu da not düşeyim, ihtimal ki konuya bir de böyle bakmakta fayda olabilir...
Filmin üzerinden bir süre geçti malum, meraklısı sözlükten/sağdan soldan yeteri kadar okumuştur, ben filmden çıktıkan sonra aklıma takılan bir gözlemimi belirtmek istiyorum: Leonardo Di Caprio'nun ve Christopher Nolan'ın nasıl seviye atladığına hep beraber tanık oluyoruz gibime geliyor. Di Caprio, salt Holywood starı mertebesinden, senenin filminin oyuncusu başrol oyuncusu klasmanına Scorsese'nin de el vermesiyle çıkmıştı, kaç filmdir (Departed, Blood Diamond, Body of Lies, Shutter Island) döktürmediğini hatırlamıyorum... Benim için, Edward Norton, Johnny Depp, Jim Carrey kalibresinde ve döneminin en parlak oyuncularından biri kendisi, Al Pacino'lar, Jack Nicholson'lar mertebesine çıkıp çıkamayacağınıysa göreceğiz...
70/80'ler nasıl “üç sakallı”nın (Spielberg, Coppola, Lucas) domine ettiği, bundan ayrı olarak Scorsese/Milos Forman/Oliver Stone'un kendi dillerini geliştirdiği ve Holywood sinemasını dönüştürdüğü ve bu sinemaya saygınlık kazandırdığı bir dönemse, benim için 90/2000'lerin de bir çırpıda sayabileceğim büyük prodüksiyon çeken büyük yönetmenleri de Ridley Scott, David Fincher ve Christopher Nolan gibiler. (Daha kişisel, bağımsız ve az gişe getiren filmler yapan Coen'lere ve Paul Thomas Anderson gibilere de saygım sonsuz, ama bu kıyası film bütçelerine veya başrol oyuncularının yıldızlığına bakarak yapıyorum) Christopher Nolan, iç içe geçmiş hikayeleri, kronolojiyi ters yüz ederek, merkeze zaman zaman bir karı-koca ilişkisi koyarak ve seyirciyi anlattığı hikayenin gerçekliği/doğruluğu hakkında şüpheye düşürerek anlatmayı seven, ve tıpkı Scorsese gibi, bazı oyuncuları filminde inatla oynatan bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor, kendisi için Inception'dan çıktıktan sonra duvar çekse izlerim demişliğim vakidir...
Bu tarz bilimkurgu filmleriyle aram maalesef diğer arkadaşlarım kadar sıkıfıkı değildir, ama filmin merkezine rüyanın konması, benim de ilgimi bir kat daha cezbetmişti, hala pozitif bilimin gizemini tam olarak çözemediği, karşısında çaresiz kaldığı alanlardan biri rüyalar, bir konunun pozitif ilimce tam olarak açıklanamaması demek, konu hakkında mistik/dini referanslara hala başvuruluyor olması demek malum... Hal böyleyken, rüyanın Arapça "görmek" demek olduğunu da not düşeyim, ihtimal ki konuya bir de böyle bakmakta fayda olabilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder